Gençliğin devrimci harekette aldığı yer, yalnızca 1968’in estetik mirasına yaslanan nostaljik bir hafıza değil; kapitalizmin kriz anlarında, siyasal-toplumsal bileşenler arasındaki bağları yeniden kuran, geleceği bugüne doğru çeken bir devrimci imkân olarak anlaşılmalıdır.
Devrimci mücadelenin mihenk taşı; geçmiş dönem devrimci mücadele tarihlerini romantize etmek değil, bugünden yarına geçmişi aşan bir politik hat örmektir. Tarih akıyor, bu akan tarihe ezilenlerin lehine yön vermek ancak devrimci bir kolektif irade ile gerçekleşir. Paris’te Mayıs 68’in öğrenci kalkışmasıyla 10 milyonu aşkın işçinin genel greve bağlanması, hareket ile sınıf arasındaki elektriklenmenin neleri mümkün kıldığını bir kez daha gösterdi; bu tür eşiklerde gençlik, “öğrenci” oluşunun ötesinde dönemin hızlandırıcısı, toplumsal enerjinin dönüştürücüsü olarak işlev gördü.
Aynı dönemde Vietnam Savaşı’na karşı dünya ölçeğinde büyüyen öfke, kampüsleri siyasetin laboratuvarına çevirdi; Toplumsal hareketlerin yükselişi ve savaş karşıtı dalga, üniversiteyi hem bilginin hem de meşru itaatsizliğin örgütlenme mekânı kıldı. Türkiye’de sol mücadelenin oluşması benzer dönemlere denk gelir. Demokrat Parti’nin (Türkiye’deki merkez sağ-muhafazakar partilerin isimlerinin anti-tezi olması tarihin bir ironesi olsa gerek!) anti-demokratik uygulamalarını protesto etmek için İstanbul Üniversitesi ve Ankara Üniversitesi öğrencisi gençlerin eylemleri mücadele tarihinde bir gedik açmıştır. Bu bağlamda 28-29 Nisan Eylemleri, Türkiye’de gençlik mücadelelerinin bir eşik atlaması olarak yorumlanmalıdır. Daha önceleri komünist örgütlenmeler, daha çok ya aydın tabakası üzerinde ya da tütün işçileri gibi daha küçük kapsamlı işçi örgütlenmeleri çerçevesinde gerçekleşiyordu.
1960 üniversite eylemleri Türkiye gençlerinin mücadele sahnesine girişi gibi okunabilir. Daha sonraları FKF ve 71’ kopuşunu gerçekleştiren gençler bu birikimin öğrencileridir. 60’lar ve 70’ler boyunca üniversitelere daha çok gençlerin girmesi, yeni üniversitelerin kurulması, köyden kente göç gibi olgular da bahsedilen sıçramaların altyapısını oluşturan sosyolojik olgulardır. Türkiye’de 1968 gençliği, 71 devrimci kopuşunda, 15–16 Haziran işçi eylemleriyle karşılıklı beslenen bir hat ördü; böylece “gençlik hareketi” ile “işçi hareketi” arasındaki geçirgenlik, ülke ölçeğinde siyasal bir sıçrama yarattı. Bu örnekler, gençliğin tarihsel rolünü abartmadan ama hiç de küçümsemeden, onun stratejik yoğunlaşma noktası olduğunu işaret eder: Gençlik, toplumun sinir uçlarına ilk temas eden kesittir; krizi herkesten önce duyar, yeni olanın belirmelerini herkesten önce algılar. Toplumsal hareketliliğin tabiri caizse ilk kıvılcımını yakandır.
