Gezi Parkı direnişinin 7. yılında, 9 Mayıs 2017 yılında Rakka’da IŞİD’e karşı verilen mücadelede ölümsüzleşen, aynı zamanda Gezi direnişçisi olan Ulaş Bayraktaroğlu’nun Gezi Parkı davasından tutukluyken Edirne F Tipi’nde kaleme aldığı yazıyı yayınlıyoruz.
Toplumsal mücadeleler tarihinde Paris Komünü’yle yeni bir sayfa açıldı. Kapitalist toplumu ait olduğu yere, “eski eserler müzesine” gönderecek, yeni toplumu kuracak olanın proletarya olduğu kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kanıtlandı. Devlet iktidarı yerle bir edildi ve yerine komünün özgürlük-eşitlik-adaleti sağlayan yönetimi oluşturuldu.
Burjuvazi, tarihte çeşitli işçi sınıfı ayaklanmaları görmüştü, fakat ilk defa bu ayaklanmalardan biri başarıya ulaşıyordu. Ve ayaklanmanın sonucu olarak işçi sınıfı ve ezilenler kapitalist devletin yerine kendi komünlerini tesis ediyorlardı. Komün, egemen sınıfların halkın onlarsız yapamayacağını öne sürdüğü bürokrasi, profesyonel ordu, parlamento gibi devlet iktidarını mümkün kılan unsurlarını kaldırdı.
Paris Komünü’nde toplumun egemen sınıflar tarafından sürekli inandırılmaya çalışıldığı ve hiyerarşik bir yapıda konumlandırdığı her şey değişiyordu. Komünün miras bıraktığı devrimci gelenek işçi sınıfının kurtuluş mücadelesinin yolunu aydınlatan bir meşale oldu.
Devrimci ayaklanma başarıya ulaştığı ölçüde işçi sınıfının ve halkın bilincinde bir iz bırakır. Bu iz öyle kuvvetlidir ki, hiçbir çarpıtma ve kara çalıcılıkla silinemez. Paris Komünü, dünya işçi sınıfı mücadelesinin en ileri mevzilerinden birini oluşturdu. Günümüzde proletarya, bu mevziyi büyütmek ve tüm mevzilerini birleştirmek için mücadeleyi yükseltiyor. Burjuvazinin ideolojik aygıtlarının bu gerçeğin görülmesini engellemek için ellerinden geleni yaptıkları ortada. Gerçeği görmek için hareketin kendisiyle kopmaz düşünsel ve pratik bağlar kurmak gerekiyor. Gezi ayaklanması bu imkânın zeminini gereksinim duyanlara sundu.
Haziran ayaklanmasından 1 hafta önce birçok muhalif kişiye böyle bir ayaklanmanın gerçekleşebileceğinden bahsedilseydi, büyük olasılıkla bu fikrin sahibi hayalperest ilan edilirdi. Oligarşik diktatörlüğün ve tek parti hükümetinin kendini en güçlü hissettiği bir anda halk ayaklanması gerçekleşti. Ayaklanmaya karşı her türlü devlet terörünü uygulayan iktidar, halkın özgürlük gücü karşısında kısa sürede çaresiz kaldı. Genel olarak sisteme karşıtlık bilinci (hükümete karşıtlıkta somutlaşan) ve parçalı da olsa devrimci hareketlerin müdahalesi, hareketin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanabilecek senkron bozucu tavırları ve iktidarın provokasyonlarını engelledi. Ayaklanmanın ilk etapta dağıtılmasını engelleyecek ve başarılı olmasını sağlayabilecek düzeyde pratik birlik hali yakalanmıştı. Aynı Paris Komünü’nü kuracak olan Fransız proletaryasının ve halkının burjuva “ulusal savunma hükümetine” karşı birleşik devrimci bir ayaklanma yaratabildikleri gibi.
