“Saflarımızı sıklaştıralım-proletarya muzaffer olmak zorunda!” Lenin
Patron Tuncay Özilhan’ın işçilerin alın teri üzerinden sahip olduğu villanın önünde 100.gününe yaklaşan direnişlerini sürdüren Migros Depo işçileri bir kez daha polis saldırısıyla gözaltına alındı. Polis saldırılarına rağmen işçilerin kararlı duruşu, Migros’u, Us Grup Lojistik’i ve Tuncay Özilhan’ı tedirgin ederken 1 Mayıs’a hazırlanan devrimci örgütlerde moral yarattı. Migros depo işçilerinin haklarını istediği Migros ve Us Grup “gerçekte olan” diye yaptığı yazılı açıklamada, işçi düşmanlığını sadece polis saldırısı ile değil sosyal medya gibi organizasyonlarda tek tek yanıtlarla örgütlemeye çalıştı.
Migros İşçilerinin militanlaşan eylem süreci “Sosyalist Gündem” adlı sitede SEP üyesi Engin Kara adıyla “İşçi Direnişlerinde Yöntem Tartışması: Gözaltına Alınmak İşe Yarıyor Mu?” başlıklı yazısı ile marjinalleştirildi. İşçi sınıfının militanlaşan mücadelesinin öncü pozisyonunun dar kitleselci bir kalıpla yorumlanması sonucunda bu yazı burjuvazinin aslında zaman zaman uyguladığı sosyal politikacı bir anlayışın ürünü olarak karşı devrimci safların olgularıyla çarpılmış, mücadele edilmesi gereken bir başlık olarak yerini aldı.
İşçi sınıfı mücadelesini burjuvazinin koyduğu yasalar çerçevesine indirgemeci bir tarzla ele alan bu yazı; kitleselleşerek örgütlenilmesi gerektiğini ve bunun önüne engel olarak da işçi sınıfının hak arama mücadelesinde başvurduğu eylem yöntemleri ile yol alınamayacağını, yaşanan gözaltıların ise kazandırmayacağını ifade etti. Migros Depo, PTT ve Bimeks işçileri özelinde yorumlanan bu yazı; yayınlandığı andan itibaren işçi sınıfının karşısında, burjuvazinin yanında hak ettiği yeri aldı, ancak verilen cevapların tarihsel olarak eleştrisini sunmak da gerekiyor. Çünkü işçi sınıfı mücadelesinin içine elini kolunu sallayarak giren bu yazının sahibi ve destekçileri, burjuvazinin koyduğu kurallar çerçevesinde bir sınıf örgütlenmesi yapılması gerektiğini anlatarak işçi sınıfı mücadelesini geriletiyor, önünü tıkıyor, yasallaştırıyor, iktidar perspektifinden uzaklaştırıyor.
Kapitalizmin emperyalizm aşamasında üretimi çok yönlü bölmesiyle birlikte sınıfı da bölerek işçi sınıfı mücadelesini parçalamasıyla gelişen neoliberal süreç, dünyada ve ülkemizde burjuvazi için sömürünün yoğunlaşması ve işçi sınıfının emeğinin daha fazla köleleştirilmesini örgütlüyor. İşçi sınıfını özellikle devrimci özneden koparan bu üretim modelinde artık işçi sınıfıyla doğrudan iletişim kurmak dahi zorlaşırken, işçi sınıfının örgütlenerek çoğalmasını ya da sadece sendikalara bağlı kalarak haklarını kazanmasından bahsedemeyiz. Bu dönem gelişen her işçi mücadelesi aynı zamanda militanlaşan, burjuvaziyi doğrudan hedef alan ve onun iktidarını yıkmaya odaklanmış bir çizgide ilerlemesi devrimci mücadelenin kaçınılmaz bir parçası olarak duruyor. İşçi sınıfı mücadelesinin eylemli bir çizgiye geçmesi için, kitleselleşmesini beklemeyi salık vermek (kitlesel sayılabilmek için kaç kişi olmak gerekli yazıda belirtilmemiş) ya da sendikalardan beklenti içine girmek bu dönemde mücadeleyi burjuvazinin belirlediği kurallara göre yürütmek anlamına gelir. Bu anlayış, faşizmin doğrudan kendisine yönelik saldırısında da “”kitlesel” olmadığı gerekçesi ile direnmek yerine sessizliği tercih edebilir. İşte biat etmenin başka bir gerekçesi…
E.K, yazısında burjuvazinin kurallarını işçilerin önüne bir yöntem olarak koyuyor. “Önce çoğal, yeterli çoğunluğa ulaşırsan değiştirirsin” İşçi sınıfı mücadelesini yasalcı, ezber mücadele kalıpları içine sıkıştırarak emperyalist-kapitalist sistemin sermaye yoğunlaşması sonucu ürettiği sömürü dalgasında işçilerin boğazına yapışan eli bir gözaltı şovu olarak “şıp” diye anlatmak, işçi sınıfı mücadelesinin militanlaşmasına bir tıkaçdır. İşçinin boğazına sarılan el ile E.K’nın yazdığı yazıda işçinin elinden tutmayı anlatan el arasında bu anlamıyla bir fark yoktur.
