Gündem, Umut Yazıları

Bilinçli öfkenin devrimci tarzı- Simon Gözen

‘’Yaşamı belirleyen bilinç değildir, bilinci belirleyen yaşamdır.’’ (Marx-Engels, Alman İdeolojisi)
Diyalektiği doğada, tarihte ve düşüncelerdeki genel ilişkilerin bilimi olarak ifade edebiliriz. Doğal sürecin gözlemlenmesi, insanlık tarihinin incelenmesi ve insan düşüncesinin kendisinin izlenmesi. Burada amaç diyalektik materyalist felsefenin doğa ve insan üzerindeki yöntemsel ve sürekli değişimi değil aksine insan düşüncesinin kendisinin izlenmesi olarak tarif edebiliriz. Düşünsel olarak bireyin incelenmesi ve bir duygu durumu olarak ‘’bilinçli öfke’’ temel yönümüz.
Tarihsel Diyalektik Materyalist anlayışla tüm insanlık tarihi ‘’sınıf savaşımları’’ tarihi der marx ve ana belirleyenin de ‘’üretim ilişkilerinin’’ olduğunu söyler. Bu ilişkiler nasıl yaratıp nasıl paylaştığıyla alakalıdır. Burada asıl öz ilkel komünal toplumdan kapitalist topluma kadar evrilen süreçte insan bilincinin gelişim dinamikleri bir dizi hayatta kalma mücadelesi ve bu mücadeleye içkin olarak bilincin nasıl şekillendiğini gösterir. Canlı organizmaların oluşumunu evrimsel süreç içerisinde inceleyen bilim doğanın diyalektik tarzda yorumunu da kendisinden sonra getirmiş oldu. Doğanın döngü dinamiğinin kendi içerisindeki yorumuna şekil veren her ne kadar metafizik düşünceyle maddeden bağımsız olduğunu iddia eden Hegel diyalektiği olsa da Marx ve Engels bu baş aşağı duran diyalektiği, metafizikten ayırarak ‘’Materyalist Diyalektik’’ olarak sac ayaklarına oturtan ve bunun doğa, insan ve insan düşüncesindeki gelişim dinamiklerini inceleyen öncüller olmuştur. Doğanın dinamik yapısının işleyişinde insanın oluşumununda bu diyalektik düşünceyle incelenmesi gerekir. Kabaca insanın insan olma süreci arka ayaklarının üzerine durması ve bir tek türden ayrışarak ön ayaklarının(ellerinin) alet yapımında ve geçim kaynaklarını üretmedeki beyninin oluşumu ve buda bilincinin oluşumunu getirmiştir. Sürü halinden göçebe yaşama oradan yerleşik yaşama geçiş binlerce yıl sürmüştür. Bu zaman dilimi içerisinde yaşamsal geçinme kaynaklarını doğayı tahrip etmeden öğrendi insan ve bu bilinç özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla birlikte doğanın tahrip edilmesi sürecine evrildi.
‘’Duygu’’ bilimsel olarak insan vücudunun herhangi bir yerinde gösterilen bir organ değildir. İnsanın düşüncelerinde açığa çıkan kalp ve akıl arasındaki diyalektik bağıntının bilinçsel dışavurumudur. Bilinç; algının, duygunun ve insanın farkındalık yetisinin merkezidir. İnsanın toplumsal yaşamında bu yetinin oluşumu toplumsal yaşama ve bu toplumsal yaşamın kendi bilincinde oluşturacağı kimyasal tepkimeyle ortaya çıkar. Bu dışavurum duygunun hangi noktada olduğunu gösterir ve ‘’öfke’’ bunlardan sadece biridir. Devrimci mücadele açısından duygunun önemi büyüktür çünkü devrimcilerin ezilenler cephesinde yer alması başlı başına bu duygu durumunu ifade eder.
Devrimci bilinç nesnel değil özneldir. Kapitalist üretim yasasının bir getirisi olarak sadece bir metayı tarif etmez, öze içkin gerçekliği yansıtır. Bu gerçeklik bireyin karakteristik özelliklerini de ortaya çıkarır. Kapitalizmin bireciliğine, rekabetine karşı komünal özün karakteridir. Marksizm ana tema olarak ‘’sürekli hareket’’ üzerine kurulu teori ve bu teoriyi an’a içkin pratik harekete dökecek taktiksel hamlelerin yöntemsel gelişimini esas alır. Bu gelişim ve değişim yasası bireyin kendi duygusal edimiyle savaşından geçer ilk olarak. Burada ki duygusal edim bireyin düşünsel dünyasında olup bitmiş değil aksine diyalektik bir bağıntı olarak sürekliliktir. Duygunun bilinçle harmanlanması bu düşünsel edimi ortaya çıkaracak iradenin kendi içindeki hesaplaşmasıdır. Hesaplaşma Marksist diyalektik düşünce açısından son bulacak bir durum değil aksine sürekli çatışacak ve bu çatışmanın sonucunu an’a içkin yapısal teorik birikim tarzınınpratik hamlelerini gerçekleştirecek devrimci bir dönüşüme tekabul eder. Bunun sonucunda uzlaşmaz duygu durumundan biri galip gelecek ve bireysel iradi tutum örgütsel bir formasyona evrilecektir. Bu örgütsel formasyonun içerisinde yer alan birey mücadeleye içkin tüm teori ve pratiğini dışavuran‘’devrimci bilinçle öfkeye’’ çevirecek ve emperyalist-kapitalizmin ‘’zora’’ dayalı sömürü düzenini talan edip kitleleri komünal özgürlüğüne yani gerçek özgürlüğüne kavuşturacaktır.