Tarihte yaşananları kendi koşullarında incelemek, günümüzdeki olguları aydınlatmamız açısından verimli bir deney alanı elde etmemizi sağlayacaktır. Bu nedenle bir kez daha Paris Komünü’nden çıkan tecrübeleri ele almak gerekiyor. Prusya’ya yenilen Fransız burjuvazisi imparatorluk rejimini terk edip cumhuriyeti ilan etmekte gecikmedi. Thiers’in ulusal savunma hükümeti, kapitalizme karşı yüksek ayaklanma potansiyeline sahip olan proletaryaya karşı, Prusya ile teslim antlaşması imzalamak için masaya oturdu. Burjuvazinin ağzından düşürmediği ulusal savunma ve milliyetçilik söylemleri bu kadar tutarlıydı. Burjuva hükümetin Paris’in silahsızlandırılmasını kabul etmesi ve bu teslim antlaşmasının gereği olarak ulusal muhafızların toplarına el konulmak istenmesi, işçi sınıfını ve Paris halkını ayaklanma yönünde harekete geçirdi. Hükümete bağlı askerler başlarındaki burjuva ordusunun generallerinin halka ateş açma emirlerine uymadılar. Thiers ve burjuva hükümeti Versailles’a kaçtı ve hükümet kendisine bağlı birliklere Paris’ten çekilme emrini verdi. Belediye sarayı halk güçleri tarafından ele geçirildi ve burjuva iktidar devrildi. Devlet iktidarının yerine üyeleri kentin tüm ilçelerinden seçilen komün yönetimi geldi.
Komün güçlerinin devlet iktidarını yıkarak proletarya yönetimini kurmasından önce Blanqui önderliğinde iki ayaklanma gerçekleştirilmiş, fakat bu ayaklanmalar başarılı olamamıştı. 18 Mart 1871’de ayaklanmanın başarısının sübjektif şartlarını sınıfın devrimci eğilimlerinin en geniş birliği ve (muhtemel) ittifak güçlerinin ayaklanmaya katılması oluşturuyordu.
Ayaklanmanın objektif koşulları olarak Paris’in Prusya ordusu tarafından işgal edilme tehlikesi altında olması ve burjuvazinin artık yönetemiyor olması çok önemlidir. Komün’ün temel örgütlü güçlerini Blanquiciler, Proudhoncular, küçük bir azınlık olan Marksistler (proletarya sosyalistleri) ve 1789 Fransız devrimine özenen Jakobenler oluşturuyordu.
O günün koşullarında Fransa’da modern sanayi proletaryasının gelişmişlik düzeyi sınırlıydı. Fakat modern sanayinin temelini oluşturan işkollarında çalışan işçiler Komün’ün etkili unsurlarıydı. Ayaklanmanın hem nicel hem de nitel gücünü proletarya oluşturuyordu. Proletaryanın nitel gücü olarak ekonomik-demokratik örgütlerinden ve siyasal örgütlerinden bahsediyoruz. İşçi sınıfı Komün’ün örgütlenmesine kendi dernekleri ve sendikal örgütleriyle katıldı. Gezi ayaklanmasında işçi sınıfının siyasal örgütleri nispeten zayıftı. Sendikalar ise direnişe örgütlü bir şekilde dâhil olmakta çok geç kaldılar. KESK ve DİSK’in dâhil olma biçimleri neden geç kalmayı tercih ettiklerini gösteriyordu.
