En Çok Okunanlar, Gündem, Slider, Umut Yazıları

Editörden | Sahte sol göçmen emekçilere saldırıyor: Geçit yok!

AKP-MHP faşist iktidarı yeni yoksullaştırma saldırılarıyla emekçi halka yönelik savaşında yeni düzeylere sıçradı. Ekmeği her geçen gün biraz daha küçülen halk sınıfları şoven-ırkçı ideolojiyle, dinsel gericilikle zehirlenerek düzen içinde tutulmaya çalışılıyor. Sınıf mücadeleleri tarihi sermayenin sömürüyü azgınlaştırdığı zamanlarda bu araçlara daha fazla ihtiyaç duyduğunun tanığıdır. Halk sınıflarını bölüp parçalayarak yönetmek, yoksulluğun kaynağında hâkim üretim ve mülkiyet ilişkilerinin değil aşına, işine ortak olan diğer emekçilerin bulunduğu yalanını yinelemek sermaye sınıfının uzun bir geçmişe sahip olan temel bir yönelişidir.

Ülkemiz egemenlerinin bu temel yönelişe sahip oldukları kendini en net geçtiğimiz seçim sürecinde ortaya koydu. Sağından soluna sermayenin tüm siyasi temsilcileri ırkçı-şovenizm ve dinsel gericiliğin en nadide argümanlarını servis etti. Göçmen emekçilere yönelik düşmanca söylemler seçim pazarının en yaygın ürünleri arasındaydı. Sermayenin siyasi temsilcilerinin bu argümanları kullanarak halk sınıflarını bölüp parçalamaya çalışmasında şaşırtıcı bir yan yok. Bu eşyanın tabiatı gereğidir; fakat ülkemizde sermaye karşıtı bir tutum geliştirdiğini iddia eden mücadeleci bir sendika emekçi halkı sokağa çağırıyor. Bu zamlara, yoksullaşmaya karşı sokağa çıkalım çağrısı değil. ABD İstanbul Başkonsolosluğu önünde “ülkemizdeki göçmen/mülteci istilasına hayır demek için” yapılmış bu çağrı.

Türkiye göçmen/mülteciler tarafından istila ediliyormuş. Faşist partilerin kullandığı argümanlar ne yazık ki üzerine anti-emperyalizm sosu dökülerek DİSK üyesi bir sendika tarafından yineleniyor. Emperyalizmin Suriye operasyonu sonucunda ülkelerini terk etmek ve Türkiye’ye gelmek zorunda kalan göçmenlere yöneltilen “istilacılık” suçlaması, sadece emperyalizmin suçlarını aklamakla kalmıyor, en ağır şartlarda en ucuza çalıştırılan göçmen emekçilerle Türkiyeli emekçiler arasına kama sokuyor, emekçilerin daha fazla bölünüp parçalanmasına hizmet ediyor. Oysa Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun 2023 Küresel Haklar Endeksi Raporu’na göre, Türkiye 148 ülke içinde işçi hakları konusunda en kötü 10 ülkeden biri oldu. Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) 2023 yılı “Küresel Haklar Endeksi Raporu” açıklandı. Buna göre, 148 ülkenin yer aldığı raporda Türkiye, 2023 yılında da çalışanlar için en kötü 10 ülkeden birisi oldu. Bunu göçmen emekçiler mi yaptı?

19. yüzyılın ortalarında İngiliz emekçileri yaşadıkları yoksullaşmanın kaynağının sömürü düzeni değil, ülkeye gelen göçmen İrlandalı emekçiler olduğunu düşünüyor, İrlandalı sınıf kardeşlerine tepki ve öfke duyuyordu. Enternasyonal Proletaryanın devrimci önderi Karl Marx bu durumu şöyle değerlendirmişti:

“İngiltere’nin bütün sanayi ve ticaret merkezleri İngiliz ve İrlandalı olarak bölünmüştür ve birbirlerini düşman gibi gören bir işçi sınıfına sahiptir. Sıradan İngiliz işçisi kendisinin yaşam standardını aşağıya çektiğini düşündüğü ve rakibi olarak gördüğü İrlandalı işçiye kin duymaktadır. Böylece kendisini ona karşı egemen ulusun bir üyesi olarak hissetmektedir. İrlanda’ya karşı kendi aristokrasisinin ve kapitalistlerinin bir aleti durumuna düşmekte, böylece de burjuvazinin kendisi üzerindeki egemenliğinin pekişmesine yol açmaktadır.”

Enternasyonal proletaryanın devrimci önderi konuyu tam kalbinden yakalamıştı. Göçmen emekçilere duyulan kin ve düşmanlık sadece yerel proletaryanın “burjuvazinin kendisi üzerindeki egemenliğinin pekişmesi” sonucunu yaratıyordu. Amerika’da 1882’de Kongreden geçen bir yasayla Çinli göçmen emekçilerin ABD’ye girişi sınırlandırılmıştı. Amerikan İşçi Federasyonu ve Amerikan Sosyalist Partisi yöneticileri, Asyalı göçmen emekçilerin “Amerikan işçilerinin işlerini ellerinden aldıklarını” savunuyor, gerici devlet politikalarına soldan destek sunuyordu.

