Yeryüzünün hemen her yerinde kadın direnişleri yaşanıyor. Meksika’da, Polonya’da, İran’da sokağa çıkan kadınlar sokakları, adliyeleri, polis merkezlerini ateşe vererek sürdürdükleri direnişleriyle tüm kadınlara cesaret verdiler. Geçtiğimiz yıl Las Tesis’le dünyanın hemen hemen her yerinde yankı bulan kadın direnişi görünürlüğü, bir sene evvel yine Şili’de, İran’da, Rojava’da kendini gösteren isyanla bütünleşerek yayılmaya devam ediyor. Patriyarkal kapitalizmin saldırısı altındaki kadınlar direnerek kazanımlarına ve yaşamlarına sahip çıkıyorlar. Tarihsel olarak kadınların bugün sahip oldukları tüm kazanımların benzer direniş süreçlerinin mirası, doğru ifadeyle çoğu zaman da canla başla verdikleri mücadelelerin kazanımı olduğu bilinir. Oy kullanmak, eğitim almak, politika yapmak, aileden başka bir hayat kurmak, çalışabilmek, şarkı söylemek, dans etmek hatta sosyalist saflarda özgürce kürsü kullanabilmek, var olabilmek kadınların giyotinilerden, afaroz, cezalandırma ve hapislerden bugüne getirdikleri uzun soluklu direngenliklerinin sonuçları. Kadınlar uzun mücadeleler sonucu kazandıkları hakları için erkek egemenliğine karşı mücadelelerini tüm dinamizmleriyle sürdürüyorlar.

Yaşanan ekonomik, siyasal krizlerin, yapısal değişimlerinin ve dizayn süreçlerinin doğrudan hedefleri arasında kadınların toplumsal konumu, emeği ve yasal-yaşamsal kazanımları bulunuyor. Polonya’da giderek sertleşen kürtaj yasasıyla kadınların kürtaj haklarına dönük saldırının keskinleşmesi, Meksika’da cinsel saldırı faillerine karşı uygulanan ceza indirimleri ve erkek yargıya karşı kadınların başlattıkları mücadele, İran’da kadınları hemen her anlamda sarmalamış devlet kuralları dışında yaşayabilmek, Irak’ta yapılan zamlarla artan işsizliğe ve hayat pahalılığına karşı başlayan isyan, farklı coğrafyalarda farklı tezahürleriyle patriyarkal kapitalizme karşı yürütülen mücadeleler olarak öne çıktılar. Emek sömürüsü, erkek şiddeti, cinsel şiddet, erkek egemen kültür gibi saldırılar karşısında kadınlar tüm yeryüzünde sürekli harladıkları mor isyanla kadın mücadelesini, feminist mücadeleyi büyüttüler.

Türkiye’deyse neo-liberal muhafazakar politikalarla kadına aile dışında yaşam alanı bırakmayan (keza aile içinde de kadının yaşam hakkını sürekli ürettiği patriyarkal kültür ve şiddetle daimi olarak tehdit eden, kadının hane içi emeği sömürüsünü yoğunlaştıran) yapısıyla iktidar kadınlara yönelik saldırılarını politik ve fiili olarak sürdürülüyor. Doğrudan iktidar tarafından, kadınlara yönelik şiddet ve saldırılar iktidar aygıtları aracılığıyla meşrulaştırılmaya çalışılıyor. Patriyarkanın bir kurumu olarak, devlet eliyle kadınlara karşı saldırılar, siyasal gericilik ve emek sömürüsü örgütleniyor, yeniden üretiliyor ve sürekli gündeme geliyor. Çocuk istismarının yasallaştırılmaya çalışılması, kürtajı yasaklama girişimleri, kadınların ücretli alandan çekilerek ısrarla eve gönderilmeye çalışılmasına karşı sokağa çıkanların karşısına ise tüm saldırganlığıyla devletin kolluk kuvvetleri çıkıyor.