Kamusal bir alan olan Gezi Parkı’nın burjuvazi tarafından çıkarına göre ve keyfi olarak kullanılmasına karşı çıkmak belki toplumun birçok muhalif kesiminin ortak tavrıydı, fakat en çok proletaryayı bir başlangıç için birleştirebilecek düzen karşıtı bir duruşa denk düşüyordu. Proletarya kendi mevcut örgütlerinin çok ilerisinde bir duruş sergileyerek bu sistem karşıtı talep etrafında birleşti. İşçi sınıfının ve emekçilerin yaşadığı mahallelerin ayaklanıp Taksim’i kuşatmaları bu birleşme hareketiyle mümkün olabilmiştir. Her ne kadar bu birliği bölmek için düzen partisi tarafından ayaklanmayı nitelendiren “ulusalcıların komplosu”, “dış güçlerin oyunu” gibi klişeleşmiş propagandif söylemler ortaya atılsa da burjuvazinin kara propagandaları başarılı olamadı. Devrimci hareketin bütünleştirici ve ön açıcı konumlanışı ayaklanmayı ve direniş komününü mümkün kıldı. Devrimci hareketin esas başaramadığı görev, proletaryanın örgütlü gücünün sahneye çıkmasını sağlayamamasıdır. Tersine, Paris Komünü’nün esas ortaya çıkarabildiği şey ise proletaryanın örgütlü gücünün harekete geçirilmesiydi. Engels, Paris Komünü’nü şöyle nitelendiriyordu: “Sosyal demokrat ham kafa (philistin) son zamanlarda proletarya diktatörlüğü sözünün edildiğini duyunca hidayete erdirici bir korkuya kapıldı. Eh peki, bu diktatörlüğün neye benzediğini görmek ister misiniz baylar? Paris Komünü’ne bakın. Paris Komünü, proletarya diktatörlüğüydü” (F. Engels, Önsöz. K. Marx, Fransa’da İç Savaş, Sol Yayınları, s. 20).
Komün çoğunluğu işçiler tarafından oluşturulan Ulusal Muhafızlar önderliğinde tüm Paris halkının eseri olarak mümkün olabilmişti. Blanqui’nin ve Proudhoncuların başını çektikleri (büyük çoğunluğunu oluşturdukları) işçi sınıfı örgütlenmeleriyle az sayıda Marksist’in örgütsel faaliyetleri, burjuva iktidarına karşı devrimci eylemin yönlendirilmesi açısından çok önemliydi. Tarihin pratik deney alanında bu üç siyasal hareketi de aşan bütünsel bir sonuç ortaya çıktı. Komün’ün örgütlenmesi, ne Blanqui’nin siyasal önermelerine ne de Proudhon’un “kooperatifçi” iktisadi önermelerine tam olarak uyuyordu.
Devrimin zorunlu gereksinimleri proletarya diktatörlüğünü olgunlaştırmaktaydı. Komün’ün ilk kararı sürekli orduyu kaldırıp yerine tüm halkın silahlandırılmasının geçirilmesi oldu. Belediyelerin seçilen komün meclisi üyeleri halk tarafından her an görevlerinden geri alınabiliyorlardı. Ve tüm memurlar her an geri çağrılabilecek basit görevlilere dönüştürüldü. Bu görevlilerin maaşları işçi ücretlerinin seviyesine sabitlendi. Bürokrasi yok edildi. Parlamentarizm ortadan kaldırıldı. Komün yasama ve yürütmenin birleştirildiği bir örgüt haline dönüştürüldü. Kilisenin iktidarı ortadan kaldırıldı. Tüm okullar parasız ve laik hale getirildi. Diğer kamu görevlileri gibi yargıçlar da göreve seçimle getirildi ve görevden geri alınabilir oldular. Patronların işçi sınıfının ücretleri üzerinden yaptıkları kesintiler ve uyguladıkları cezalar, fırıncıların gece çalışmaları yasaklandı. Evsiz kalanlara dağıtılmak üzere boş evlere el kondu. Kiraların ve senetlerin ertelenmesi ve kadın işçilerin çalışma koşullarının iyileştirilmesine yönelik çalışmalar yapıldı.
Savaşta ölen ulusal muhafızların eşlerine ve çocuklarına evli olsun ya da olmasın eşit bir şekilde maaş bağlanması kararı alındı. Bu karar kadın hakları ve resmi evlilik kurumunun sorgulanması açısından önemlidir. Komün boşanmayı serbest bırakacak yasa üzerinde de çalışmaya başlamıştı. Ayrıca sermayenin işçi kooperatifleri (Proudhon’cu iktisadi plana göre) lehine kamulaştırılması planlanıyordu.