Bugünün dünyasında krizin adı ve kapsamı keskinleşmiş durumda. Gramsci’nin “Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor; şimdi canavarlar zamanı” diye tarif ettiği o eşik hâli küresel ölçekte siyasal alanı dolduruyor. Bu ifadeyi, kolaycı “canavarlar zamanı” popülerleştirmesine indirgemeden, tam da siyasal temsil ile toplumsal ihtiyaç arasındaki açıklığın büyüdüğü an olarak okumalıyız: Devlet aklının yönetememe hâli, bununla beraber sürekli zor aygıtlarını kullanması, piyasaların eşitsizliği derinleştiren genişlemesi, otoriterlik ve aşırı sağın yükselişi, savaşların sıradanlaşması… Bütün bunlar yalnızca “karanlık” değil; aynı zamanda yeni olanın doğum sancılarıdır ve gençlik, bu sancıları siyasetle kavrama sorumluluğuyla karşı karşıyadır. Kapitalizm şüphesiz sürekli krize girmeye mahkumdur. Bu krizlerden doğan nesnel boşlukları, ezilen halklar ve emekçiler lehine doldurmak ise hepimizin görevi. Boşluk varsa, mecbur dolmakta zorundadır. Günümüz dünyasında devrimci hareketin dolduramadığı boşluğu, egemenlerin doldurması canavarlar zamanına işaret ediyor.
Dünya’da Yükselen Gençlik Dinamizmi
Bu çerçevede, 2020’lerin sonuna doğru uzanan hatta, kampüslerin yeniden dünya siyasetinin hızlandığı düğüm noktaları hâline geldiğini gördük. 2024’te Gazze savaşına karşı kampüs işgalleri ve çadır eylemleri, yalnızca ABD’de değil pek çok ülkede-kimi yerde bastırılarak, kimi yerde yaygın tartışmalar üreterek-burjuva siyasetin meşruiyet zeminini sorguladı. Avrupa’nın birçok ülkesinde, Filistin halkıyla dayanışma gösterildi. Evvela hepsinde ön saflarda gençlik vardı. Gençliğin devrimci potansiyelini “tekil isyan”ın romantizmine sıkıştırmadan kavramak için, birçok etkeni saptamak gerekir. Birincisi, toplumsal üretimin örgütlenişindeki dönüşümler: Güvencesiz emek, staj ve yarı-zamanlı işlerin norm hâline gelişi, öğrencilikle işçiliğin iç içe geçtiği bir “genç işçiler” gerçekliği yaratıyor. Kapitalizmin imdat freni olan işsizler ordusunun büyük bir bölümü bu gençlerden oluşuyor. Bu eşikte gençlik, yalnız tüketimden değil üretimden de dışlanmışlık üzerinden siyasallaştığını görüyoruz. Dünya’da örneğinin gönülden artmasını istediğim Piquetero hareketi ve Ni Una Menos hareketleri bu konuda önümüzde yapılması gereken bir devrimci görev olarak ufuk açıyor. Emperyalist savaşların ve sınır rejimlerinin kalıcılaşması: Mülteci karşıtlığı ve şovenizmin normalleştirilmesi, egemen blok tarafından krizi yönetmenin “kolay” yolu olarak sahneye sürülüyor; gençlik hareketinin en kırılgan yerinde, enternasyonalizmle şovenizme karşı tutum arasındaki makas turnusol hâle geliyor. Buna bir örnek verecek olursak, son AB Parlamento seçimlerinde aşırı sağa en çok oy gençlerden geldi. Zafer Partisi’nin, gençliği etkisi altına alacak popülist politikalar yürütmesi. Bunun sonucunda, gençliğin bir kesimi Zafer Partisi’nin etkisinde kaldı.
