Aslında bu yazı yayımlanmadan önce yine 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü hakkında ama odağı farklı başka bir yazı yazmıştım. Fakat bir kısmı manipülasyonu içeren bir kısmı ise yapılması elzem, ilerletici olan tartışmalar sonucu bu minvalde yeni bir yazı gerekliliği ortaya çıktı.
Öncelikle başlığıma da konu olduğu gibi, erkek-devletin tüm engellemelerine karşılık binlerce kadın İstanbul’un çeşitli noktalarından, ulaşımın büyük oranda engellenmiş olmasına, barikatlara ve en tepeden ilan edilen yasaklara aldırış etmeden Taksim’e aktık. Daha sonra ise pek çoğumuzun “acaba toplanamayacak mıyız” kaygılarına inat, verilen emek sonucu birbirimizi bulduk. Hatta bizler gerçekten kaygımızın en üst olduğu tam o an bulduk, o sebepten büyük bir çoşkuyla koşarak aktık Sıraselviler’deki kadın denizine.
8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü sonrasında gelişen malum tartışmalara geçmeden biraz bu ısrarın, inadın ve özellikle her şeye rağmen feminist gece yürüyüşüne duyulan bu güveni de açıklamak elzem. Açıkcası Sıraselviler ve Karaköy’deki kalabalığın kendisi de kimi tartışmaları da fazlasıyla boşa çıkarır durumda. Tablo bize şöyle sesleniyor, siz istediğiniz kadar linç örgütleyin işte çıplak gerçek burada duruyor. Feminizm engellenemeyecek biçimde büyümeye, kök salmaya devam ediyor.
Bütün kadınların bir parçasını oluşturduğu, özellikle 2019’dan itibaren ivmelenen büyük bir kadın isyanının içindeyiz. Yanlış anlaşılmasın isyan bize, biz ona yabancı değiliz. Ama bugüne kadar son anına yer aldığımız halde kovulduğumuz devrim süreçlerinin aksine, “bu çağ bizim” diyerek sıkı sıkı sarılmış vaziyetteyiz. Dünya’daki isyanlar sadece kadın isyanları diyemeyiz tabii. 2019, büyük bir emperyal kriz ve ona karşı haliyle yoksulların, işçilerin, işsizlerin, gençlerin, lgbti+’ların, topraksızların, ezilen halkların, göçmenlerin yoğun katıldığı büyük bir isyan yılıydı, görünen o ki devam edecek. Bu isyan dalgasında kadınlar, ayrıca feminist kadınların da katkısı büyük. 2019’a 620 km’lik kadın zinciriyle Hindistan’da girip, bütün kıtalarda büyük kadın isyanlarına imza attıran, tüm dünyada Şili -LasTesis, Rojava kadın kurtuluş mücadelesinin* enternasyonal sahiplenmesiyle girmemizin, Meksika’daki feministlerin, kadınların “her şeyi yakıp yıkmaya” hakkım var noktasına gelmesinin elbetteki çok yakıcı sebepleri var. İçinde bulunduğumuz emperyal savaş, patriarkal kriz ortamında ölen milyonlarca insanın, kanlı göç yollarının, milyonlarca işçi cinayetinin, intiharların hem içinde ama hem de bunlardan ayrıca başı başlı bir kadın kırımı-feminicide- gerçekliği var. Meksika’da kadınlar tam da bu sebeple “Estado Feminicida” yani Kadın Katili(Kırımcısı) Devlet diye de isyan ettiler.
Ezcümle biz kadınların nefesine göz diken bir sistem var karşımızda. Ve onun adı cinsiyetsiz, sadece “kapitalizm” değil, o patriarkal yani erkek-devlet kapitalizmi!
Hasbiye’nin Sıraselviler’e geçerken söylediği gibi “erkekler bizi avukat, doktor, işçi vb olduğumuz için öldürmüyor, ezmiyor. Dışarıdan bakınca ne olduğumuzu bilmiyor ama kadın olduğumuzu görüyorlar. Hepimizi kadın olduğumuz için öldürüyorlardı.İşte bunu fark ettiğimiz zaman ben/biz feminist olduk”
Yükselen erkek-devlet şiddetine, bizi bütün üretim alanlarından kovup, emeğimize konup, bundan katrilyonlarca değer sağlayıp onu görünmez bizi “asalak” ilan etmesine, sevgiyi bile sömürüye, katliama dönüştürmesine karşı, kadınlar biz sadece mağdur değiliz, direnişçileriz, “yeryüzü isyanda olan biziz” diyerek her yerde sokaklara döküldük. İsyanlarımız bizi görmeyen, yoldaşlarımız eliyle de dayatılan “isimsizliği” de silmek içindi. Çünkü komünistin de kadını, erkeği; yoldaşın da cinsiyeti olurdu.
