YSK’nın İstanbul seçimlerine yönelik iptal kararı sonrası, tartışmanın “hukukilik ve yargı bağımsızlığı” ölçütü üzerinden sürdürülmesini ve seçimin iptaline yönelik kararın şaşkınlıkla karşılanmasını CHP cenahı üzerinden normal karşılayabiliriz. Ancak burada sorunlu olan nokta, bu sorunsalın Türkiye Sosyalist Hareketi’nin büyük bir bölümünde aynı düşün ve davranış karakteri üzerinden kavranmasıdır ki, bu tespit belirtmiş olduğumuz bu blokun, “politik samimiyetini” doğru bir zeminde kavramamız açısından ön açıcı olacaktır.
Son YSK kararı da desteklemektedir ki faşizm tarihsel yasalarına uygun işliyor. Kuramın tarihsel yasalarına uygun olarak, faşizm seçimle kazandığını seçimle bırakmayacağını ilan ediyor. Tarihsel ve güncel örnekleri göstermiştir ki faşizmi olağan burjuva siyasetinden ayıran en önemli moment, onun “karşı devrimci” karakteri ve ona karşı yürütülecek mücadele pratiğinin özgünlüğünde kendini göstermektedir. Son kertede bütün bir burjuva siyaseti karşı devrimcidir ancak “faşizmi” karşı devrimci karakteri içinde diğer burjuva sistemlerinden ayıran, kendiliğinden ya da normal mücadele yöntemleriyle çözülmeyişi, yıkıldıktan sonra çözülüşe uğrayacağıdır. Burada asıl soru, olağan burjuva siyasetiyle nasıl mücadele ediliyorsa, faşizme karşı aynı şekilde mücadele etmek sonuç getirir mi?
“7 Haziran 1 Kasım” süreci, somut verinin stratejik analizi bağlamında yukarıdaki tespitlerimizi doğrular niteliktedir. 7 Haziran seçim başarısı sonrası yaşanan rehavet, rehavetin “şenlikli muhalefet” algısı üzerinden pratiğe yansıyışı ve sürecin faşizmin kurumsallaşmasını derinleştiren bir sona tekabül etmesi, kurgunun yıkmaya değil kendiliğinden bir çözülüşü beklemeye odaklandığının deneysel örneği konumundadır. Son yaşanan YSK süreci 7 Haziran örneğinde olduğu gibi, AKP/RTE iktidarının bir normalleşme süreci içinde çözülmeyeceğini, çözülmenin kati bir yıkımdan sonra yaşanacağını somutlar niteliktedir.
YSK kararından sonra taraflar hukukilik tartışmalarına ve 23 Haziran’da yapılacak İstanbul seçimlerine tekrar odaklanmış durumdadır. CHP, bu bağlamda düşmanla savaş hukukunun bir tezahürü olan YSK kararına karşı kitlesini sokağa değil, tekrardan ve daha güçlü bir şekilde sandığa götürmenin uğraşı içindedir. CHP’nin egemen blok içinde devletlü bir parti olarak burjuva siyasallığına sarılması kendi siyasal karakteriyle çelişen bir durum değildir. Burada tartışılması gereken, önceki örneklerden hiçbir ders çıkarmayan Türkiye Sosyalist Hareketinin büyük bir kesiminin, stratejisini CHP’nin yarattığı veya yaratacağı yarılmada kurması, dahası ve daha vahim olanı pratik mücadele zemininde kendisini CHP düzeyine çekmesidir. CHP düzeyinden kastımız kendisini sadece parlamenterizm kıskacına sıkıştırması değil, sokağa indiğinde de CHP pratiğini aşamaması, aşma cüretini yitirmesi, başka bir ifadeyle kendisini pratik mücadele zemininde CHP ile eşitlemesidir.
Tartışmayı daha da derinleştirmek açısından konuyu, “faşizm ve zor diyalektiği” üzerinden değerlendirmenin ön açıcı olacağını düşünüyorum. Belirtmiş olduğum bu bloğun büyük bölümü, tespit ve söylemlerinde “faşizm” vurgusu yapmasına rağmen, onunla nasıl mücadele edileceği onun nasıl yıkılacağı sorunsalını cevapsız bırakmaktadır. Aynı cevapsız soru aynı yapılar açısından tarihsel zorun gerekliliğinde de karşımıza çıkmakta, aynı yapılar tarihsel zorun gerekliliğine işaret ederek, zorun kullanımını belirsiz hiç yaşanmayacak bir geleceğe yordamlamaktadır. Faşizm ve zor kavramları arasında oluşan bu olumsuz diyalektik bütünlük, bu bloğun “faşizm ve zor algısını” kavramamız açısından oldukça önemli bir noktada durmaktadır.