Bu tablo, kimi kesim için her ne kadar karamsar gözüksede çelişkili bir yön taşıyor. Siyasi iktidarların rızasını yitirdiği anda başvurduğu şey, çıplak zorun en katı biçimidir. Bu tarihin tüm egemenlerinde gözlemlenen, sınıf tahakkümünün en temel yasasıdır. Rızanın çözüldüğü yerde zor gerçekliğin en sert hali olarak görülür. -Türkiye bunun için çok güzel bir örnektir- Fakat her zorun kendisi aynı zamanda karşıtını da doğurur. Çünkü zor, halkın yaşam damarlarına saplanan hançer gibi acı vererek aynı zamanda karşı çıkış iradesini de yaratır. Zor bir yandan kitleleri sindirme aracı olarak etki görsede, birleşik zeminde dayanışma ve mücadele hattını da zorunlu kılar. Doğru örgütlenme ile, halkı birbirine daha sıkı kenetler. Geniş bir politik bilince yöneltir. Faşizmin yükseldiği her tarihsel uğrakta, karşısında anti-faşist direnişin boy göstermesi bunu bir ürünüdür. Düzen zorla dayandığında kendi çürümesini hızlandırır, halk ise zorun karanlığında, kurtuluşunu arar. İşte devrimci mücadele bu hakikati diyalektik bir pusula olarak kavrar: zorun olduğu yerde mutlaka direniş doğar, direnişin örgütlü hale gelişi ise devrimin imkanını yaratır. Buradan çıkacak sonuç açıktır: faşizme karşı en güçlü etken, zorun yarattığı çelişkileri örgütlü bir mücadeleye dönüştürmektir. Çünkü zor, halkın boynuna geçirilen zincir olduğu kadar, zinciri kıracak iradeyi de mayalayan nesnel zemindir. Dünyada boy gösteren direnişlerin sönümlenmesi de bununla paraleldir. Bangladeş’te öğrenciler, otoriter devleti geri adım attıracak ölçekte sokakları doldurmuştur; Sırbistan protestolarında öncü bir güç olarak sahneye çıkmıştır; Filistin için dünya çapında yükselen öğrenci dayanışması, emperyalizmin en zayıf halkalarına yönelen evrensel bir isyanı temsil etmektedir. Halkın kendisinde kendiliğinden bir tepki patlasa da, bunu düzene yöneltecek öncü eksikliği. Bu tarz kitlesel hareketlerde; devrimci bir strateji, buna yapılan hazırlık ve öncülerinin var olması önem taşır. Gençliğin kıvılcımını yaktığı hareketlilik, toplumun diğer kesimleriyle buluşmadığı sürece en fazla saman alevi etkisi verecektir. Kıvılcımı harlamak, direnişi toplumun tüm kesimiyle yoğurmaktan geçiyor. Bunların yoksun olduğu hareketler sönümlenir. Stratejik akıl, kendiliğinden tepkileri küçümsemeden ama onlara teslim olmadan ilerlemeli.
19 Mart’a Genel Bir Bakış
Türkiye bağlamında meseleyi incelemek, günümüzde gençlik mücadelesinin doğasını kavramak ve politika üretmek açısından bizi zorunlu kılıyor. Dünya’da gençlik bir ‘atılım’ gerçekleştirmişken, Türkiye’de bu durumdan etkilenecekti. Gençler demokratik mücadele yürütmekte ısrarcıydı. CHP’nin düzenlediği mitinglerde, gençlerin Özel’i ve CHP’yi konformist çizgiden daha eylemci bir çizgiye taşıdı. Sistemin sınırlarında kalan tepkisellik noktasında, eleştirilere tabi tuttu. CHP tarihsel misyonunu da oynamış oldu. Kendine yapılan operasyonlara dahi bir cüret göstermeyerek, operasyonlarının devamını gelmesini sağladı. CHP’nin önünde iki seçenek vardı; ya baskılar karşısında halkın gücünü kullanıp kendinin dahi önünü alamayacak kitle hareketi yaratmak, yada baskı karşısında ezilip direnişi sönümlendirmek. Onlar, düzen partisinin gereğini yaparak gençliğin meşru-militan mücadelesini kriminalize