Marx, Komün’ün sunduğu siyasal sistemi şöyle yorumluyordu: “Komün’ün gerçek gizemi onun her şeyden önce bir işçi sınıfı hükümeti, üreticiler sınıfının sahiplenenler sınıfına karşı yürüttüğü savaşımın bir sonucu, en sonu bulunan ve emeğin iktisadi kurtuluşunun gerçekleşme olanağını sağlayan siyasal bir biçim alması oluşturur” (age, Marx s.61).
Paris Komünü sosyalist toplumun fiili bir örneğini sundu. Gezi ayaklanması ve sonrasında oluşan direniş komünü ise uygun sübjektif ve objektif koşullarda devrime dönüşebilecek, devrim yolunda bir adım olarak kaldı. Gezi direnişi komünü, işçi sınıfı ve halkın bütününü kapsayabilecek bir yönetim tesis edemedi, fakat bulunduğu alanlarda komünal-devrimci ilişkiler tesis etti. Kararlarını kolektif olarak almaya çalıştı, kolektif direndi, kendi güvenliğini sağladı ve direnişçilerin ellerinde olan her şeyi paylaştıkları bir ortam yarattı. Herkes direnişe kendi gücü oranında ve yöntemleriyle katıldı. Balkondan tencere-tavalarla ses çıkaranlarla barikatları savunanlar, devlet iktidarına karşı aynı direniş ruhunda birleştiler. Ulusal, dinsel ayrımcılık ortadan kalktı, milyonlar direniş alanlarında farklılıklarıyla kardeşleşti. Sınıf sömürüsü ve çeşitli nedenlerle ezilmişlik, Gezi direnişçilerini birleştiren temel unsurlardı. Direniş seksen ile yayıldı ve başta Taksim Meydanı olmak üzere burjuva devlet iktida238
rının olmadığı (olamadığı) alanlarda halkın kendi kendini çok daha iyi yönettiği görüldü. Fakat bu özgür yönetim, direniş alanlarıyla sınırlı kaldı. Fabrikalara, iş yerlerine, üniversitelere, okullara vb. yayılamadı. Sistemin orijinine yönelemedi. İş saatlerinde genel olarak işleyen sistem, ancak iş çıkış saatlerinde meydanlarda ve mahallelerde protesto ediliyordu. Gezi ayaklanması tüm kapitalist sistemi karşısına alan devrimci hedeften ve bu hedefi hayata geçirebilecek (demokratik) merkeziyetçi devrimci bir araçtan yoksundu. Paris Komünü devlet iktidarını ortadan kaldırmayı hedef alıyordu. Ve kapitalist düzen yerine proletarya diktatörlüğünü koymayı denedi. Objektif nedenlerin yanı sıra komünün yürüdüğü yolu tamamlayamaması kendi örgütlenmesinin ve bundan doğan taktik hamlelerin yetersizliğine bağlıdır.