Herkes bilir ki pusula her zaman kuzeyi gösterir. Ancak doğru kalibrasyon edilmediyse bu pusula yanıltıcı olabilir. Yani Marksizm-Leninizm işçi sınıfı mücadelesinde tüm devrimcilerin elindeki yegâne pusuladır. Ancak Marksizm onun eylemi halini alan Leninci metotla birlikte yorumlanmazsa, artık o bir yol gösterici değil, EK gibilerinin elinde yolunu, yönünü şaşanların bozuk pusulası olur. İşçi sınıfının yolunu tıkama faaliyeti, bu yazıda olduğu gibi başka biçimlerde ve içeriklerde de tarihte yerini almıştır.
Ekim devriminin hemen öncesinde benzer bir olay daha ağır biçimde ve başka derinlikle Bolşevik Merkez Komitesinin 16 Ekim 1917 tarihinde 10’a 2 oyla aldığı ayaklanma kararında görülüyor. Kamanev ve Zinovyev’ in itiraz etmeleri ile Menşeviklere ait Novaya Jizn gazetesine demeç vererek Bolşevik Merkez Komitesinin aldığı kararı ifşa etmesiyle yaşanıyor. Bu olay sonrasında Lenin “Artık onları yoldaş olarak kabul edemem.” diyerek Kamenev ve Zinoviyev’in partiden ihraç edilmelerini istemiştir. Nisan Tezleri’nde bu konuya yer veren Lenin’in bu demeç üzerine saptamaları, E.K’nın yazdığı yazı yanında hafif kalsa da, beliren sınıf düşmanlığına, grev kırıcılığına odaklanıyor. Devrim arifesinde ki Rusya’da Bolşeviklerin zaferine inanmayan, iktidarı alamayacağını düşünün bu iki sınıf düşmanı ile E.K’nın düşünselliğinde bazı benzerlikleri bulunuyor.
Lenin durumun önemini şu sözlerle açıklıyor; “pratik sorun ciddileştikçe, grev kırıcılığı yapanlar ne kadar sorumlu ne kadar “ünlü” ise, bu grev kırıcılığı o kadar tehlikeli hale gelmektedir, grev kırıcılarını o ölçüde büyük bir kararlılıkla kapı dışarı etmek gerekmektedir, örneğin grev kırıcılarının eski “hizmetleri” nedeniyle bir yalpalama o ölçüde affedilmez olacaktır.”
Bu grev kırıcıları o zamanki Kamenev ve Zinoviyev’den yani Bolşevik parti üyelerinden başkası değildir, kendi partisinde dahi Merkez Komite kararlarını ifşa etme noktasında sınıf düşmanlığına düşen bu kişilerin sorunu Bolşeviklerin iktidarı alacağına inançlarının zayıflığından ve ideolojik yetersizliklerinden geliyor. E.K ona karşı çıkanların hiçbirinin partisinde bulunmuyor, ancak devrim ve sosyalizm mücadelesini yürüttüğünü inandığı bir gazete ve bir partide yer alarak bu sınıf düşmanlığını örgütlüyor. Bu bile E.K özelinde bugünden olmasa bile ayaklanma ve devrim günlerinde burjuvazi ile kimin el sıkışacağının tespiti açısından önemli bir ayrım noktasını çiziyor. Bir taraftan birleşik mücadele gücünün örgütlenmesi gelişirken ve işçi sınıfı militanlaşırken bir taraftan da işçi sınıfı düşmanlarına karşı uyanık olmak gerekiyor.