etmek ve sönümlendirmek için uğraştı. CHP Kılıçdaroğlu döneminden sonra ilk kez sokak çağrısı yapmış oldu, ama bu kafaları karıştırmasın. CHP’yi buna iten yine halkın öfkesinin kendisi oldu. Bu öfkeyi düzene ve devlete yönelmemesi için misyonunu oynadı. Devrimcilerin, halkın örgütlü gücünün ön planda olmadığı hareketlilikler düzen içine hapsolmaya mahkumdur. Burjuva demokrasisinin ve hukukunun bile askıya alındığı dönemlerde, meşru-militan mücadele hattının yükselmesi ve tüm devrimci güçlerin bu ekseni güçlendirmesi tarihsel bir görevdir. Sokağa çıkan kitleye orantısız kuvvet uygulayan sermaye bekçileri, işkence yapmakta sınır tanımadı. Bu düşmanın hem halk hareketinden duyduğu korkuyu ve halk düşmanı karakterinin ikili boyutunu gösteriyor. Böylesi bir durumda eylemcilerin, öz savunma araçlarından yoksun kalması kitlelerin ağır şiddete maruz bırakılması ve gözaltı dalgasından bir süre sonra yılacağını da tekrar kanıtlamış oldu. Halkın örgütsüz olmasıyla da, hareketin geri çekilmesi paralel. Bu yüzden önderlik, çok hassas ve önemli bir meseledir. Yeni alternatifi böylesine bir önderlik kurabilir. Devrimci gençlik hattı, “öğrenciliğin talepleri” ile “işçi sınıfının talepleri talepleri, Kürt halkının ulusal talepleri, kadınların özgürlük mücadelesi, ekolojik mücadelesini”ni ayrıştırmadan düşünebildiği ölçüde gerçek bir çekim merkezi olur: Kapitalizmin krizini, tek dosyada birleştiren bir strateji. Bu strateji, aynı zamanda Türkiye’nin iç siyasetinde düzenli olarak zehir olarak dolaşıma sokulan şovenizme karşı berrak bir hattı zorunlu kılar: Mülteci karşıtlığı, Kürt meselesinde çatışmanın ebedîleştirilmesi, üniversitede farklı kimliklere karşı ayrımcılığın normalleşmesi vb. Bunların her biri gençliğin devrimci kapasitesini içeriden tüketir. Şovenizmin kırılamadığı her yerde, en parlak isyanlar bile kolayca yalıtılır; şovenizmin kırıldığı her yerde ise geçici tepkisellikler dönüştürücü güce bağlanır. 19 Mart örneği de bununla paralel. Türkiye’de eylemsellikler devam ederken, bir yandan saflarda şovenizm hakimdi. Bu devrimci hareket içinde bir turnusol görevi oynuyor. Enternasyonal direniş hattının somutlaşmış zirve anlarından biri şüphesiz Kobanê Direnişi’ydi. Barbar IŞİD çetelerinin kuşatmasına karşı ve onların işbirlikçilerine karşı verilen Kobane savunması, yalnızca Kürt halkının değil, bütün dünya gençliğinin gündemine girmiştir. Kobane’nin düşüşüne izin vermeyen direniş, enternasyonal dayanışmanın da simgesi oldu. Dünya’nın dört bir yanından gelen genç enternasyonalistler, Kobane’deki mevzilerde omuz omuza savaştılar. Bu direniş, “gençlik kıvılcımı”nın sadece kampüslerde değil, cephe hatlarında da bir toplumsal dönüşüm imkânı yarattığını kanıtladı. Kobane, gençliğin yalnızca bir “isyan gücü” değil, aynı zamanda kurucu bir özne olabileceğini gösterdi. Kadın özgürlükçü karakteriyle, halk meclisleriyle ve ortak yaşam deneyimleriyle Kobane, kapitalizmin ve patriyarkanın karşısına konan alternatif bir toplumsal tahayyülün somut ifadesiydi. Şovenizmin kırılmadığı yerde hareketler boğulur; enternasyonal dayanışmanın kurulduğu yerde ise isyan, devrimci bir güce dönüşür. Kobane direnişi bu gerçeğin tarihsel kanıtı olarak, gençlik mücadelesinin pusulasında özel bir yer tutmalıdır.
