AKP-MHP iktidarı, gün geçmiyor ki kendisine muhalif ya da karşıt gördüğü bir kesimle ilişkilendirdiği bir kuruma kayyum atamasın. Son olarak Tele 1 televizyonu, kayyum saldırısının hedefi oldu.
Merdan Yanardağ tutuklandı. Tutuklanma gerekçesi “casusluk” iddiasıydı. Azıcık aklı olan biri, bunun düzmece bir tutuklama gerekçesi uydurma çabası olduğunu anlar. Geçtiğimiz günlerde Tele 1 altyazısında Netanyahu ile Erdoğan’ı aynı değerlendiren bir ifade geçmişti. Bunun üzerine iktidar cephesinden Tele 1 için “gerekenin yapılacağı” tehditleri dillendirildi.
Erdoğan ile Netanyahu arasında ilişki olduğunu dillendiren Tele 1’in Genel Yayın Yönetmeni, ne tesadüftür ki İsrail devleti adına casusluk iddiasıyla tutuklandı. Kayyum sonrasında Tele 1, belgesel ve turistik programlar yayınlamaya başladı.
Tele 1’e yapılan saldırı, halkın haber alma hakkına yapılmış önemli bir saldırıdır. Burada halkın, iktidarı sorgulayan ve ona muhalif olan zeminde haber alması engellenmeye çalışılıyor. Tele 1 televizyonuna yapılan saldırıya yeterince güçlü bir karşılık verilemezse, sırada diğer muhalif basın-yayın kuruluşları olacaktır.
AKP-MHP faşist rejimi, yasama, yürütme ve yargı sistemi üzerinde tam hâkimiyetini sağlamış durumdadır. Mevcut yasaları, iktidarlarını devam ettirmek için bir araç olarak en güçlü şekilde kullanmaktadırlar. Bu şartlar altında Türkiye topraklarında muhaliflerin legal alanda örgütlenme ve sözlerini ifade etme hakları ciddi bir saldırı altındadır.
İktidar, Türkiye’yi Lenin’in deyimiyle “bir halklar hapishanesine” çevirmiş durumdadır. Muhalif olan herkes değişik şekillerde hedef alınmaktadır. Faşist iktidarın saldırılarının ana mantığı, toplumu teslim almaktır.
Tele 1’e kayyum atanırken Hacettepe Üniversitesinde eli palalı faşistler, devrimci öğrencilere saldırmaktadır. Burada faşist iktidarın, toplumsal muhalefeti teslim almak için her türlü saldırı ve komployu hayata geçirebileceğini daha iyi anlayabiliyoruz.
Ülke bir kayyumlar ülkesine dönmüş durumdadır. Bugün ana muhalefet partisi başta olmak üzere muhalif olan her kesim, kayyum siyasetinden nasibini almaktadır. DEM Parti geleneğine dönük başlatılan bu kayyum saldırısı siyaseti, iktidar tarafından kendisine karşıt her kesime yöneltilen bir saldırı silahına dönüşmüş bulunuyor.
AKP-MHP iktidarı, son olarak Habertürk yayın kuruluşlarına dönük operasyonlarda gösterdiği gibi, kendisine yakın sermaye sınıflarını bile hedef almaya başlamıştır. Kayyum artık iktidar tarafından Türkiye siyasetinin çok kullanılan bir enstrümanı haline getirilmiştir.
Candaş Grubu’na yapılan operasyonda, esasen bu sermaye kesimlerinin AKP sonrası Türkiye için hazırlık yaptığı duyumları üzerine hareket edildiği bilgisi kulislerde konuşulmaktadır.
Bütün bu baskı ve zor uygulamaları, faşist iktidarın zayıflama ve çöküş sürecini engelleyemeyecektir. İktidarın bütün saldırılarının artık toplumsal meşruiyeti kalmamıştır. Ekrem İmamoğlu ve Merdan Yanardağ gibi isimlerin düzmece iddialarla tutuklanması, iktidar medyasında bile tartışılmaya başlanmıştır.
Ortada suçla alakası olmayan beyanlar ve iddialarla bağlantı kuran hâkimler muhalifleri tutuklamaktadır. Devrimcilere karşı AKP iktidarının kullandığı kirli yöntemler, artık burjuvazinin diğer kesimleri için de kullanılmaktadır. Bu koşullar altında, burjuva muhalefete bile bu şekilde saldıran iktidar, meşruiyetini esasen okyanus ötesi emperyalist güçlerden almaktadır. Özellikle Trump ile yapılan son görüşmelerde ABD emperyalizmine verilen tavizler sonrasında, iktidarın bu yönde saldırgan politikaları daha da derinleştireceğini görmek gerekiyor.
Faşist iktidar, açık bir şekilde bölgede bir savaşa hazırlanmaktadır. Bu savaş, Türkiye halkı için büyük bir yıkım getirecektir. Özellikle iktidarın dillendirdiği “iç cephe tahkimatı” söyleminin arkasında esasen bu amaç vardır. Bölgede gelişecek bir savaşta AKP-MHP iktidarı, yeni Osmanlıcılık hayalleriyle yayılmacı hedefler peşindedir. Bu hayallerin bir tarafı Kıbrıs, diğer tarafı Rojava ve Başûr Kürdistan topraklarıdır. Yine Libya’da ve İran’da da benzer arayışlar kendini hissettirmektedir.
Bu tablo içerisinde, iç politikada mümkün olduğunca muhalefeti susturmaya ve kendine yedeklemeye çalışan iktidar, dış politikada savaş hazırlıklarına devam edecektir.
Ancak iktidar, her ne kadar kendisini dev aynasında görse de Türkiye ekonomisi uzun süreli bir çatışma sürecini kaldırabilecek dinamiklere sahip değildir. Hâlihazırda var olan ekonomik hayatı sürdürmekte zorlanan iktidar, olası bir bölgesel savaşta yenilgi yaşarsa bu faşist iktidarın sonu olacaktır.
Elbette sürecin bütün faturası, faşist iktidar tarafından işçi sınıfı ve emekçilere kesilmektedir. Yaşanan ekonomik kriz zaten işçi sınıfı ve emekçiler için hayatı iyice zorlaştırmış durumdadır. Bir de bunun üzerine faşist iktidarın militarist yayılma arayışları eklenince, mevcut iktidarın meşruiyeti her geçen gün daha da azalacaktır.
Faşizmin kurmaya çalıştığı kayyum düzeni, karanlık bir distopyadır. Bu karanlığı dağıtmak için halkımızın devrimcilere her zamankinden daha güçlü bir şekilde ihtiyacı vardır. Faşizm ne planlarsa planlasın, tarih boyunca her zaman son sözü ezilenlerin direnişi söylemiştir.
1917’den bugüne, bu hep böyle olmuştur.
