Aylin Sözer, Vesile Dönmez, Selda Taş… Bir günde üç kadın erkekler tarafından katledildi. Aylin Sözer Kemal Delbe tarafından 2 gün rehin tutulduktan sonra yakılarak, Vesile Sönmez oğlu Uğur Sönmez tarafından kurşunlanarak, Selda Taş evli olduğu erkek Mehmet Taş tarafından vurularak katledildiler. Daha bu yazı bitmemişti ki oğlu tarafından bıçaklanarak katledilen Betül Tuğluk’un haberini okuduk. Sadece geride bıraktığımız 2020 yılında 300’den fazla kadının erkekler tarafından katledildiğini biliyoruz. Tıpkı daha geçtiğimiz yaz Metin Cemal Avcı tarafından katledilen Pınar Gültekin gibi, yaşadığı cinsel saldırı sonrası gittiği karakolda Türkçe bilmediği için ifadesi alınmayan ve Kazım Altınmakas tarafından katledilen Fatma Altınmakas gibi, sokak ortasında ölmek istemiyorum diyerek katledilen Emine Bulut gibi yüzlerce kadın… Hepsi öldürüldüğü haberini okuduğumuzda ‘artık yeter’ dediğimiz; sesleri, yüzleri aklımızdan gitmeyen, bize kendi hikayelerimizden tanıdık gelen kadınlar.
İyi hal, cezasızlık, salıverilme; faillere teşvik
Katledilen kadınların hepsi devlet tarafından adeta adım adım ölüme gönderildiler. Kadınların çoğu daha önce karakola giderek şikâyet başvurusunda bulunmuş ya da boşanma davası açmış olmasına rağmen erkek şiddetini önleyebilecek herhangi bir sonuç alamadan evlerine gönderildiler. Kadınlar için önlem almak bir yana erkekler adeta cesaretlendirildi. Pandemi döneminde yapılan infaz yasası düzenlemesiyle salıverilecekler listesinin başında yer aldı cinayet, şiddet ve saldırı faili erkekler. Çoğu tahliye olduktan sonra – devletten de aldıkları icazetle- yarım bıraktıkları saldırılarla yeniden gündem oldular. Koruma talep eden kadınlar adliye önlerinde, evlerinde, sokaklarda katledilirken fail erkeklerin sağlık sorunları, ruh durumları, siyasi görüşleri ve meslekleri iyi hal hanesine yazıldı, kimi karakoldan kimi aylar sonra cezaevlerinden tahliye edildi.
Bugün Kemal Delbe’ye cesaret veren daha geçen hafta Leyla’nın ağırlaştırılmış müebbet istenen katili Yusuf Aydemir’in uzun tutukluluk süresi bahanesiyle serbest bırakılması, tecavüzcü Musa Orhan’ın devlet tarafından korunması, kaybedilen Gülistan Doku’nun faillerinin saklanmasıdır. Kemal Delbe’nin bugün yüzünün saklanmaya çalışılması ve polis çemberiyle korunarak ‘linçten kurtarılması’, yaptığının devlet büyükleri tarafından ayıp olarak nitelendirilmesi ve muhtemelen hakkıyla yargılanmayacak olması yarın diğer bir erkeğe cesaret olacaktır.
Serbest bırakılan her erkek, erkek şiddetine karşı her cezasızlık açıkça bir diğer erkeğe teşvik oluyor. Erkek şiddeti, yargı, medya, kolluk ablukasında kadınlar seslerini duyurmaya çalışırken erkeklere bahşedilen her imtiyaz kadınlara patriyarkanın bir silahı olarak anında çevrilebiliyor. Olağanlaştırma, meşrulaştırma, aklama, gerekçelendirme ve tekil örneklermişçesine sunma bunlardan akla ilk gelenler.
Karşımızdaki tekil katiller, failler değil örgütlü erkek barikatı; Biz kırmadıkça büyüyecek erkek şiddeti zinciri
Topyekûn örgütlü bir erkek egemen sarmalın içindeyiz. Karşılaşabileceğimiz erkek saldırıları hepimiz için çok olası. Okulda, toplu taşımada, işyerinde, misafirlikte, her köşe başında, oturup kalktığımız her mekânda… Yaşımız, yaşadığımız semt, mesleğimiz fark etmeksizin gece evlerimize dönerken sokakta yaşadığımız tedirginlik, bir erkeği reddettiğimiz ya da bir erkekten ayrılmak istediğimizde yaşayabileceklerimiz; gözaltında, hapishanede karşılaşabileceklerimiz aynı. Rüya Karakurt’un “Bir sonraki haberiniz benim ölüm haberim olacak. (…) Nasıl öldürüleceğimi düşünüyorum şu anda. İyi değilim. İyi olamıyorum.’’ haykırışları hepimizin iç sesi. Yine hepimiz aynı yerden umutlanıyoruz, güçleniyoruz; direnişimizden, deneyimlerimizden, isyanımızdan ve birbirimizden…
Bu umutla kadınların direnişi büyüdü. Erkek saldırılarına karşı kadınların her karşı çıkışı, hareketi bir diğerine umut oldu. Kadınlar birbirlerinden esinlenerek, dayanışarak, öğrenerek mücadeleyi göğüslemeyi, yaygınlaştırmayı sürdürdüler. Patriyarkanın şiddet sarmalına rağmen dünyanın her yerinden slogan sesleri gelmeye devam etti, barikatlar yıkıldı, yollar açıldı. Kadınların erkek şiddetine, tacize, tecavüze bir bütün patriyarkal kapitalizme karşı mücadelesi ısrarlı bir şekilde kendini sokakta var etti. Kadınlar yaşamlarından, haklarından ve mücadelelerinden vazgeçmediler.
