‘Suskunluk Sarmalı’, Alman siyaset bilimci Elisabeth Noelle-Neumann tarafından geliştirilen bir siyaset bilimi ve kitle iletişim teorisidir.
Bir kişinin/grubun savunduğu fikir, mensubu olduğu toplumun (okulda sınıf, fabrikada soyunma odası, orduda yemekhane, belediye otobüsü, akraba ziyareti, hastane koridoru vs.) ‘genel-geçer’ kabul ettiği görüşlere uygun değilse, bu kişi toplumdan dışlanma korkusu nedeniyle konuşurken kendini kısıtlar veya fikrini söylemekten vazgeçer. Aynı kişi fikrinin (veya kendi fikrine yakın görüşlerin) toplum nezdinde yaygınlaşmaya başladığını sezerse, bu kez fikrini yüksek sesle söylemeye başlar.
Yangın yerine dönmüş ülke. Bütün ülke ya meydanlarda ya televizyon başında. Bir ucundan öbür ucuna şehirlerin büyük meydanları ve yoksul mahalleleri gaza ve dumana boğuluyor. Geceler şehrin ışıklarıyla değil gaz tüfeklerinden çıkan ışıklar, TOMA sesleri, havai fişekler ve barikatlarda yakılan ateşlerle aydınlanıyor. Devletin terörü dizginlenemiyor. Hiçbir telkin, hiçbir söz kar etmiyor. Saldırı büyüdükçe direniş güçleniyor. 11 Haziran Salı sabahı Taksim’e giren polis ordusu SDP İl Binası’nı basıp barikatları yakıp yıkıp, Tarlabaşı’ nı gaza boğup onlarca genç insanı döverek gözaltına aldı. Sandılar ki barikat düşünce direniş bitecek. Sandılar ki ne kadar sert vururlarsa korku o kadar büyüyecek. Yanıldıklarını gece yarısı Taksim’de ve Kızılay’da, Gazi Mahallesi’nde gördüler. Onlar vurdu, bizdeki öfke büyüdü.
Ülke yangın yeri. Sayılmış ve satın alınmış ulusal televizyon kanalları, polisin operasyon aracına dönüşmüş durumda. Çevik kuvvet’in arkasında korunaklı yerlere yerleştirdikleri canlı yayın araçlarıyla, polis operasyonunu sempatik göstermeye çalışıyorlar. İstanbul Valisi ünlü film Batman’in Joker’ine benziyor. Suratına takmaya çalıştığı sempati maskesinin altından yalan ve nefret akıyor. Buna rağmen dünya İstanbul’u Ankara’yı izliyor. Tıpkı Mısır’daki gibi. Halk taksim’de olanlar kendi televizyonlarından değil yabancı kanallardan izlemeye çalışıyor.
Hükümet adeta çıldırmış durumda. Erdoğan bir yandan halkın kendi emirlerine baş kaldırmasını hazmedemezken öte yandan saray darbesi korkusuyla dolaşıyor. Kendini bir padişah gibi gördüğünden olsa gerek, sokaktaki halkı Celali’ den ve yeni çerinden sayıyor. Bu haliyle padişahtan çok on binlerce Celali’yi kuyularda boğarak öldüren Kuyucu Murat Paşa’ya benziyor. Unutuyor. Bu topraklar Selçuklu’ dan bu yana Baba İshak’tan Bedrettin’den Pir sultan’dan bu yana celali ayaklanmalarından Dadaloğlu’ndan bu yana egemenlerin zulmüne karşı direnmeyi gelenek bilmiştir. Geleneklerine bağlı olduğunu iddia eden kuyucu Tayyip ve hempaları halkın direnme geleneğine sahip çıkacağını unutuyorlar.
Ülke yangın yeri. On beş gündür yanıyor. Herkes sokakta. Dün barlarda gezenler, İstiklal’in kaldırımlarında avare avare dolaşanlar, okul sıralarında ve yüksek gökdelenlerin sıkışmış ofislerinde ömür tüketenler sokakta. Yoksullar ayakta, gençler ayakta, toplumun bütün renkleri gaz bombalarının altında boy gösteren bayraklarda ve çadırlarda kendini ele veriyor. Eksik tek renk sınıfın rengi.
Ülke ayakta, dünya gözünü dikmiş seyrediyor. Ama sendikalar ve bir bütün işçi sınıfı sınıf olarak sokaktaki mücadeleye uzak gözlerle bakmaya devam ediyor. Anlaşılması gereken esas nokta sokakta yürüyen bu kavganın aslında bizim kavgamız olduğu, yazılan tarihin bizim tarihimiz olduğu gerçekliğidir. Kavranması gereken ülkenin her yerine yayılan bu kavganın artık Gezi Parkı’ndaki ağaçların korunması meselesini çoktan aştığıdır. Sendikalar hala suskun. Ne ciddi bir eylem çağrısı ne de genel grevin fısıltısı var. Oysa Taksim’de kendi sorunlarından yola çıkarak dövüşenlere bizim taşerona esnek çalışmaya işçi cinayetlerine düşük ücret ve kötü iş koşullarına ve hatta sermayenin topyekun alaşağı edilmesine yönelik taleplerle dahil olmamız gerekir. Nasıl polis operasyonları insanları yıldıramıyorsa, nasıl gaz bombası ve TOMA’nın karşısında halk kendi gücünün farkına varıyorsa bizim de sınıfın gücünün farkına varmamız gerekiyor. Şimdi değilse ne zaman? Suskunluk sarmalı şimdi kırılmayacaksa ne zaman kırılacak? Soruları sormanın sendikaları ve bir bütün işçi örgütlerini zorlamanın tam zamanıdır.