Emperyal kriz neticesinde şekillendirilen sermaye politikalarının kadınlara dönük yaptırımları, kadınların ücretli emek sömürüsünün ve eşitsizliğinin yükselmesi, ucuz iş gücü ihtiyacı doğrultusunda güvencesiz çalışmanın ve üretim alanlarının kadın emeği üzerinden biçimlendirilmesi yine sermaye dolayımıyla kadınlara yönelik saldırıları gündeme getirdi. Yoksulluğun artmasıyla beraber sosyal haklarından ve güvenceden yoksun olan kadınlara yönelik saldırılar, şiddet ve sömürü, ırkçılık, savaş ve muhafazakarlık pekiştirmeleriyle derinleşti. Israrla sürdürülen kadın saldırganlığı aynı zamanda kadının sermayeden ve aileden bağımsızlığına karşı bir kuşatmayla, heteroseksizm, aile, annelik yüceltmeleriyle de bütünleştirildi. İktidar temsilcileri tarafından vaktinde ‘Annelik en önemli kariyer’ izahıyla da belirtildiği gibi kadınlar istihdam alanlarının dışına atılmaya çalışıldı. Bununla beraber, aile dışında hayat kurmaya çalışan kadınlar yok sayılıp hedef haline getirilirken, boşanmayı zorlaştıran yasal düzenlemeler ve nafakaya yönelik saldırılarla kadınlar aile kıskacına mahkum edilmek istendi .

Kadın cinayetlerinin artması, cinsel saldırı faillerinin serbest bırakılmasının yanı sıra açıkça devlet tarafından korunması, kadın emeğine dönük cinsiyetçi uygulamalar ve politikalarla karşısında ciddi bir öfke örgütledi.İktidarın bahsettiğimiz dönemlerde hayata geçirmeye çalıştığı kadın düşmanı politikaları karşısında çıkışlar yapan kadın hareketi bu nedenle sadece mevcut kadın öfkesini görünür kılmadı aynı zamanda AKP- MHP ittifakına karşı sokak mücadeledesinde bir direnç yarattı. Israrla sokağa çıkan kadınlar nedeniyle iktidar süreci tam istediği gibi sürdüremedi ve geri adım atmak zorunda kaldı. Kriz, pandemi, savaş dönemlerinde iktidar politikaları tüm keskinliğiyle kadınlara yönelik saldırıları da bünyesinde barındırdı. Geçtiğimiz dönem, AKP’nin erkek yüzünün/yapısının görünürlüğü bu açıdan daha da belirginleşti.
Faşizme ve iktidarın tüm yasakçılığına rağmen kadınların direnişi, her saldırı karşısında ses çıkaran, sayıları binleri, onbinleri bulan, kent meydanlarını dolduran ve AKP’nin siyasal hegemonyasını doğrudan sarsan bir dinamizm olarak kendini korudu. İstanbul Sözleşmesi, pandemi süreci, kadın cinayetleri, Kürdistan’da yürütülen savaş ve kayyum süreçleri gibi dönemlerde kadınlar ısrarla sokaklarda, meydanlardaydı. Bu açıdan; Türkiye’deki kadın mücadelesinin bugünkü direngenliğinde ve geldiği aşamada 80’li yılların sonrasında şekillenmeye başlayan kadın hareketinin, özellikle feminist hareketin, emeği ve katkısının büyük etkisini olduğunu belirtmek gerekir. Geçmiş deneyim ve kazanımlarla ilerleyen kadın hareketinin geldiği aşama tüm kadınlar için nefes alanı, umut oluşturdu.