Bazı alıntılar doğrultusunda;
Kamenev ve Zinoviyev
” . . . Halk içinde çoğunluğa sahip değiliz, bu önkoşul olmadan, ayaklanmanın hiç şansı yoktur.”
Engin Kara
“Bir süredir işçi hareketinin artan eylemselliklerine tanık oluyoruz. Ancak şimdilik bu eylemselliklerin noktasal ve tekil kaldığını tespit ederek başlamak gerekiyor. Söz konusu eylemselliğin kitleselleşme ve topyekûn bir mücadeleye dönüşmesi olasılıkları var elbette. Ancak olasılıkları somutlaştırmak ve sınıf mücadelesinde kırılmalar yaratmak için doğru politik müdahalelere de ihtiyacımız var.”
Lenin
“Böyle bir şey söyleyebilen insanlar ya gerçeği çarpıtıyorlar ya da koşullar ne olursa olsun, devrimin gerçek koşullanın hiç mi hiç dikkate almadan, daha baştan, Bolşevik Parti’nin bütün ülkede tamı tamına oyların yarısından bir fazlasını alacağı güvencesini isteyen ukalalardır. Bu tür güvenceleri tarih hiçbir zaman, tek bir devrimde bile sunmamıştır ve zaten kesinlikle sunamaz da. Böyle bir talep ileri sürmek, dinleyenlerle alay etmek demektir ve sadece, kendinin gerçeklikten kaçışını gizler.”
Kamenev ve Zinoviyev
“İktidarı ele geçirebilecek kadar güçlü değiliz ve burjuvazi de Kurucu Meclis’ i akamete uğratacak kadar güçlü değil . . . “
Engin Kara
“…mücadeleyi zafere ulaştırmak istiyorlarsa tıpkı çalışırken olduğu gibi direnirken de var olan örgütlülüğü korumaları ve henüz örgütleyemedikleri diğer işçileri örgütlemeleri zorunludur. Bunun başarılamadığı, içeriyle bağların zayıf olduğu, güçlenmediği ya da zayıfladığı direnişlerde kazanma ihtimali yok denecek kadar düşüktür.”
Lenin
Bu argümanın birinci bölümü yukarıdakinin sadece bir başka varyasyonudur. Kendi şaşkınlığı ve burjuvaziden duyduğu korku ifadesini, işçilerle ilgili olarak karamsarlıkta ve burjuvaziyle ilgili olarak iyimserlikte bulsa da bu argüman yine de inandırıcılık kazanmıyor… Yeterince güçlü değiliz (iki başkentin Sovyetleri ve taşrada Sovyetlerin çoğu Bolşeviklerin yanında olmasına rağmen)!! Peki bunlar alçakça yalpalamalar değil mi? Aslında bizim “karamsarlar” “Tüm İktidar Sovyetlere” şiarını bir kenara atıyorlar; sadece, bunu itiraf etmekten korkuyorlar.
Kamenev ve Zinoviyev
” . . . Aslında uluslararası durumda vakit geçirmeksizin eyleme geçmemizi gerektirecek hiçbir şey yok, tam tersine eğer kendimizi kurşunlatırsak, Batı Avrupa’da sosyalist devrim davasına zarar vermiş olacağız . . . “
Engin Kara
Kaldı ki gözaltına alınma haberleri çıktığında bile bu her zaman, hatta çoğunlukla mücadeleyi büyüten sonuçlar doğurmuyor. Otomatik bir ilişki yok yani. Özel durumlarda özellikle öncü işçilere yönelik polis-devlet saldırıları, işçi sınıfı mücadelesini büyütme olanağı yaratsa da bunun rutine dönüştüğü durumlarda maalesef şu negatif sonuç ortaya çıkıyor: direnişçi işçilerin diğer işçilerin zihninde yansıyan mesajı “gel birlikte dayak yiyelim” oluyor.