19 Mart’ın başlangıcı Beyazıt’ta öğrencilerin yıktığı barikattı. Direnişin kıvılcımını yaktı. Sokaklara dökülen milyonlar yalnızca İmamoğlu’nun özgürlüğü için değil, demokratik hak ve özgürlük mücadelesi talep ettiler. Bu demokratikleşme talebi, Kürt halkının mücadelesini kapsamadığı sürece bir başarıya ulaşmaz. Yalnızca Kürt halkının değil, ‘halklar hapishanesi’ne dönmüş Türkiye için, enternasyonal bir mücadele devrimci politikanın mihenk taşı görevinde. Birçok ezilen kesimlerin özgürlüğü olmaksızın, bölgesel demokratikleşme gerçekleşemez. Bu direniş gerçekleşirken, iktidar 19 Mart’a giden yolu ilmek ilmek dokudu. Defalarca baskıladığı sosyalistlere operasyon, kent uzlaşısını kriminalize etmek amacıyla yıllar sonra gelen HDK operasyonu 19 mart sürecinin önünü açtı. Kent uzlaşısı kriminalize edildi. Bunun üzerinden CHP vuruldu. İşin yine çelişkili tarafı, devlet kent uzlaşısının ne olduğunu neredeyse tüm halka duyurmuş oldu. İktidara fena kaybettiren kent uzlaşısının intikamı görece alınmış oldu. Bundan daha iyi de bir propaganda olamazdı.
Burada bir parantez açarak özeleştiri vermek önümüzde duruyor. Devrimci-demokratik hareketler, bu süreci okuyamadı. Kürdistan’da atanan kayyımlara karşı, Batıda kitlesel eylemler ve direniş olsaydı, şüphesiz bunları konuşmuyor olacaktık. CHP’ye çekilen operasyonların, Erdoğan’ın burjuva muhalefet anlamda en güçlü rakibi İmamoğlu’na geleceğini görmek lazımdı. Eğer görüldü deniyorsa, buna karşı yapılacak manevra neden hayata geçirilmedi? Okunsa dahi hazırlıksız yakalandı. Halkların önüne bir mücadele pusulası serilmedi. Gezi Parkı’ndan sonra, gerçekleşen kısa sürelide olsa Batıda ki en kitlesel hareketlilik buydu. Gezi ruhunu anımsayan ve kendine pusula edinen on binlerce genç vardı. Gezi’de sokağı kazandığımız bir dönem de vardı. Bu noktada biz ne sokağı kazanabildik, ne de Gezi ruhunu kitlede yeşerttik. Her direniş kendi öncüsünü de yaratır. Organik aydınını türetir. Gezi direnişinin baş sembollerinden komutan Ulaş Bayraktaroğlu’nun muazzam direnişi, devrimci mücadele açısından hala ciddi bir ilham kaynağı. Direnişi yönlendirecek, ateşini harmanlayacak öncüler, direniş sahasında kendini gösterecektir de. Direnişte şehit düşenlerin mirasını omuzlarımızda yükseltip, yeni haziranlar yaratmamız gerekiyor. Öte yandan devlet baskısından dolayı, bir kısım devrimci sokaklarda olamadı. Halkın öncüsü olma görevini sırtlayan devrimciler, çeşitli sebeplerle ön safları boş bıraktı, bıraktırıldı. Birçok üniversitede kurulan eylem komiteleri, gençlik radikalizminin meşru-militan mücadelesinden geri bir tavır sergiledi. Bu da her şeyden önce özeleştiri yapmayı hak eden bir tarafta duruyor. Öte yandan devletin saldırıları halka karşı devam ediyor, bu saldırılar yeni bir eylemselliği doğuracak mı? Sosyalistlerin görevi elbette faşizmin saldırılarına karşı, sokak mücadelesinde ısrar etmek, halkı sokağa çağırmaktır. Ama bu görev bununla sınırlı kalıp, sokak mücadelesini ileri taşıyacak adımlar ve ufuk belirleyecek noktada değilse yine sınıfta kalmaya mahkum bırakır. Yapılan çağrıları göğüsleyecek ufuklar yaratmakta önemlidir. Bu saldırılara karşı, gençlik örgütlerinin reaksiyonu ne olacak? Bunların tartışılması, birleşik mücadele zeminini güçlendirmek önümüzde duran önemli adımlar olarak duruyor. Aynı yorumları, günümüzde tartışılan süreç için de söylemek pek mümkün. Süreç başarılı ilerlerse, devrimci güçlerin yol haritası ne? Süreç bozulursa, pusula ve rota ne olacak? Hareket boşluk tanımaz, 19 Mart’ta bu boşluğu faşistler doldurdu. Faşizm her zamanki işlevini gördü ve düzenin imdat freni olma konumunu taşıdı.
