Gündem, Hasan Gezgin, Umut Yazıları

Temelden sorunlu Türkiye ekonomisi – Hasan Gezgin

Türkiye’de AKP iktidarının ranta dayalı ekonomik modelinin son birkaç yıldır toplumda öfkeye dönüşmesinin önünü almaya dayalı önlemleri sürekli olarak geçici çözümler eşliğinde yürütülmektedir. Ortalama olarak 3-4 ayda bir görevden alınan Merkez Bankası başkanlarına dair kesilen faturalar halkın cebinde geriye gidişli bir karşılık bulmaktadır. Faiz indir-faiz artır modeli artık o kadar teşhir olmuş durumdadır ki AKP iktidarı bu noktayı maskeleyememektedir. Bu noktanın nedeni AKP-MHP ortaklığının 5’li sermaye çeteleri gibi rant ortaklıklarının kar girdilerinde düşüş eğilimi göstermesini istememesidir. Zira, Türkiye egemen sermaye sınıfı bu süreç içerisinde karlarını daha da yoğunlaştırmışken onun ivmesel bir düşüşü, yönetilemeyen ülke gidişatının politik izdüşümünü ilerleyen zamanlarda devlet-sermaye kendi iç kliklerinde daha da sertleştirecektir.

Bu dönem içerisinde oluşan ekonomik krizin faturasının siyasi yansımasını Erdoğan ödemekten kaçamamaktadır. Ancak Erdoğan’ın bu noktada üstünden atmaya çalıştığı bu krizin kendisinin siyasal-sınıfsal pozisyonu nedeniyle sürekli olarak etrafında dönüp dolaştığını görmek gerekmektedir. Bu sınıfsal ve siyasal pozisyon her şeyin onun etrafında dönüp dolaştığı ve kenetlendiği noktada Erdoğan ailesi ve rantçılarının, sermayedarlarının halkın yaşam standartlarını önemsemediği aşikâr iken, ülke dışından ve içinden gelen basınç onların istekleriyle çarpışmaktadır. Egemenler, nihayetinde kapitalist ekonominin belirleyenidir ama bu durum, dış ilişkiler boyutunu gözden çıkararak da ilerlememektedir. Kısaca, bu noktada ABD’nin Erdoğan ve AKP-MHP iktidarına dair bakış açısı ve pratikleri iktidarı mahkûm edici niteliktedir. Yani iktidarın çevresinde dönüp dolaşan her grup bir şekliyle daha yüksek kar ve daha nitelikli bir sömürü taahhütü karşısında yönünü değiştirebilecek durumdadır. Erdoğan’ın varlığı şu anda bağlayıcı olsa da bu durum sürekli olarak erimektedir. Çünkü Türkiye egemenlerinin tahmin ettiği krizin öngörülebilir boyutunun bile bu denli olmaması ve şu anda mevcut krizin artık yönetilemez boyuta ulaşması AKP iktidarının egemen sermaye grupları içerisinde bir gücü kaybedeceği anlamına gelmektedir.

Kapitalist ekonomiye dair tedbirler Merkez Bankası başkanlarını görevden alınca veya onlara istediğini yaptırınca yoluna girmiyor. Türkiye ekonomisinin temelleriyle ilgili problemleri var. AKP-MHP iktidarın 2020 yılındaki cari açığının çok büyük bir kısmı dış ticaret kaynaklıydı. Üstelik ihracatın azalması ve ithalatın artması, hatta korona salgınıyla beraber artan işsizlik ve dolar/TL arasındaki açı farkını da hesaba katınca Türkiye sermayesinin ileri doğru ittirilmesi artık imkansızlaşmıştır. Zoraki olarak ilerletilen bu gidişat artık tıkanmıştır ve ekonomik krize askeri ve politik krizler de eklenmiştir. Bu olgular devletin sürekli olarak maskeleme yöntemi olarak kullandığı her şeyi gereksiz ve geçersiz kılmıştır.

Emekçiler cephesinde ise AKP-MHP iktidarına karşı büyük bir öfke yükselmektedir. Devletin bugüne kadar zora dayalı “ikna” yöntemleri halkın cebindeki delikle artık karşı karşıyadır. İktidarın politikaları sokakta daha net konuşulmakta ve tartışılmaktadır. Güzelleme yaptığı ekonomisi işçi ve emekçilerde karşılık bulmamaktadır. AKP’ye oy veren emekçiler de bu Merkez Bankası başkanlarının değişimlerinin çözüm olmayacağını ve sorunun Erdoğan ile onun etrafındaki sermaye odaklarıyla doğrudan alakası olduğunu bilmektedir.

AKP içerisinde bulunan ve hatta lokal düzeyde olsa bile yönetici-belirleyen pozisyonda olan unsurların uyuşturuculu-şatafatlı yaşamları AKP’ye oy veren emekçilerde ciddi bir kırılma yaşatırken aynı anda da bu emekçilerin kendi yaşamlarını göz önüne getirmeleri neticesinde AKP’den kitlesel ayrılışları doğurmaktadır. Bu nokta önemlidir. Çünkü; birincisi, resmi işsizlik ve enflasyon rakamlarının günlük hayat içerisinde temel yaşamsal ihtiyaçlar noktasında gerçeği yansıtmadığı ayyuka çıkmıştır. İkincisi, AKP’nin parti yapısı içerisinde, ileri ya da geri düzeyli fark etmez, yöneticilerinin yaşam standartlarının yüksek derecede olmasının tabanlarında yarattığı öfkedir. Üçüncüsü, çok kısa dönemli bazı toplumsal eylemlerde AKP’nin yaptığı karşı-propagandaların istenilen boyutta karşılık bulmamasıdır. (Buna örnek olarak Boğaziçi eylemleri ile Gare’yi düşünmek yeterli olacaktır.)

Bütün bu veriler ışığında AKP-MHP ve Türkiye sermayesinin egemenleri derin bir girdabın içerisine girmiştir. Bütün kötü sonuçları hiçbir ayrım gözetmeksizin bütün emekçilere yıkacaklardır. Devletin bu noktada ki temel argümanları kötü gidişatı ‘aynı gemideyiz’ söylemi ile bütün bu sorunların kaynağını “dış mihraklarda” aratarak kendi politikalarını örtbas etmesi olacaktır. Ülkede devam eden işçi eylemlerine daha da yenileri eklenecektir. Bizlere düşen en önemli görevlerin başında ise, oluşan bütün işçi-emekçi eylemleri ve diğer bütün toplumsal dinamikleri lokal alandan çıkarıp devlet aygıtının karşısına yığmak gerekmektedir. Emekçiler, işsiz kalanlar ve sisteme öfkesi olan herkes hem özgür olmadığının hem bir iyi bir yaşamı olmadığının farkındadır. Bu, her şeyi yıkacak ve kuracak kudrettedir.

Paylaşın