Öncelikle Paris Komünü’nün Fransa ve Prusya kapitalist devletlerinin ittifakı karşısında yalnız kaldığını belirtmek gerekiyor. Alman işçi sınıfı her ne kadar Fransız kardeşlerini desteklediyse de, Prusya’nın Fransız burjuvazisini desteklemesini engelleyebilecek güce sahip değildi. Versailles hükümeti sadece Paris Komünü’ne saldırmak için hazırlanırken Komün kendi iç örgütlenmesiyle uğraşıyordu. Tüm Fransa’yı kapsayan, proletaryanın etkin bir devrimci partisinin olmayışı, burjuvaziye karşı savunma hazırlıklarını ve sosyalist toplumun kuruluş faaliyetlerini aynı anda yapılabilmesini olanaksız kılıyordu. Bu bağlamda Fransa ulusal bankasının kamulaştırılmaması gibi önemli hatalar yapıldı. Lyon, Marsilya, Toulouse, Saint Etienne, Creusot gibi yerlerdeki ayaklanmalar ve komün örgütlenmeleri burjuvazi tarafından kolaylıkla bastırıldı. Komün, devrim stratejisini hayata geçirebilecek demokratik merkeziyetçi bir yapılanmaya sahip değildi. Sonuçta Paris’e sıkışan Komün’ü Thiers hükümetinin yenmesiyle devrimci durum sona ermiş oldu. Lenin, “Parlak zaferin meyvelerini iki yanılgının yok ettiğini” belirtiyordu:
Proletarya yarı yolda durdu: “mülksüzleştirenleri mülksüzleştirme”ye girişecek yerde, ülkede ortak bir ulusal görev ile birleşen yüce bir adaletin kurulması üzerine düşlere kapıldı; örneğin bankalar gibi kurumlara hiç dokunmadı, Proudhoncu “adaletli değişim” vb. teorisi henüz sosyalistiler arasında egemen bulunuyordu. İkinci yanılgı, proletaryanın çok büyük yüce gönüllüğü oldu; düşmanlarını ortadan kaldıracak yerde proletarya, onlar üzerinde sağ törel (morale) bir etkide bulunmaya çalıştı. (V. İ. Lenin, Komün Dersleri, Sol Yayınları, s. 55)
Lenin, Komün’ün Paris ayaklanmasında kazandığı zaferi, Versailles’ın üzerine kuvvetli bir saldırı yaparak tamamlaması gerektiğini belirtiyordu. Versailles güçlerini toplamak için zaman kazanırken “Komün oyalandı” ve iç savaştaki askeri mücadeleye gereken önemi vermedi. Gezi ayaklanmasında ise eylemin gücü sürekli mücadeleyi üretebilecek merkezi siyasal bir örgütlenmeye dönüştürülemedi. Düzen partisini zorlayarak (öncelikle) taleplerin kabul edilmesini sağlayabilecek, gelişen ve güçlenen bir mücadele hattı izlenemedi. Reformist ve pasifist hareketler ayaklanmadan kurtulmak için ellerinden geleni yaptılar. Devrimci hareketler, her daim genel olarak ayaklanmanın önünü açmaya, onu korumaya çalıştı. Fakat bir siyasal eylemin önünü açmak ve onu korumaya çalışmakla eyleme öncülük etmek çok farklı iki yaklaşım ve pratiktir. Devrimci öncülük için devrimci stratejinin yanı sıra yeter oranda güce (kadro, kitle bağları, örgütsel yapılanma açısından) ihtiyaç olduğu biliniyor. Bu yeter güce sahip olmayan fakat öncülük konusunda iddiası olanın, kendisiyle aynı hedefe ve (gücü oranında) pratiğe sahip olanlarla beraber koordine olmaya yönelik faaliyeti olması gerekir. Proletarya devrimcilerinin görevi her şeyden önce proletarya devriminin çıkarını düşünmektir.
Eylemin esas olduğu, hızlı gelişen pratik durumların kendini dayattığı koşullarda devrimci güçlerin devrimci eylem için gereken bütünlüğü sağlayamamasını, sosyalist örgütlerin hedef ve pratikleri açısından incelemek gerekiyor. Burjuvazinin merkezi, yetkin baskı örgütü karşısında, direnişin de güçlü, yaygın, merkezi, devrimci bir örgütlenmeye ihtiyacı vardı. Günümüz koşullarında ayaklanan milyonların hareketini (ya da önemli bir kısmını) tek başına sevk ve idare edebilecek kuvvete sahip devrimci bir hareket olmadığına göre farklı sosyalist örgütlerin birleşerek bu önderliği tesis etmeleri kaçınılmaz bir görev olarak devrimcilerin karşısına dikilmişti. Gezi direnişinde bu görevi kendiliğindenciliğe bırakmak en büyük hata oldu. O veya bu nedenle birleşik devrimci cephenin işlevini demokratik kitle örgütlerine yüklemeye çalışmak tam anlamıyla bir “ham kafalılık” oldu. Bu sığ yaklaşım ya kendisine ve diğer devrimci hareketlere güvenmiyor ya da (doğası gereği) gevşek ve devrimci iradeden yoksun bir platformu yönetebileceğini düşünüyor olabilir. Bu ne kadar ucuz ve budalaca bir tarz! Mücadelenin asli unsurlarını elinin tersiyle ötele ve demokratik haklar mücadelesi için (doğru olarak) en geniş ve denetimsiz bir şekilde örgütlenmiş bir platforma teslim ol. Devrim hedefine kilitlenemeyen ve bu kilitlenme durumunu her zaman güncel olarak canlı tutamayan siyasal hareketler, gelişen pratik süreçler karşısında paniğe kapılırlar veya atıl kalırlar. Bu durum onları kendiliğinden gelişen konjonktüre teslim olmaya iter.
