Ali Saydam, Umut Yazıları

Ali Saydam yazdı; Ne Yazmalı!

Doğru olmadığını bildiğin işlere girişme. Doğru olduğundan emin olduğun işlerde ise yavaş davranma”

Hz Ali

Memleketin ahvali üzerine yazmak, uzun süredir içimden gelmiyor… Bence, epey vakittir, Lenin’in “… bir ağaç ne kadar çürürse çürüsün, onu vurup devirecek bir güç yoksa…” sözünden çıkarılacak mealin doğruluğunu yaşayarak deneyimlediğimiz bir dönemdeyiz.

Durum öyle olunca, ağacın çürüklüğü üzerinden fiili hamaset yapmak bana anlamsız geliyor, hele ki, solun önemli bir kesimi bu işle meşgulken…

Evet, çürüme almış başını gitmiş durumda… Evet, yoksulluk günden güne derinleşmekte ve yaygınlaşmakta. Evet, hacet gidermenin bile öğrenci akbiline bağlandığı metro tuvaletlerine kaptırdığımız o bir liralarla bonservisleri alınan, maaşları ödenen Adebayor’lu, Arda’lı Başakşehir’e yine yenildi Beşiktaş’ımız… Evet, evet, evet… Liste uzar ama kat etmemiz gereken mesafe kısalmaz…

Hangi çelişkiden, kırılmadan bahsedersek bahsedelim, dönüp dolaşıp Lenin’in belirttiği “güç olma” noktasına geliriz, geliyoruz, gelmeliyiz. Yoksa trajik-melankolik bir kendiliğindenciliğe mahkûm olmak kaçınılmaz.

Ne Yapmalı’da “… neyi en büyük dikkatle yetiştirmemiz ve geliştirmemiz gerektiğini bilmemekteyiz…” diye hayıflanan Lenin’in kaygısına bir nebze ortak olmak lazım bugün. Yetiştirip geliştirmemiz gereken süslü memleket tahlilleri midir yoksa devrimci pratik, örgütlenme ve mücadele mi? Cevabı necip memleket devrimcilerine bırakmalı…

Murat Menteş’in dediği gibi “Mağlubiyet, özgüven ve azimden pay kapar”. Kaptı da… Bugün devrimcilerin pratik cüretleriyle, azmederek aşmaları gereken, bu özgüvensizlik halidir. Zincir kırılıp, devrimci coşku yankılandığı vakit memleketin ahvaline dair olan “soğuk” yazılar, kuşatılacak kalenin içinden sızdırılmış, kalenin zayıf yönlerini, açmazlarını açık eden “sıcak” istihbarat verilerine dönüşebilecektir. Baş aşağı duran araç-amaç diyalektiği, “ayaklarının üzerine oturtulacaktır”. Hegel ile mazileri ve kurdukları münasebet ispatlamaktadır ki, Marksistler, bu “ayaklarının üstüne oturtma” işinde mahirdirler.

Düzen, çelişkilerinden çok, bu çelişkiler zemininde örgütlenen devrimci mücadeleyi “bitirmek” ister… Nasıl ki Koç sülalesinin Kapital okumaktan boynu tutulmuşsa, bir bütün düzenin kendisi de Lenin tedrisatından geçmiştir ve “ağaç-çürüme-güç” denklemini en az denklemin asıl muhatabı olan devrimciler kadar ciddiye almaktadır… Peki devrimci mücadele biter mi? Arka Sokaklar biter, Aziz Yıldırım’ın başkanlığı biter, Partizanlar Mussolini’yi ayağından asarlar İtalya’da faşizm biter, bir Koray bir Pancu daha çıkar Kadıköy’de Fenerbahçe’nin Beşiktaş’a yenilmezlik serisi biter, Che gelir Batista biter, çekirdek gelir muhabbet biter, gün gelir acılar biter… Ama bu topraklarda devrimci mücadele bitmez! “Kaç kez bittiler, bitecekler dediler de, devrimciler bir damla acıdan doğdular” (Ulaş Bayraktaroğlu). Önemli olan, bu tarihsel-devrimci bilinçle kuşanmak, sorumluluğun ayırdına varmak ve devrimci mücadelenin bayrağını yükseltmek ve dalgalandırmaktır.

Tüm tahlillere rağmen, sinir bozucu bir durağanlıkla haybeye akan hayatı anlamlandırmak devrimcilerin elindedir…

Paylaşın