Koronavirüsü salgınının geldiği boyut ile ileride kazanacağı boyut hepimizce aşikardır. Neoliberalizmin bir süredir dünya genelinde ve özellikle birçok bölgede yaşadığı krizin aşılmasının anahtarı olarak görülen salgın, ülkemizde de benzer algıyı beraberinde getirmektedir. Bu algı daha önceki pratiklerini sergileyerek ezen ve ezilen, emek ve sermaye arasında köprü olmaktadır. Bu, devletin yarattığı üstyapısal hegemonyaya sığınmak demektir. Şu anki mevcut durum kitlesel ölümleri, beraberinde ise daha derin bir krizi taşımaktadır. Bu krizi kendi kaderine bırakmak, ya da birilerinin inisiyatifine bırakmak, gelmesi muhtemel ekonomik kriz ortamında iktidarın fiziki ve mental saldırılarını meşru kılmak demektir.
Bu sebeple üstyapısal olgular üzerinde durmanın anlamı pekiştirdiğini düşünüyorum. Çünkü devletin rıza üretme ve kendisine mecbur kılma mekanizması egemenler içerisinde AKP-MHP faşizmiyle ilerletilirken, bu faşist yapı soyut ve somut kurumlarıyla işçilere ve topyekun halka bir savaş ilan etmiştir. Merkezi bir ağırlığa dönüşmek için hamleler üreten iktidar, bu noktada ideolojik yeniden-üretimin senkronizasyonunu önemsemektedir. Faşizmin bütün kişi ve kurumları bu merkezi ağırlıkta alanına ilişkin rolleri gerçekleştirip hem algılarda bir manipülasyon gerçekleştirmekte hem de kendi ideolojik, ekonomik ve siyasal çeperini genişletmektedir. Yayın organları, bakanların ve faşist vekillerin açıklamaları, valiliklerin insanları sokak ortasında öldürenlere dair ‘kazaen’ açıklaması, diyanetin açıklamaları, sokaktaki günlük yaşama indirgetilmeye çalışılan hegemonik ideoloji bu yeniden-üretim için bazı doğum yerleridir. Ancak unutulmaması gereken diğer (asıl ideolojik hegemonya üretim yeri) yer ise üretimin gerçekleştiği mekanlardır. İşçi sınıfının bu üst yapısal olgulara dair bir güvensizliği ve buradan doğabilecek -anlık/veya değil- örgütlenmesine karşı da devlet ekonomik alt yapısal döngüsünü sorunsuz devam ettirme arayışındadır. Altyapı ve üstyapı birlikteliğinin devlet için sorunsuz devam etmesi, işçi sınıfının evde kalamayarak çalışmak zorunda olduğunun hissettirilmesi ve bunun ‘bugün yarın bitecek zor günler’ olduğunun pekiştirilmesiyle doğrudan bağlantılıdır. Bütün bu bağlantılarda ise hem fiziki zor hem de hegemonik zor devrededir. Rıza yaratma süreci ile egemen ideoloji arasındaki ilişkinin tesis edilebilmesi için hegemonya; kapitalist devlet tipi ve onun biçiminin egemenlik ve iktidar kavramını kurumlaştıran araç pozisyonundadır. Bu sebeple özellikle salgın süresince ideolojik hegemonya, zor ve rıza arasındaki ilişkilerin bütün sınıflar ve temsilcileri için kavranılması gerekmektedir.
Sosyalist hareketin bir kısmına egemen olan kriz anlarında ne yapacağını bilememe hali olan belirsizlik sendromu bugün kendisini tekrardan tesis etme imkanı bulmuştur. Krizin dayanışmayla çözüleceğini düşünmek ile dayanışmanın içsel bir güdü olduğunu tespit etmek farklı kavramlardır. Birincisi ‘devrimci öncünün’ politik tercihi iken ikincisi halk içerisinde doğalından gelişen oluşumlar/hareketlerdir ve araçsal niteliktedir. Bu politik tercihin ise teoride güzellemesi yapılırken pratikte ise hedeflenen şeyin ne olduğu karıştırılmaktadır. Ya da denilebilir ki bu ilk tercih birileri tarafından aslında gerçekten de hedeftir. Hedefin devrimci olmayışı ama devrimci lügat içerisinde yer alışı nedeniyle bir ideolojik kavganın da verilmesi gerekmektedir. Bu, sosyalist hareketin devrimcilerinin sadece yazarak çözebileceği bir mesele değil, pratiğiyle çözüme erdirebileceği bir sorundur.