Buna karşın erkek devlet saldırıları arttı, erkek egemen söylem, tahakküm hegomanik olarak yükseltildi. Sesimiz yükseldikçe, susmuyoruz diyen sloganlarımız yayıldıkça, mücadele eden isyan eden kadınları hiçleştirmek için tüm yöntemler devreye konuldu. Kadınlar meydanları, sokakları doldurdukça isyan sesi bir başka yerden yükselmesin diye erkek egemenliğin kalkanları koyuldu önlerine. Erkek şiddet zinciri yeni yasal düzenlemelerle, saldırılarla, söylemlerle örülmeye devam etti. Biz ne kadar sokakta sebat ettiysek her defasında yeni bir saldırıyla karşı karşıya geldik.
Biz kırmadıkça örgütlü erkek şiddet zinciri kırılamayacak
Sıralamasının sonu gelmeyen katledilen kadınlar, onların ardından bir gün sonrasına örgütlenen eylemler, sosyal medyada bir kısmı sönümlenen isyan çağrıları, her mahkeme sonrası haykırdığımız kadın isimleri ve erkek yargı teşhirleri… Dayanışarak, barikatları aşarak, sesimizle, dansımızla direnerek bugün daha da güçlenmiş olsak da sistematik olarak artan ve yükselen örgütlü erkek-devlet şiddeti karşısında örgütlü direnişi yükseltmedikçe tüm nefes alanlarımız daralmaya devam edecek. Erkek şiddet zincirini kırabilmek için ‘Artık Yeter’ diyen tüm kadınların sesini birleştirip, zincire daha baskın yüklenmedikçe daha çok eksileceğiz. Her yeni saldırı, şiddet ve cinayet sonrasında daha görünür hissettiğimiz kadın öfkesini birleştirip, karşı cevabı örgütlemediğimiz, caydırıcılığı kendi özneliğimizle bütünleştirmediğimiz sürece bir diğer saldırı örgütlenmeye devam ediliyor ve edilecek. Örgütlü erkek cesaretini kırmak ve kadınlara cesareti taşıyabilmek, mücadeleyi yükseltmeyi ve mücadele araçlarımızı geliştirmeyi/çeşitlendirmeyi zorunlu kılıyor.
Kadınlar geri adım atmadıkları için birbirlerine çare olabildiler; ileriye atıldıklarında erkek egemenliğe geri adım attırabilirler. Erkek egemen saldırı gündemleriyle şekillenen bir eylemler dizisi değil saldırılara karşı cevap olabilen eylemler örgütlemek önümüzde duran en büyük mecburiyettir. Hep bir adım ilerisini düşlersek, direniş hattını birlikte göğüsleyebilirsek sonraki saldırılarda caydırıcı olabileceğiz.
Teşhirin/ifşanın (kısıtlı bir zeminde de kalmış olsa) kazanımlarla sonuçlandığını gördüğümüz son deneyimlerimizi de göz önüne alarak; devletin serbest bıraktığı, koruduğu ve -medya başta olmak üzere- bütün mekanizmalarıyla meçhulleştirmeye çalıştığı her erkeği, elimizdeki bütün imkanlarla hedef haline getirmenin ve silüetleri ete kemiğe büründürmenin mücadelemiz açısından önemi görülebilir.
Hedef haline getirmek hedef alabilmenin ilk koşuludur ve bu da bizi hep bir adım sonrasına taşıyacaktır. Kadınların yaşamlarını çalan faillerin yaşam alanlarını daraltalım. Fail erkekler, onları destekleyen kurumlar ve erkek egemenliğin devamlılığını/ temsiliyetini sağlayan iktidar, iktidar temsilcilerine karşı teşhiri aşan hepsini yaygın biçimde hedef alan militan bir hatla kuşatalım. Cinsel şiddet failleri 3 gün sonra serbest bırakıldıklarında aynı işyerlerinde, evlerinde yaşayamasınlar. Sloganımız, dansımız, törpümüz, deodorantlarımız, çakmağımız, sosyal medya ve teknik bilgilerimizden molotofotumuza kadar her şeyimizi kadın kurtuluş mücadelesinin bir silahına dönüşebilmeliyiz. Sesinin duyulmayacağını düşünen, ölmek istemeyen her kadına güç olabilmenin her türlü yolunu dört bir koldan zorlamalıyız. Ne yargının ne polisin ne uzaklaştırma kararlarının ne de Soylu’nun KADES’inin biz kadınlara vadedebildiği bir yaşamın varlığı gerçeklikten çok uzak. Bir kez daha anlaşılan o ki bizim bizden başka çaremiz yok. Madem ki bizim bizden başka çaremiz yok, madem ki düştüğü yeri yakan ateş hep bize o zaman kimse serinde kalmasın.