Sonuç Yerine
Son kertede bugün “romantizm”le “strateji” arasındaki karşıtlığı aşmak gerekiyor. Romantizm, isyanın şiiridir; strateji, o şiire istikrar ve yön verir. 1968’in aurasını taşırken, 2025’in kırılma hatlarında yürümek demek, eylemin maddi sürdürülebilirliğini kurmak ve birleşik mücadele çizgisinde ısrarcı olmak. Aksi hâlde, güncel devlet–sermaye blokunun kitlesel polis–yargı aygıtları, hareketi anlık moral dalgalarıyla sınırlamayı başarır. AKP iktidarının demokratik haklara ve burjuva muhalefetlere bile yaptığı baskı gençlik nezdinde yeni bir dönemi araladı. Yıllarca kurmuş olduğu otoriter baskı, kitleler nezdinde bir öfke mayalandırdı. Şimdi önümüzde ki en büyük görevlerden birisi, 19 Mart’tan ders çıkarmak ve geleceği buna göre kurmak. Gençlik hareketi; kampüs işgalleri, boykotlar, yerel meclisler; gövdesi ağır, zihni berrak bir stratejiyle birleştiğinde, yalnız üniversite yönetmeliklerini değil, kentin gündelik akışını ve üretimin ritmini de etkileyebilen bir siyasal güç doğar. Bu bütünlük içinde devrimci gençlik hareketi, yalnız “karşı çıkma”nın değil, “ yenisini kurma”nın siyasetine talip olmalıdır. Sermayenin doğa talan politikasına karşı, ekoloji mücadelesiyle. Kadın cinayetlerine ve kadınların özgürlüğüne baskı politikalarına karşı, kadın özgürlüğünü yaşatacak politikalarla. Yerellerde; meclisler, komiteler inşa ederek. Sermayenin emek politikasına karşı, amansız emek mücadelesi yürütmek. Bu damarlar olmadan devrimci gençlik, kolayca “erkeksi kahramanlık” anlatılarının tuzağına düşer; oysa devrim, incelikli bir örgütlenme sanatı ve çoğul bir özgürleşme dilidir. Sonuçta pusula açıktır: İşçi sınıfı ile birleşik, enternasyonalist, anti-emperyalist ve devrimci bir gençlik hareketi ama bu kez yalnız doğru şiarlarla değil, doğru örgütsel tekniklerle, süreklilik üreten bir kültürel-siyasal altyapıyla ve şovenizme karşı sarsılmaz bir etikle… Tarih akıyor; gençlik, akışı hızlandıran değil, yön veren güç olduğunda, “eski”nin ölüm sancıları “yeni”nin doğumuna çevrilebilir. Bunun için gerekli nesnel çelişkiler fazlasıyla mevcut; eksik olan, çelişkileri devrimci bir bağlama çevirecek sabır ve stratejik derinliktir. 1968’den bugüne düşen görev, geçmişi yüceltmek değil, geçmişi aşacak bir siyasal aklı kurmaktır: Karanlıktan çıkışın panzehiri budur. Öfkenin zekâya, cesaretin örgüte, meşru itaatsizliğin kurucu siyasete bağlanması. Gençlik, kendisini yalnızca bir “direniş” gücü olarak değil, aynı zamanda bir “kurucu” toplumsal özne olarak var etme görevindedir.