Enternasyonalin 1904 Amsterdam Kongresinde konuyla ilgili bir karar tasarısını Amerikan Sosyalist Partisi lideri Morris Hilquit sundu. Tasarıda “geri ırkların göçünün sınırlandırılması” yönünde bir talep ileri sürülmüştü. Tasarı çoğunluk tarafından reddedildi. 1907 Stuttgart Kongresinde yine aynı konu gündemdeydi. Hillquit kongrede yaptığı konuşmada, göçmen işçileri iki kategoriye ayırmış; Avrupa’dan Amerika’ya gelenlerin “doğal göçmenler” olduğunu belirtmişti. Asya’dan gelenlerinse Amerikalı işçilerin ücretlerinin düşmesine neden olduğunu, işçi sınıfının hayat standardını gerilettiğini savunmuştu.
Ona göre Çinli ve Japon göçmen işçiler, “bilinçsiz bir grev kırıcılar havuzu” oluşturuyordu. “Bunlar” demişti Hillquit, “bugün grev kırıcı rolü oynuyorlar, sarı ırkın genelde yaptığı gibi”. Bu tasarı reddedildi ancak Amerikan Sosyalist Partisi kendi ülkesinde Asya’dan göçmen emekçi akışının sınırlandırılmasını isteyen kampanyalar düzenlemeye devam etti.

Lenin 1915 yılında Amerikalı sosyalist ve sendikacılara yazdığı bir mektupta, onların bu tutumlarını sert bir biçimde eleştirdi. Kendi bakış açısını şöyle ortaya koydu:

“Eğer, egemen ve ezen bir ulusa mensup Amerika’daki sosyalistler, özellikle de İngiliz sosyalistleri, göçün her türlü sınırlandırılmasına karşı çıkmaz, sömürgelerin yağmalanmasına karşı tavır almaz ve sömürgelerin kendi bağımsızlığını savunmazsa, böyle sosyalistler olsa olsa ancak sosyal şoven olabilirler.”

Sınıf mücadelelerinin tarihi açısından bakıldığında, göçmen emekçiler konusunda 2023 Türkiye’sinde ortaya çıkan sosyal-şoven anlayışlar görüldüğü gibi yeni değil, uzun bir geçmişin sahibidir. Enternasyonalist devrimci hareketin tutumu da önderlerinin berrak anlayışından yansıdığı gibi çok nettir. Göçmen emekçilere yönelik saldırgan tutumlar sadece sermayenin işçi sınıfı üzerindeki egemenliğini güçlendirecektir. Yoksullaşmanın kaynağı göçmen emekçiler değil sermayenin azgınlaşan sömürüsüdür. Sömürüyü geriletecek ve yıkacak olan emekçilerin kardeşliği, dayanışması ve ortak mücadelesidir. Bunu gizleyen her yaklaşım sadece sermaye egemenliğine hizmet etmektedir.

Günümüz Türkiye’sine bu bakış açısından bakmak ve mücadele dinamiklerini bu perspektiften ele almak önemlidir. Sosyal-şovenizm ile Enternasyonalist devrimciliğin ayrım çizgilerini belirginleştiren önemli bir hat tam bu noktada ortaya çıkmaktadır. İhtiyaç duyulan halk sınıfları arasında daha fazla bölünme değil Enternasyonalist sınıf çizgisinde buluşmadır. Halk sınıflarının devrimci demokrasi çizgisinin kazanmasının zorunlu koşullarından biri bu anlayışın hâkim olmasıdır.

Proleter Sosyalizm her tür gericilikle mücadele içinde kendini örgütleyecektir. Sosyal şovenizm bu çerçeve içinde mücadele edilecek sermaye yanlısı akımların sol görünümlü olanlarındandır. Halk sınıflarını bu konuda bilgilendirmek ve uyandırmak günün önemli görevlerindendir. Son gelişmelerle birlikte bu görev daha da öncelik kazanmaya başlamıştır. Emekçilerin birliği önünde tehlike yaratan bu yaklaşımlar mahkûm edilip, gelişmeleri engellenmelidir.

Tüm emekçiler için yaşanabilir insanca bir ülke talebini “istila” laflarıyla manipüle edenlerle mücadele etmek aynı zamanda sermaye ile mücadele etmek anlamına gelmektedir. Halk sınıflarını soyanlar, açlığa mahkûm edenler göçmen emekçiler değil Türk sermayesi ve onun siyasi temsilcileridir. Söylenenin tam aksine, en ağır koşullarda en ucuz ücretle çalıştırılanlar göçmen emekçilerdir. Tek başına kurtuluş yoktur. Sermaye düzeninden kurtuluş Proletarya Sosyalizmi saflarında birleşen tüm emekçilerin eseri olacaktır.

Paylaşın