Lenin
“…bu Almanlar, yani devrimci Alman enternasyonalistleri, bahriyeli üniforması içindeki işçiler, donanmada belki de binde bir şansa sahip bir ayaklanma başlattılar. Oysa düzinelerce gazetesi, toplantı özgürlüğü olan, Sovyetlerde çoğunluğa sahip olan bizler, dünyada en iyi durumda olan biz proleter enternasyonalistleri, Alman devrimini ayaklanmayla desteklemekten vazgeçmeliymişiz. Scheidemannlar ve Renaudeller gibi argüman yürütmeliymişiz. En akıllısı eyleme geçmemek, çünkü eğer kurşunlanırsak, dünya bizim şahsımızda böylesine muhteşem, böylesine akıllı, böylesine ideal enternasyonalistleri yitirecek! Akıllı olduğumuzu kanıtlayalım. Ayaklanan Almanlarla dayanışma içinde olduğumuzu açıklayan bir karar kabul edelim ve Rusya’ da ayaklanmayı reddedelim. Bu hakiki, akıllı enternasyonalizm olacaktır. Ve her yerde böylesine bilge bir politika muzaffer olursa, tüm dünyada uluslararası enternasyonalizm nasıl da hızlı gelişecektir! . . .”
Birkaç paragraf üzerinden E.K’nın yazısına yönelik eleştriler tarihsel arka planını Lenin’in Ekim devriminin örgütlenmesinde karşılaştığı başlıca sınıf düşmanlıklarına karşı ürettiği devrimci tezlerden örneklerle pekişti.
E.K yazısının almadığımız bölümlerinde yine aynı kitle indirgemeci, ertelemeci, sabır ve zaman telkinleri ile milyonlar ile buluşulduğunda gelişebilecek bir başarıdan bahsediyor. İşçi sınıfı ve ezilen halklar açısından geçen her dakika daha fazla sömürülme ve sömürgeleştirilme olarak ilerliyor. Bu duruma dur demek için eylemden, özgürlük gücünden başka bir yöntemimiz olamaz.
“Dünyada muzaffer proleter devrimin gücünden başka hiçbir güç sızlanmalardan, gözyaşlarından ve yakarışlardan devrimci eyleme geçmeyi başaramaz. Ve proleter devrim ne kadar ertelenirse, olaylar ya da yalpalayan ve şaşkına dönmüş insanların yalpalamaları onu ne kadar ertelerse, o, o kadar çok kurbana mal olacaktır… Ayaklanmayı ertelemek ölüm demektir- artan sarsıntı ve yaklaşan açlığı görüp de işçilere ayaklanmadan vazgeçmeyi öğütlemek (yani onlara beklemeyi, eskisi gibi burjuvaziye bel bağlamayı öğütlemek) sefil “cesaret” ine sahip olanlara bunu söylemek zorundayız …” diyor Lenin.
E.K’nın yazısını kendi haline bırakıldığında bir karşılığı olmayacağını düşünebiliriz ancak sınıf mücadelesinde bu yönlü fikirlerin örgütlenmesine izin vermek, bunlar üzerine işçi sınıfını ve devrimci hareketi uyarmamak bu yazı ile aynı kefeye çıkabilir. Bu nedenle özellikle Lenin’den örneklerle bir devrim hedefinin başarısının yolundaki engellere ürettiği cevaplarla bunu ifade ettim. Bu anlamıyla bu bir polemik yazısı değil, sınıf düşmanlarına karşı işçi sınıfını ve devrimci hareketi uyarı yazısıdır.
1 Mayıs yaklaşırken Migros Depo işçileri başta olmak üzere çizgisini direnişten yana koyan tüm işçilerin mücadelesi bir kez daha 1 Mayıs’ın yönünü tayin ediyor. Birleşik, militan bir 1 Mayıs şimdiden kutlu olsun.