İktidarını korumaya çalışan ve kurumsallaşan AKP faşizminin erkek egemen karakteriyle bütünlüklü olarak bu süreci dizayn ettiği ve kadın hareketinin direngenliğini kırmak için tüm araçlarıyla saldırganlığını devam ettireceği malum. Toplumsal muhalefete dönük saldırıları içinde kadın hareketinin özellikle hedef alınması, aynı zamanda sokakta kendini görünür kılan kadın mücadelesinin kadınları örgütlediği, harekete geçirdiğinin bilinciyle sürdürülüyor. Taksim’de yükselen kadın sesinin binlerce kadına ulaştığını, yapılan kadın eylemlerinin karşılık bulduğunu bildiği için sadece mevcut direngenlikleriyle değil örgütlenme potansiyelleri itibariyle de kadın hareketi AKP- MHP için tehdit olarak görülüyor. Sömürülen, şiddet gören, saldırıya uğrayan kadınların isyan sesinin binlerce kadın tarafından yankılanması, gelecekte sokağı daha da saran kadın mücadelesinin emareleri olarak değerlendiriliyor.
Patriyarkal kapitalizmin her açıdan denetlenebilen, sömürülen, erkeğe ve sermayeye hizmet eden kadın algısına karşı Türkiye’de sürdürülen mücadele ve Rojava Direnişi’nde öne çıkan kadın direnişi önemli bir dönüm noktası yarattı. Kobane Direnişi ile başlayan dönemde ortaya çıkan kadın direnişi ilerleyen dönemlerde YPJ öncülüğünde toplumsal inşaa süreçleriyle bütünleşerek Rojava’da kadın kazanımlarıyla sürdürülüyor. Bu sürecin tüm dünya üzerindeki temel etkisini ise önce IŞİD çetelerine daha sonra da TC işgalciliğine karşı savaşan kadınlar oluşturdular.
Rojava’da kadınlar öncülüğünde kazanılan kazanımlar sadece Rojava topraklarıyla sınırlı kalmadı. Bu deneyim ve kazanımlar, aynı zamanda cihadist çeteleri ve işgalciliği destekleyen emperyalizme, erkek devletlere karşı kazanıldı. Kadınlar bu savaşta patriyarkal kapitalizme karşı mücadele açısından da tarihi deneyimler elde ettiler ve dünyanın her yerinde kadınlara başka bir dünyanın mümkün olduğu ilhamını verdiler. Bu birikimin Rojava sınırlarını aşarak yayılımı kadınların örgütlü, militan ve sınırları aşan mücadelesi olarak tezahür etti. Şimdi bu tezahürü her yerde filizlemek, patriyarkal kapitalizme ve faşizme karşı mücadeleyi geliştirmek, artık canına tak etmiş, her kadın cinayetinde, cinsel saldırıda öfkesi keskinleşen kadınları topyekün harekete geçirmek gerekiyor.
Aynur’un adımlarını takip edelim
İfade etmeye çalıştığımız üzere, bugün kadın hareketi patriyarkal kapitalizmin temel dinamiği olarak devleti doğrudan karşısına almak zorunda. Patriyarkal kapitalizmin saldırganlığına karşı ‘kurtuluş ama nasıl?’ sorusunun bizlerce cevabı militan kadın mücadelesiyle, taaruzu esas alan yaygın bir örgütlenmeyle mümkün olduğu üzerinedir. Burdan yola çıkarak, ‘zorun’ bu açıdan vazgeçilmez olduğu kanısındayız. Kadınlara yönelik tüm pervasızlığıyla süren erkek egemen saldırılara karşı kadın öncülerce yürütülen, karşı ataklar üretebilen mücadele hattını örgütlemek gerekli.
Erkek egemenliğin cisimleşmiş hali olan AKP-MHP faşist iktidarına karşı, kurtuluşları için mevcut mücadele zeminlerini, yöntemlerini zorlamalıyız. Mevcut mücadele zeminlerini aşan, ileriye sıçratan karşı saldırı hali sadece kadınların öfkesine cevap olmakla sınırlı kalmayıp kadınlara yeni alanlar, patriyarkal kapitalizmden koparılmış mevziler kazandırır. Kadın kazanımlarını koruyabilmek ve yaşayabilmek için evden, sokaktan, okuldan… bulunduğumuz her yerden erkek egemen saldırılara yanıt üretmeli, patriyarkal kapitalizmi zorlamalıyız.