Son zamanlarda sosyalist dergilerde kitleler arasında siyasi çalışma yapmanın esasları üzerine tavsiyelerin bulunduğu yazılar, “Gezi dersleri” gibi başlıklar altında yayımlanıyor. Elbette kitle arasında devrimci faaliyeti olgunlaştırmak için ideolojik ve yöntemsel eğitim çalışmaları yapılabilir. Bu tür çalışmalar bir sosyalist hareketin zorunlu olarak her zaman devam ettiği faaliyetine aittir. Gezi ayaklanması gibi bir imkânı değerlendirebilecek güce sahip bir proletaryanın devrimci partisinin yokluğunu tespit etmek bir şey, sorunu herhangi bir mevcut partinin kitle bağlarının zayıflığına indirgemek başka bir şeydir. Sorun sadece kitle bağlarının durumu olsaydı, yasal TKP’nin ayaklanmanın devrimci bir hedefe yönelebilmesi için rol alması gerekirdi. Gezi ayaklanmasında kendilerini 29 Ekim Cumhuriyet kutlamalarındaki gibi açık ve net bir şekilde ortaya koyduklarını gördünüz mü? Komünist Partisi örgütlenmesinde nicelik kadar nitelik de önemlidir.
Kendi içinde anti-demokratik olanın toplumsal mücadele alanında gerçek demokrasiyi savunabilmesi beklenemez. Ancak mücadele edenlerin demokratik ilişkilenişleri merkezi devrimci örgütlenmeyi teşkil edebilir. Böyle dayanışmacı, demokratik devrimci bir anlayış oturtulmadan (örgütlenmeden), forumlar, platformlar vb. kitlelerin örgütlenme zeminleri, devrimci hareketlerin kendi aralarında rekabet alanlarına döner. Böyle bir durum devrim hedefine bağlı olanların en son ihtiyaç duyduğu şeydir. Çeşitli düzlemlerdeki örgütlerin kendi içlerindeki ve aralarındaki farklılıklar doğaldır. Bu farklı yaklaşımlar, sosyalist demokrasi yöntemi ile ele alınırsa birçok sorunun çözümünde anahtar rol oynar ve ait olduğu devrimci örgütü güçlendirir.
Gezi ayaklanması proletaryaya kendi gücünün bilincinde olabilmesi için muazzam bir fırsat sundu. Paris Komünü de işçi sınıfına kurtuluşunun mümkün olduğunu göstermişti. Devrimci hareketin Gezi ayaklanmasının ortaya koyduğu ürünü devrim yolunda değerlendirebilmesinin önünde hiçbir engel yok. Öncelikle işçi sınıfının ve ezilenlerin gücüne tam olarak güvenmeli ve devrimci hedefte ortaklaşma, mücadele pratiklerinin birliğinin sağlanması için değerlendirilmeli. Devrimci atılım, ancak kendi gerçekliğini bilerek kendini aşma iradesi gösterebilenler tarafından başarılabilir.
1 Aralık 2013
Edirne F Tipi Hapishanesi
Kaynak: Özgürlük Gücü – Devrimci Örgütün Yapısal Analizi, Ulaş
Bayraktaroğlu, sf.233