Güç, kitle ve hegemonya kaybı yaşayan iktidar, iktidarının ve ortaklığının gidişatı için onun herhangi bir kanadına ve doğrudan kendi iktidarına yönelen güçlere karşı güçlü ve kudretli olduğunun imajını oluşturmaya çalışıyor. İç ve dış siyasette belirleyen, askeri güç olarak da hala varlığının birçok olguyu oluşturabilecek bir güç olduğunun gölgesini tesis etme arayışı içerisine girmiştir. Toplumsal dinamiklerin peşi sıra gelişmesi ve anti-faşist öfkenin hızla yükselişi AKP-MHP faşizmini bu noktada kendisini dizayn etmeye ve bazı politik manevralar yapmaya itmiştir. Bunlardan birincisi AKP’nin örgütlü sermaye gücünün yaşanılan askeri ve politik yenilgilerden etkilenmemesi için sömürü ve rant düzeninin sorunsuz tesis edilmesidir. Bu sebeple ekonomik verilerinin tablosu gibi bu da gerçekçi ve reel değildir.
Geçtiğimiz günlerde Forbes dergisinin yayınladığı milyarderler listesinde Türkiye sermayesinden de birçok kişi yer aldı. 2020 yılının korona virüs pandemisiyle geçtiği ve bu dönemde de hem Türkiye hem de dünya burjuvazisinin önemlice bir kesiminin sermayelerine sermaye kattığı bir dönem oldu. Listede ki 10 Türk burjuvasının son bir yılda ki servetlerinin artışları %25 ile %50 arasında değişmektedir. Listeye göre Türk burjuvalar içerisinde birinci sırada yer alan Murat Ülker 6,3 milyar dolar servetini geçen yıla göre %46,5 artırmıştır. Murat Ülker ismi önemli değil, burada ki esas, iktidarlar aracılığıyla sermaye odaklarının pekiştirilmesidir. Bütün dünya egemenleri pandemi sonrasına işaret ederek ‘yeni’ diye anlattıklarının -bugün hala bu virüsün yayılma ve yoksulları etkileme hızları katlanarak devam ederken- sömürünün, tekniğin, paylaşım ilişkilerinin boyut değiştirmesi olmuştur. Türkiye sermayesinin egemenleri bu noktada AKP-MHP faşizmine teşekkürü bir borç bilirler. Çünkü bu partinin varlığı ve gerekçesi kendisine rant odaklı yaslanmış olanlar ile tekelci kapitalizmin, sömürgeciliğin ve sömürünün nimetlerini egemenlere faydalandırmaktır.
Bu listedeki kişiler ve şirketleri AKP-MHP faşist ortaklığıyla bir uyum içerisindedirler. TÜSİAD merkezli olanlarının yer yer ‘aykırı’ konuşması günümüz politik şartları içerisinde sömürünün daha az ‘hissedilir’ boyutta olması ve emekçilerin isyan etmemesidir. Ancak hiçbiri durumundan şu anda rahatsız değildir, egemenler ta ki sermayelerinin zarara girdiğini görene kadar. Faşizmin onların sermayelerini sürekli olarak yoğunlaştırmasına alan açması sürekli olarak güncellenmekte ve iktidar belirli bloklarca desteklenmektedir. Bu sebeple emekçilerin yaşam standartlarının ekonomik olarak daralması ama sadece on tane burjuvanın Türkiye ekonomisinde kendi servetleri ile kontrol ettikleri politik-ekonomik güçlerinin toplamının neredeyse Türkiye’nin ‘tamamı’ olması arasında ki çelişki öfkeye dönüşmektedir. Bu sermaye egemenlerinin milyonlarca emekçinin sömürücüsü olması gerçekliği de artık iktidar tarafından örtbas edilememektedir.
Sermayedarların istedikleri ekonomik rantı elde etmesi ve toplumdan da buna rıza göstermesini istemesi AKP-MHP faşist ittifakı tarafından şekillendirilmektedir. Emekçilerin yaşam mücadeleleri hem zor yoluyla hem de maddiyatla saldırıya uğramaktadır. Kod-29 bunun en önemli örneğidir. İşten çıkarmaların yasaklanması ama Kod-29’un bu kesin kararın da üstünde bir hüküm içermesi patronların önünün açılmasıdır. Egemenlerin yaptıkları yatırımlar iktidarın güvencesi altında olduğu için emekçilerin sermayeye karşı eylemleri doğrudan engellenmektedir. Bu sebeple ilk cümledeki güç, kitle ve hegemonya kaybı zor-şiddet yoluyla tesis ediliyor. Bunun burjuva bir hükümetten beklenen anormal bir davranış olmadığı malumdur ama bunu uygulamada ki gerekçe egemenlerin stratejisinden kaynaklı olarak gelişen süreçtir ve Türkiye sermayesi ile faşist iktidarının tamamiyle toplumsal dinamikleri ve devrimcileri tasfiye ederek sorunsuz bir sömürü ağı yaratmasıdır.
Maddiyat ile ilgili olan her şey bütün emekçileri etkilemektedir. 2020’de kod-29’la 177 bin işçinin işten çıkarılması önemli bir veridir. İşsizlik günden güne artarken egemenlerin bu hamleleri sermaye içerisinde daha da “egemen” olanların gücü azaldığı için değil, aynı kar oranının ve daha fazlasının geri kalanlarla da yapılabileceğidir. Sömürüyü daha da artırmaktır. Ve artık daha fazla insan açlık ve yoksullukla boğuşmaktadır. Bunun sebebi iktidarın ve egemenlerin para-nüfuz isteklerinin toplumun her tabakası üzerinde tahakküm kurmasıdır. İşçiler ve emekçiler lokal lokal örgütledikleri eylemleri birleştirdikleri ve egemenlerin onlar üzerinde kurdukları stratejiye karşı devrimci strateji ve taktikleri örgütlediklerinde sermaye düzenini yıkacaklardır.
Ve son olarak ülkemizde bir süredir faşizme ve sermayeye karşı yükselen öfke yaklaşan 2021 1 Mayıs’ıyla alanlarda daha örgütlü ve organize olmalıdır. Birleşik mücadelenin yükselen sesi bütün toplumsal öfkeyi bir araya getirmek için çabalamalı ve devletin Taksim Meydanı üzerinde ki politikası direnişlerle boşa çıkarılmalıdır. Taksim Meydanı’nın faşizme, kapitalizme, erkek egemenliğe, sömürüye ve emperyalizme karşı bir sembol olmasının yanında bir çizgi olduğunun da pratikleri en net haliyle gösterilmelidir.