Devrimci mücadeleye, meşruluk çizgisi temelinde ki yaklaşım, devrimci propaganda ve ajitasyona zarar vermektedir. Devrimci meşruluk an’da ve mekanda tartışılan değil dün ve bugün yer her yerde olduğu gibi gerekli olan mücadeledir. Bugünün Türkiye’sinde ‘bu koronavirüs, insanların AKP’ye öfkesini artırdı’ demek kimileri için devrimci strateji, taktik ve ideolojik hegemonyanın vücut bulmasından çok uzak bir mantığın ürünüdür. Meşruluk, sanki zor zamanlarda solcuların ortaya çıkıp çeşitli hayır işleri yapmasıymış gibi gösterilerek iktidar hedefi boşa düşürülmektedir. Siyasal mücadele içi boş bir alana kaydırılıp, düzen içi, sosyal yardımcı ve CHP yedeği anlamı kazandırılmaktadır. Geçmişten beri ve sayıları hiç de azımsanmayacak düzeyde olan bu mantalite sahipleri, muhaliflik ile devrimcilik arasında uzun yıllardan beri var olan açı farkını en aza indirme gayretini taşımaktadır. Devlet politikalarına uyum sağlama ve hareket kabiliyetini ona teslim etmek adına bir uğraş bulunmaktadır. Bugünün sol ve sosyalist hareketinin tamamına dair gösterilmesi gereken iddia, devrimci eylemlerle anlam kazanarak herşeyi iradesine dahil etmelidir. Her kurumumuz ve alanımız, devrimci öznenin ve devrimci eylemin doğum yeri olmalıdır. Her alanda hayatı durdurma çağrısı karşılık bulabilmeli ve cevap üretebilmelidir.
Dünya üzerinde ki bütün ulus burjuvalarının çoğunluğa yakınının küresel çapta küçüleceği istatistikleri yayınlanmaktadır. Bu şu anda proto örneklerini hissettiğimiz bir sürecin içerisinden geçtiğimiz göstermektedir. Kapitalizmin esas hatlarının kurulu olduğu başta Amerika ile Avrupa ve Uzak Asya ülkeleri mevcut salgın durumunda üretimin devamını maksimum seviyeye çıkararak ekonomik küçülme eğilimlerini en aza çekmeye çalışmaktadırlar. Daha ‘az’ üretimi daha fazla kaldıramayacak pozisyona evrilen bu ülkeler devam eden salgın sürecinde kısa bir süre sonra önlemleri kaldırarak insanlara bununla yaşamayı öğretecektir. AKP/MHP faşizmi de Ramazan ayı sonrasına işaret ederek çeşitli değişiklikler yapacağını söyledi. Halihazırda üretimlerin durmaması için işçi sınıfının çalışmasını emreden devlet, aynı sömürü düzeninin kaldığı yerden daha da ağırlaşmasını ve olursa bu süreçten hegemonya zaferi ile sıyrılmayı planlamaktadır.
Bu zafer planlarını, üretim çarklarına ve denetim alanlarına dahil olmayan sosyalist hareketin öncüleri kırabilecek planlara sahip olmalıdır. Kitleleri anti-faşist ve anti-kapitalist özgürlük mücadelesinin öznesi haline getirebilecek argümanların örgütlemesi devrimci eylemi ve sosyalizmin devrimci fikrinin hakim olmasını zorunlu kılmaktadır. Kitlelerin öncüleşebilmesi, atılımların sürekliliği ve çoğul kopuşun gerçekleşebilmesi için emek ve sermaye, ezen ve ezilen arasına devrimci pratikler girmelidir.
Önümüzdeki dönem, irade savaşında anlık sürece tekabül edebilecek olan kazanımların kimin hanesine yazılacağını gösterecektir. Devrimci mücadelenin kitle çalışması alanlarında daha etkili bir yöntemle kazanımların oluşmasının çizgisi sermayenin ve devletin mevcut otoritelerine karşı onları yıpratacak eylemlerdir. Klasik bir ajitasyon-propaganda ve protesto/yürüyüş çalışmasının dışına çıkarak devrimci militan kitle hareketinin zoru ortaya çıkarış sürecine de alan açılmalıdır.