Günümüz eleştirmenleri veya düşünürleri gibi ‘’herkesin bir aklı var ve nasıl isterse kullanır’’ liberal düşüncesinden hareket etmek işte kapitalizmin ilişkilerinin, an ve an gerçekleşmesi. Elbette herkesin bir aklı var fakat bu akıl marksizmin kapitalist üretim tarzı ve ilişki yasasında yapısal olarak ortaya çıkardığı yabancılaşmayı da beraberinde getirir. Kişi kendisine ve topluma yabancı olduğu bir sistemde bilincini doğru bir yöne evirmede zorlanacaktır çünkü doğası gereği kişi sistemin dehlizlerinde kendi ürettiğine de yabancıdır. Bu yabancılığın sona ermesi ancak ve ancak komünal özün ortaya çıkaracağı iradi bir bilinçle mümkündür. Bunu yaparken temel referansımız ‘’bilimsel sosyalizmdir.’’ Bilimsel sosyalist düşünce tikel olanı red eden ve teorik alt yapısını diyalektik ve tarihsel materyalizmin olduğunu hayatın her alanında yürütücüsü ve uygulayıcısıdır. Aklın ve bilincin ne şekilde kullanılacağının temel referansı bu teorinin altında yatmaktadır.
‘’Bilinç yaşama dahil olmadan toplum olmaktan söz edemeyiz…Tersine hakikatin gidişatına bilinç yeni bir etken olarak katılır. Bilinçinsanın kendisiyle beraber çevresini anlamlandırma çabası olarak ortaya çıkmaktadır. Düşünme eylemi böyle bir çabaysa sonuç olarak üretilen düşünceler insanla çevre arasındaki ilişkileri oluşturan bağlardır.’’ ** Yaşamın içerisinde sanat, tarih, bilim vb. gibi şeyleri üreten bilinç yabancılaşma mottosunu aşmış olacaktır. Üreten bilinç değişim ve dönüşüm diyalektiği içerisinde doğru bir tarzla kitlelerle kurulacak ilişkinin bağlarını da oluşturacaktır. Toplumsal olarak üretilen her yeni durum kişinin karakterinin de oturmasını sağlayan netlik bilincini açığa çıkarır. Kişinin özüne kavuşacağı an hakikatle yüzleştiği an olacaktır. Açığa çıkan gerçek şudurki; kişi dünyaya geldiğinden itibaren çevresini ve kendisini anlamlandırma çabası içerisindedir, bu anlam büyüdüğü topluma ve temas içerisinde olduğu insanlarla kurduğu ilişkiler bütünüdür. Bahsettiğimiz bu ilişkiler bilincin üretimidir ve asla insanın maddeyle olan ilişkisinden bağımsız ele alınamaz. Bu gerçeklik bizi nesnel değil öznel olan diyalektik bilince götürür. Ortaya çıkan bilinç kendi içinde düşünsel manevralara da sürüklenebilir. Bunlar duygu durumu olarak açığa çıkar; üzüntü, sevinç, acı, öfke bunlardan bazılarıdır.
Bilinçli öfke devrimci saflarda kendisini sürekli yenileyen, geliştiren ve dönüştüren, nereye evrilmesini bilen bir duygu durumudur. Fakat öfkenin de kendi içinde farklı noktaları vardır. Korku paniğiyle ortaya çıkan öfke durumu, cesaretle anlam kazanan öfke durumu gibi. Buradaki mesele korku da olsa cesarette olsa öfkenin kontrol edilmesini gerektirecek iradi bir devrimci bilincin rayına oturmasıdır. Ancak böyle bir iradi tutum ortaya gerçek bir karakter çıkarabilir. Aksi halde korkunun egemenliği kişiyi karanlığa çekmede hiçbir beis görmez veya kontrolsüz öfke kişinin cüretli niyetinin önüne örülü bir duvar gibi oradan çıkmasını sağlayacak devrimci bilincini kullanamamasına neden olur.
Sonuç olarak; insanın doğumundan çocukluğuna ve gençliğinden yetişkin dönemlerine evrilen süreçte bilincin oturması ancak ve ancak açığa çıkacak komünalkişiliğin oluşmasıyla şekillenebilir. Toplumsal bilinç insanı karanlığa çeken kapitalist sistemin yanlışlarıyla değil, devrimci tarzın çelikleşmiş iradesiyle oluşabilir. Bu da bir dizi yaşamsal muhasebeden kişinin özüne kavuşmasını oradan da toplumsal mücadelede ruhun, bedenin ve düşüncenin özgür yaşam iradesine ve gerçek bilincine götürür, ‘’Özgürlük bilincine.’’

** Özgür yaşam devrimi kendinde gerçekleştirmektir.

Paylaşın