22 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Milletvekili ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Leyla Güven tutuklanarak hapsedildi. Önce Amed Hapishanesi’ne oradan 1 gün içinde Elâzığ Hapishanesine nakledildi. Tüm haksızlık ve hukuksuzlara karşı direnirken tutuklanan Leyla Güven’e yapılan bu tutuklama onun nezdinde bütün mücadele yürüten ve yürütme potansiyeli olanlara karşı yapılan bir saldırıdır. Devletin yeni Leyla Güvenlerin önüne geçmek için giriştiği beyhude bir çabadır. Cesaret bulaşıdır ve bunun farkında olan devlette buna engel olmak için bugünlerde en popüler olan yöntemiyle bu cesareti dağıtmak amacıyla tutuklama yoluna gitmiştir. Leyla Güven bir önceki tutukluluk halinde onun bedeninin tutsaklaştıran düşmana karşı bedenini bir silah haline getirmiştir. Bedenini ölüme yatırarak ideolojik savaşımını sürdürmüş ve düşmanın iradesini kırarak bu zaferi dışarıya taşımayı başarmıştır. Gerek hapishane direnişlerinde gerekse devrim ve demokrasi mücadelesinde simgeleşmiş bir isim olması sebebiyle devletin sonu gelmeyen kara listesine girmeyi de başarmıştır. Leyla Güven bir irade, cüret ve adanmışlık örneği olarak elbette faşist AKP/MHP faşizminin ve onun cüppesi iliklilerinin teslim almaya çalışacağı bir isimdir. Güncele baktığımızda yine hapishanelerde devam eden yeni açlık grevi direniş dalgası büyümektedir. Bu hapishanelerde yürütülen yeni açlık grevi dalgası Leyla Güven’in direnişinin de bir devamıdır ve bütünsel ele almak gerekmektedir. Bugün Leyla Güven’i tutuklama yoluyla devrim ve demokrasi mücadelesine yapılan saldırı gibi Türk Devleti’nin tüm hapishanelerinde görüş yasağı, mektup yasağı, iletişim hakkını kullanma yasağı, telefon görüşü yasağı, havalandırma yasağı, hücre cezası, çıplak arama dayatması gibi uygulamalarla da saldırısını devam ettirmektedir. Bunun karşısında devrimci geleneklerin hapishanelerde uzun bir geçmişe sahip olan açlık grevi ve ölüm orucu şeklindeki direnişlerle bu saldırılara karşı koyan devrimcilere yönelik cezalandırmalar ise gittikçe ağırlaşan bir hal almaktadır. Tüm bu uygulama ve saldırıların arasında çıplak aramanın yeri ayrıdır. Bu savaşı psikolojik ve özel bir savaş boyutuna tırmandırmanın, karşıdakini küçük düşürmeye çalışmak, iradesini teslim almaya çalışmak ve kontrolün tamamen onların elinde olduğunu anlatmaya çalışmanın bir yöntemidir. Bu yalnızca hapishanelerde devrimcilere karşı değil faşizm koşullarında devlete karşı gelen sistemin normlarına uymayan, isyan eden tüm bireylerin karşılaştığı bir dayatmadır. Bu dayatmayı Meclis’e taşıyan HDP Milletvekili Faruk Gergerlioğlu’na Soylu’nun “alçak” demesi de temsil ettiği devletin çirkin politikalarını örtmeye, maskelemeye yetmez. Çünkü bugün Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da bu dayatmayla karşı karşıya kalmak için bir kişinin değil siyasi olması siyasi bir partinin, devrimci bir kurumun çayını çorbasını içmesi bile yeterli olmaktadır.
Savaş en genel anlamıyla karşı tarafın iradesini teslim almak amaçlı yapılan bir fiildir. Hapishanelerde direnen tutsak alınmış devrimcilerin zaten hali hazırda fiziki varlıklarından geçmeyi göze almış biçimde yürüttükleri ideolojik mücadeleye cevap olmakta zorlanan düşmanın fiziki saldırıları da gittikçe aciz bir hal almaktadır. Açlık grevinde olan devrimcilerin tuz, şeker ve su ihtiyaçlarının engellenmesi bunun açık göstergesidir. Ancak düşman her ne kadar eline geçen tüm araçlarla alçakça saldırsa da bugün hapishanelerde direniş yeni bir açlık grevi dalgasıyla büyümekte ve hapishane duvarlarından taşmaktadır.
Bugünün Türkiye ve Kuzey Kürdistan’ın da hapishanelerde uygulanan devrimcilere yönelik saldırılarda buna karşı direniş de hem devlet hem de devrimci hafızalarda köklü bir geçmişe sahiptir. Bugün faşist AKP iktidarı tüm uygulamalarını ondan önceki iktidarlardan devralmıştır. Bugün AKP Milletvekili Özlem Zengin mecliste kürsüden “cezaevlerimiz mükemmeldir.” derken kendi yalanına kendi inanıyor mudur acaba?
Türk cezaevlerine giren herkes aynı konuda hemfikirdir. Hapishane koşullarının çok zor olduğunu anlaması için bir insanın içeride olmasına gerek yoktur.
…Toplum hafızası Amed, Mamak, Ulucanlar, Sinop Hapishaneleri’nde yapılanları unutmamıştır. 19 Aralık Katliamı’nı unutmamıştır.
Bugün devrim ve demokrasi mücadelesinde hapishanedeki yoldaşlar üzerlerine düşeni hakkıyla yerine getirmektedir. Biz dışarıda mücadele yürüten devrimciler, örgütler olarak onların direnişini, mücadelesini dışarıya taşımak bir yana üzerimize düşen her ne ise yerine getirdiğimizde onların mücadele alanlarının genişleyeceğini dışarıdakinin bir eyleminin içeridekine bir nefes olacağını bilmeli ve buna göre hareket etmeliyiz. İçeridekinin bedenini bir silah haline getirmesi onun mevcut koşullarıyla ve düşmanın hareketiyle alakalı bir durumdur. Ancak biz bedeni tutsak alınmamışların elinde birçok imkân ve savaşma yöntemi vardır. Bu unutulmaması gereken bir ayrımdır. Düşman için ise bu hep kaybetmeye mahkûm olduğu bir alandır, çünkü direnenler kazanacak faşist düşman yenilecektir. Yenilen pehlivan güreşe doymaz.
Sonuç olarak bu ülkede hukukun adaletin olmadığı, bir görüntü, bir paravandan ibaret olan adalet sisteminin kimi koruduğunun çok açık olduğu bu günlerde bu sistemin her bir hücresine her türlü saldırı da meşruluğa sahiptir. Düşmanın saldırısı çok açık çok yönlüdür. Buna karşı mücadele yöntemlerinden sakınmak hiçbir şekilde devrimci mücadeleye kazandırmayacaktır. Bizler elimize geçen her şeyi bir silah haline getirmeyi bilmeli ve Leyla Güven’in de dediği gibi “çok çalışın, çabuk dönelim.” söylemindeki mesajı almalı ve üzerimize düşeni yapmalıyız.