Alanların merkeziliğiyle militan kitle çalışması, devrimci savaş ve birleşik mücadele hattının geniş halk kitleleri ve işçi sınıfının çalışma alanlarında yürüteceği mücadelenin niteliği hedefe dair yöntemin yönelimini belirlerken, sosyalist hareketin bir kısmından da kendisiyle beraber kitleleri ayırarak bir örgütlülüğe dönüşecektir. Yöntemin yönelimini, yani praksisin bir parçasını, açmak gerekirse bir önceki paragrafa binaen ekleme yapma gerekecektir. Salgın ortamı, burjuvazinin manipülatif söylemlerini ve pratiklerini -günden güne artan yoğunlukla- başta işçi sınıfı ile beraber gençlerin, kadınların ve bütün ezilenlerin kitlesel bazda kabul etmeyeceği gerçeğini ortaya kısa sürede çıkardı. Bunu daha büyük bir öfkeye ve organize reddedişe sürükleyecek hem militan bir kitle hareketine(ya da bugünün örgütsüz kitlelerinin de buna katılmasına) hem de devrimci zora ihtiyaç vardır. İşçi sınıfının taşeronlara, müdürlere ve patronlara olan öfkesi; gençliğin üniversite yönetimlerine, özel üniversitelere ve bakanlığa/YÖK’e olan öfkesi; liselerinin YKS tarihinin öne çekileceği haberleri yayıldığında hissettiği stres; kadınların patriarkaya ve devletin özelleşmiş bütün saldırı mekanizmasına dair öfkesi; LGBTİ’lerin diyanete öfkesi; gazetecilerin, doktorların, avukatların vd. tutuklamalara ve şiddete olan öfkesi; ve toplumun her kesiminin kendi parçasından duyduğu bütün öfkeler… Bu parça parça oluşan öfkeyle karışık özgürlük istemini hem faşizme karşı tek hale getirmek hem de bu öfkenin cesaretli bir örgütlülüğe dönüşmesi için alanın/sorunun kendisi içerisinde bulunan burjuva-faşist sivil odaklara karşı anti-faşist/anti-kapitalist mücadele etmek gerekmektedir. Nihai praksisi tamamlayacak olan işçi sınıfıdır ama bugünün mevcut durumu hala bütün alanların ve örgütlenmelerin hayatı durdurma / zoru gerçekleştirme imkanına sahip olduğunu göstermektedir.
Hedefsel bütünlüğün devrimci savaşımla önemli bir boyuta geleceği aşikardır. Büyük çapta işçi ve emekçilerin bulunduğu her alan bu çalışmanın havzasıdır. Faşizmin kendi iç çelişkilerini çözmek için kullandığı savaş/ideolojik aygıtlar/zor ile devrimci savaşımın arasında özgürleşme farkı vardır. Emekçileri ve bütün kitleleri büyük bir kırılmanın ve sistemle ayrışmanın ayrı kutuplarına getirecek olan, içinde hissettiği o özgür olamama hissiyatının bilince erişmesi gerekmektedir.
Sosyalist harekette ve kitleler içerisinde ideolojik/pratik öncülük ile devrimci zorun aralayacağı kapı kırılmayı derinleştirecektir. Bu bir haklılık söyleminden ziyade tarihsel pratiklerin iradi gölgesidir. Küba’da bir dönem hiçbir şeysiz kalan Castro, Che ve bir avuç yoldaşı devrimi örgütledi; Rusya’da Lenin önderliğinde Bolşevikler küçücük bir grup iken Sovyet devrimine kadar uzanan bir hikaye yarattılar. Ve iki ayrı ülke devriminde ortak olan, ‘benzerleriyle’ yer aldıkları kulvarda devrim için sadece inandıkları ideolojileri, stratejileri ve onun pratiklerinin olmasıydı.
Kaosun ağırlığıyla düşecek olan gökkubbeyi ‘izleyen’ herkes aynı şarkının sözlerini söylüyor ama iş eyleme dökülürken praksisler ayrışıyor.