İşte bu 8 Mart’ta da önce gündüz Kadıköy’de, sonra da akşam Taksim’de bu bilinçle olduk. “Yaşamak ve Yaşatmak İstiyoruz” diyerek oradaydık. Gerçekten özellikle feminist gece yürüyüşü çok coşkulu başladı ve aynı coşkuyla binlerce kadının katılımıyla devam etti. Daha sonra ise ilerleyen saatlerde katılımcılar arasında bir fikir ayrılığı oluştu ve bu sloganlara da yansıdı. Evet bu gibi, özellikle kritik eylemler öncesi çeşitli olasılıklara karşı kararlar alınır ve planlar yapılır, eylemin selameti için herkesin ona uyması beklenir. Fakat yoğun katılımın olduğu durumlarda, katılmcılar “o anın” ruhuyla kendi taleplerini iletebilirler. Malum toplantıların niceliğiyle bu tarz eylemlerin niceliği arasında uçurum vardır ve eylem komitesinin birlikte aldığı kararlar “kitlelere” uymayabilir.
Kimi örgütleri kesinlikle ayırarak(aşağıda açacağım), geri kalanlar “o anın” ruhuna güvenerek kadınlara, insanlara ait olan ve eğer bu hukukun sınırları içinde kalırsak dahi yasaklanması için tek bir mantıklı gerekçesi olmayan İstiklal’de de olmak istediler. Ben ve yapım da “o anın” ruhuna olan güvenle bu talebe ve sloganlara katıldık. Daha sonra en önde, basın zincirinde olmam sebebiyle birebir şahit olduğum şekilde eylem komitesi defalarca kendi kararını duyurdu, ve bu yaklaşımın bin kadar kadın tarafından benimsenmemesiyle Sıraselviler ve Karaköy olarak bir ayrışma yaşandı. Biz de komite kararı ve aşağıdaki belirteceğim yapıların varlığı ve tutumları sebebiyle Sıraselviler’den Karaköy’e çekilmeyi uygun bulduk.
Ardından basın aracılığıyla şahit olduğumuz işkence koridorları, açık polis saldırısı yaşandı. Tüm bu politik gerekçelerle Sıraselviler’de bu taleplerle kalmayı küçümsemek, bunu boşa düşürmek, önemsizleştirmek doğru değil. Tartışmayı erkek-devlet şiddetine değil, buraya evirmek de… Ama aynı şekilde son ana kadar toplanma kararını iptal etmeden, gün boyu çeşitli yollar geliştirerek binlerce kadını bir araya getiren eylem komitesini ve Karaköy’deki kadınların birlikteliğini yaratan tavrı da küçümsemek, liberal kılmak ve bir fırsatla, kaybedilen hegemonyayı geri kazanmak için, ayrıca yılların ideolojik düşmanlığıyla feminist harekete, feministlere saldırmak da aynı oranda, tartışmasız bir biçimde kabul edilemez. Kaldı ki kabul edilmemenin yanında yukarıda da ifade ettiğim gibi nafile bir çaba. Buradan feministler gerilemez, kimse kaybetmeye mahkum olduğu hegemonyayı geri kazanamaz.
Üstelik bunların içinde, yıllar önce “burayı devrimcileştirmeye geldik” diye feminist gece yürüyüşüne saldırıp, feministlerin örgütlediği Sıraselviler’de de onun kitlesine konarak, devrimcilik öğretmekten hicap duymayanlar; hiziplere doymadan yapılarda karşı-devrimcilik örgütleyerek “afterparticilik” yakıştırmasıyla piar kovalayanlar; her platformda mücadeleyi bölenlerle yan yana düşmemek de bizler için önemliydi.
Aynı zamanda bir sosyalist olarak, biz sosyalist feminist kadınlar yıllarca kendi yapılarımızda mücadele ettik. Bugün belki birlikte olamadığımız ya da karma mücadele dışında kalmayı tercih eden feministlerin de emeğiyle kadın kurtuluş mücadelesinde, sosyalist feminist ilkelerin ilanında, savunusunda, kendimizi direkt böyle tariflemede kimsenin asla geri döndüremeyeceği büyük yollar aldık. Bunun olmadığı yerlerde ise feminizm düşmanlığı yenilerek, özgün/özerk kadın mücadelesi benimsenerek, kadınlar arası büyük ittifak zeminleri ve bizi şimdilik Türkiye Kadın Buluşmasına götüren zeminler oluşturduk. Bunu pek çok yapıdan sosyalist de olan biz kadınların da katıldığı bakışımlı mücadelemizle birlikte kazandık. Kadınlar Birlikte Güçlü dedik, birlikte platformlar kurduk.
Şimdi! Kimileri kadınları özne görmeyen, mücadeleden uzak ama patriarkaya, erkekliğe çok yakın bir biçimde o cangılda kalabilir. Ama Türkiye Sosyalist Hareketi içinde her düzlemde mücadele yürüten feminist ve/veya sosyalist kadınlar bu alanı da bırakmayacağız.
Buyursunlar bizden bağımsız meydanlar da yasaklar da ortada!
Kadıköy’den Sıraselviler’e ve Karaköy’e kadar birlikte güçlüyüz!
Yaşasın birlikte mücadelemiz!
Yaşasın feminist mücadelemiz!
