”TUSAŞ eylemini provokasyon olarak nitelemek, daha adı konulmamış bir sürece atıf yapmak savaşın ağır yükünü hissedememek ve görememekten kaynaklıdır.”
2015 yılından bu yana “çöktürme planı” çerçevesinde Kürt halkına ve hareketine, devrimci sol-sosyalist örgütlere karşı topyekûn savaş açan AKP-MHP faşizmi, 2024 yılı itibariyle de bu savaşı sürdürmektedir. Elbette geçen zaman da yaşanan hem iç hem de dış politikanın getirmiş olduğu yenilikler, hem de çöküşü planlanan Kürt Özgürlük Hareketi’nin kendi varlığını koruması gelinen noktada yeni planlamaları ve kararlaşmaları dayatmaktadır.
AKP-MHP faşist ittifakının “çöktürme” planından vazgeçtiğini düşünmek iyimserlik olacaktır. 9 yıldır tüm ekonomi-politiğini savaş esaslarına göre inşa eden ve faşizmin kurumsallaşma temelini de PKK’nin tasfiyesine ve savunma sanayinin gelişmesine bağlayan iktidar için şimdi bu yoldan dönmek mümkün değildir. Ancak bu yolda tıkanmalar var ise bunu aşacak farklı yöntemleri denemek mümkündür. Bu minvalde “çözüm” başlığı altında yeni bir sürecin duyurusunu Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ı işaret ederek “tecrit” ve “umut hakkı” konuşması ile yapan faşist Bahçeli’nin hamlesi “çöktürme” planında yeni bir evreyi işaret etmektedir.
Bu evreye geçmekte oldukça kararlı görünen bir iktidar yapısı mevcuttur. İktidarı bu kararlaşmaya iten temel neden her ne kadar dış cephede gelişen 3.Emperyalist dünya paylaşım savaşına iç cepheyi hazırlamak olarak görünse de temelinde 9 yıllık yoğun savaş sonucunda yaşanan büyük yıpranma ve “çöktürme” planının tanka, topa, uçağı dayalı başarısızlığının somut verileridir. Gerilla savaşı karşısında tüm askeri, teknik imkanların yanı sıra kimyasal ve taktik nükleer silahları da kullanan faşizm her başarı hikayesini anlatmaya çalıştığı anda gerilla tarafından büyük, sarsıcı ve yıkıcı şekilde darbe yedi. NATO desteğine sahip faşist devlet geleneği, gerilla savaşının tüm zorluklarına rağmen Kürt Özgürlük Hareketi karşısında 45 yılı geçen savaşta, saldırılarını en yoğunlaştırdığı son 9 yılda da somut bir başarı elde edemedi.
TUSAŞ eylemi de bu savaş konjonktürü içerisinde değerlendirilmesi gereken askeri olarak hedefine ulaşan bir eylem niteliğini taşımaktadır. Bu eylemin gerçekleşme koşullarında aktif süren bir savaş vardır. TUSAŞ’da bu savaşın ana üretim merkezlerinden biridir. Bu yönüyle TUSAŞ eylemini provokasyon olarak nitelemek, daha adı konulmamış bir sürece atıf yapmak savaşın ağır yükünü hissedememek ve görememekten kaynaklıdır. TUSAŞ eyleminin gerçekleştiği sırada sürecin ilk adımı olarak Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile 43 ay sonra yapılan görüşme bu eylemi “zaman ayarlı” yapmaz. Aksine bu eylem şunu net göstermiştir ki faşist iktidarın halklar üzerinde inşa ettiği güvenlik duvarı çökmüştür. Bu nitelikte daha önce gerçekleşen Mersin ve İçişleri Bakanlığı eylemleri de bunun geçmiş göstergeleridir. Bir diğer sonucu ise AKP-MHP faşizmini “çözüm” e “diyalog” a iten tam da bu ve bunun gibi eylem niteliklerinin gerilla tarafından hala korunuyor, geliştiriliyor ve gerçekleştiriliyor olmasıdır.
Savaş, bir politika yapış biçimidir. Ünlü askeri stratejist Clausewitz’in deyimiyle savaş “politikanın başka araçlarla devamıdır.” AKP-MHP faşizminin politikası 9 yıldır savaş araçları ile sürdü, sürüyor. TUSAŞ eyleminin hemen ardından aralıksız bombalanan gerilla alanları ve Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik hava saldırıları da faşist iktidarın politika yapış tarzında bir değişikliğin zor olacağının ifadesidir. Ancak bu politik çizgide sonuç alamayan faşist devlet, yöntemlerini zenginleştirerek ilerlemede kararlı görünüyor. Ancak bu ilerlemenin varacağı noktayı bir “çözüm”, “barış” olarak nitelemek hatta bunları bugünden konuşmak eldeki veriler itibariyle çok mümkün görünmüyor. AKP-MHP faşizmin baş temsilcilerinden Bahçeli’nin konuşmasından “tecrit” ve “umut hakkı” kelimelerini çıkartacak olursak Kürt Özgürlük Hareketine kendi önderliği üzerinden dayatılan bir teslimiyeti görmek çok zor olmayacaktır.
Faşist iktidar yeni bir özel savaş taktiği ile “çöktürme” planında yol almak istemektedir. Bunun bir boyutunu gerilla alanlarına, Rojava devrim topraklarına yönelik kesintisiz işgal saldırıları, diğer boyutunu “çözüm” adı altında tasfiye saldırıları olarak görmek mümkündür. Yani faşist devlet bir taraftan savaşın düzeyini yükseltmeye devam ederken diğer taraftan da bir “çözüm” süreci belirsizliğine sürükleyeceği bir diyalog zemininin siyasetini yürütmeyi deneyecektir. Faşist ortak Bahçeli’nin bir gün önce söylediği “Kürt’ü sevmeyen Türk, Türk’ü de sevmeyen Kürt değildir” sözlerini ertesi gün “Kürt sorunu yoktur” ile tamamlaması bu sürecin ironik ifadeleridir.
Erdoğan’ın “Kobane düştü düşecek” dediği günlerden Kobane zaferiyle inşası büyüyen Rojava Devrimi 1 Kasım Dünya Kobane gününü 10.yılında kutlarken AKP-MHP faşizmini esas korkutan dış cephenin İsrail değil, Kürt Özgürlük Hareketinin kendisi olduğu açıktır. Bu sebepten 3. dünya emperyalist paylaşım savaşında Orta Doğu’da demokratik bir güç olarak ezilen halklara emperyalistlerin sunduğu seçenekler dışında umut ışığı olan Kürt’lerin kazanımlarına saldırma, yeni kazanımlarına ise engel olma adına AKP-MHP faşizmi bu süreçte her yolu deneyecektir. Faşizmin yeni planlarının çerçevesini “çöktürme planı” üst başlığından bağımsız ele almak ise bugün TUSAŞ eylemini provokasyon görenler, kınama açıklamaları yapanlar, zaman ayarlı değerlendirenler için tam bir gaflet olacaktır.