Bu anlayışın en önemli çıkış momenti, “CHP’yi sağa açılma politikasından” vazgeçirmektir. Burada önemli olan hamlenin CHP’nin hitap ettiği kesime değil, CHP’nin direk kendisine yönelişidir. Makro siyaset zemininin, egemen bloğun parçası olan CHP gibi bir partiyi sağa yaslanmaktan uzaklaştırmaya çalışmanın taktiksel bir gerçekliği bulunmamaktadır. Bu nedenle, kendisi makro siyaset zemininde yer almayan Sosyalist hareketin bu güçsüzlüğü ile CHP’ye içkin geliştirmiş olduğu bu taktiksel hamle başlarken yok hükmündedir. Burada üzerinde durulması gereken nokta, taktiksel bir hamle olarak önüne koyduğun aksiyonun senin devrim anlayışını şekillendiren stratejini parçalamasıdır. Sosyalist hareketin ideolojik zeminde sağa kaymasının taktiksel ve yapısal nedeni bu hatalı kavrayış üzerinden şekillenmektedir. HDP’nin kendi makro siyaset zemininde taktiksel bir hamle yaparak CHP’yi desteklemesi ile hiçbir makro zemini ve hegemonyası olmayan Sosyalist Hareketin CHP’ye yedeklenmesi yapısal olarak aynı şey değildir. İkincisi ideolojik anlamda çözülüşü beraberinde getirmektedir.
Bir diğer konu ise seçimlere ilişkin sürdürülen hukukilik tartışmasıdır. Yıkmak istediğin burjuva siyasallığını, o siyasallığın hukuk normları üzerinden tartışmak ve eleştirmek Türkiye solunun bu gününe içkin bir alışkanlığı değildir. Ancak AKP/RTE iktidarı gibi burjuva siyasallığını dahi rafa kaldıran bir rejimde, “hukukilik – yargı bağımsızlığı” gibi kavramlara atıf yaparak süreci analiz etmek, politik varlık sebebini ortadan kaldıran “hukuk-politik” kavrayışın ürünüdür. Politik kavrayışını burjuva siyasallığı üzerinden kuran bu siyasal akıl, sokak pratiğini de devletin çizdiği sınırların dışına çıkmama üzerine kurmuştur. Zihinde devletten kopuşunu gerçekleştirmeyen bu yönelimin sokak pratiği devletin dayattığı refleksler üzerinden şekillenmektedir. Geldiğimiz noktada sokak dinamiğini kurucu ve yıkıcı bir tarzda örgütleme sorumluluğunda olan birleşik devrim güçlerinin, sokağın dinamik aksiyonunu bu sorunlu algıya bırakmaması “birleşik-devrimci-militan” bir kitle mücadelesinin yaratımında elzem bir noktada durmaktadır.
YSK kararından sonra İstanbul’un birçok yerinde kitleler adres olarak sandıkta değil sokakta buluşmuştur. Uzun zaman sonra kitlelerin sokakla buluşması önemli olup bu çıkışın iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Ancak burada önemli olan sokağın sadece adres olarak verilmesi değil, onun taktiksel zeminde nasıl kullanıldığıdır. Hiçbir hedefi olmayan sadece kendi fasit dairesinde dönen bir sokak pratiği sönümlenmeye mahkûmdur. Çıkışı itibariyle ileri bir hamle olan sokak dinamiği, reformist yapıların inisiyatifine bırakılırsa hedefsiz – ezberci – statükocu – şenlikçi bir hatta evrilecektir. Yazının büyük bir bölümünde belirtmiş olduğumuz sağcılaşmaya karşı ideolojik mücadelenin pratik yansıması, sokak dinamiğinde “öncü inisiyatif” olma kararlılığıdır. Bu alandaki öncülük inisiyatifinin yaratımı açısından birleşik devrim güçlerinin sürece planlı ve birlikte müdahalesi zaruridir. Bu açıdan “11 Haziran ve Soma eylem pratikleri”, militan kitle mücadelesinin gelişimi açısından sürece yön veren can alıcı örneklerdir. Her iki tarih de öncülük inisiyatifinin kararlılıkla alındığı güçlü sokak dinamikleri olup, yapmış oldukları çıkışlar kitleleri hem reformistlerin hem de egemenlerin taktik yönetiminden çıkarmayı başarmıştır. Yazının başında da belirttiğimiz üzere; faşizmin, seçimle kazandığını seçimle geri vermeyeceğini ilan ettiği verili durumda birleşik devrim güçleri, kitlelerde biriken öfkeyi reformistlerin ve egemenlerin taktik yönetiminden çıkarıp, birleşik-devrimci-militan bir kitle mücadelesini bu günden örmek zorunluluğundadır.