Hayatını savunan kadınların sesini yükseltmeli, Türkiye’deki militan kadın mücadelesinin öncüleri olarak AKP-MHP faşizminin erkek egemen saldırılarını örgüteleyen tüm kurum ve faaliyetlerini hedef almalıyız. Patriyarkal kapitalizme karşı her yöntemi içeren ve sürekliliği olan, sonuç alan ataklar örgütlemeliyiz. Bugün erkek egemenliğe karşı attığımız her sloganın, yaptığımız her eylemin onlarca, binlerce kadında karşılığı var. Hayatını savunan, sömürülen binlerce kadın umudun kadınlarda, kadın mücadelesinde olduğunun bilincinde. Her çaldığımız kapının ardında bizler gibi ‘artık yeter’ diyecek kadınların olabileceğini, erkek devlet yasaklamaya çalışsa da, engellemeye kalksa da yaptığımız her eylemin bir kadının öfkesine denk geldiğini, cesaret verdiğini biliyoruz. Kadın mücadelesinin öncüleri, canına tak eden kadınları harekete geçirecek, onları sokağa dökecek ve doğrudan patriyarkal kapitalizmi hedef alarak militan direnişi örgütleyecek kadınlardır. Fabrika önleri, sokaklar, işyerleri, okul sıraları, evler… Her yerde sesimizi, sözümüzü, eylemimizi duyuralım.
KKB’nin kurucu öncüsü Aynur’un ifadesiyle;
“Hayır, yaptığıyla yetinen bir tarzda hayatımızı sürdürmeyeceğiz. Oyun dışının kurallarına hakim olup ona göre yaşayacağız. Alışılmış politika yürütme tarzına karşılık yalnızca iradeyi ortaya koymak dışarıdakilerin görevi değildir. Bir iradeyi selamlamak da yetmemektedir. Potansiyel kadın gücünü harekete geçirecek bilince ve açık görüşe sahip olabilmek için bütün külliyatı yalayıp yutmaya gerek olmasa da politik bilincin ve kadın bilincinin yükseltilmesi için bütün araçları devreye koymak gereklidir. İhtiyacımız olan kadın militanlardır. Bir işin yürütücüsü olmak var olan sınırlar içerisinde yetmiyor: Ölçüt, eylem ve örgütlenmedir. Bunu yapacak cesaret ve cürete sahip bir militanlaşmadır. Bugün önüne devrimci görevler sıralanan biz dışarıdakiler, düşman elinde tutsak olduğumuzu düşünüyorsak ortaya bedenimizden yarattığımız eylemimizi koyalım; ama yok dışarıda ve araçlara sahipsek en yaygın propaganda ve eylem yapmamak için bahane üretmekten başka işlerimiz olduğunu kabul edelim. KKB ve KÖG’ün konseptinde kadın mücadelesi bugün militanlıkta yaşanacak herhangi bir tıkanmanın düşmanın gücünden kaynaklandığı anlayışını kabul etmiyor. Eksiklik oyun içinde olma ısrarından gelmektedir. Militanlıkla kadın mücadelesini birlikte ele almak için argüman üretmeye çalışan örgütsel ve politik tartışmalar her ne kadar metni olumluyor gözükse de oldukça gereksiz ve geri. Görünmeyen bir militanlık, üstencilik, bir değere yaslanarak yaşama olgusu kof ve ileri derecede teslimiyete götürecek kadar tehlikeli. Başarı düşmanda yarattığı gerileme ve kadın mücadelesindeki ilerleme ile görülebilecek kadar netken, eyleme geçmekten başka şansı olmayan bizler ‘oyunun dışına çıkmaktan’ önce kendimize görevler çıkarmayı anlamalıyız. İşe kendi hücrelerimizi parçalayarak başlıyoruz.”
Rojava’daki kadın devrimcilerin, Meksika’da Zapatista kadınların, Arjantin’de direnen kadınların cesaretini yaymak için ve bir kişi daha eksilmemek için direnelim, Aynurlaşalım!