Gündem, Umut Yazıları

İdeoloji üzerine II: Her şey çok güzel olacak! – Temel Sağlam

Aldanma insanların samimiyetine!

Menfaatleri gelir her şeyden önce..

Vadetmeseydi Allah cenneti;

O’na bile etmezlerdi secde!..

Mehmet Akif

Top, tüfek, ateş, ölüm vız gelir bize

Gömüyoruz şehitleri kalplerimize

İstemez vadetmeyin cenneti bize

Dünya, cennet olacak ellerimizle, alın terimizle

Anonim

İnsanlar daha iyi bir yaşama layık olduğuna inanır! Mevcut yaşamlarında sahip oldukları standardın ötesine erişmeyi ister. Öyle ki insana öteden beri ayağını yorganına göre uzatması öğretilse de arzuları ve düşleri buna pek itaat etmez (1).

Tıpkı, yukarıda Andrea Pisano’ya ait Spes (Umut) isimli gravürde görülen, bir meyveye ulaşma çabasındaki melek gibi… Kimileri bu meleğin bu meyveye asla yetişemiyor oluşuna odaklanır; kimileri açısından ise gravürdeki meleğin o meyveye ulaşma çabası, insanlığın daha iyi bir yaşama yönelik hiç bitmeyen özlem ve çabalarının ifadesi niteliğindedir. Nitekim umudun filozofu Ernst Bloch da Umut İlkesi isimli eserinin kapağı olarak seçmiştir bu fotoğrafı, daha iyiye ulaşmaya dair umudun gücüne olan inancı da kitaba adını vermiştir.

Ütopik İşlev

Bloch’un arzulara ve özlemlere dair yukarıdaki tespiti, vaat, hayal ve ütopyaların insanların aksiyonlarına ve ideolojilerin inşasına nasıl yön verdiğini anlamak açısından oldukça önemlidir. İdeoloji vadeder ve insanların güzel bir geleceğe kavuşma özlemlerini ‘gıdıklar.’ Bu vaat bazen güzel bir gelecek düşü, bazen bir kurtuluş miti bazense cennet olur; ‘ideoloji’ ise buna erişmenin ilkelerini ve yol haritasını çizmeye çalışır. O özlemlere nasıl hitap edileceği, “her tarihsel çağın sadâsını” belirler. Öyle ki, daha iyi bir gelecek vadeden bu ütopik işlevi olmasaydı “sınıf ideolojileri sadece geçici aldatmalara erişebilir, sanatta, bilimde, felsefede örnek oluşturacak eserler yaratamazlardı.” (2)

Bloch esasen çeşitli “üst yapı eserlerinin, toplumsal temellerinin çöküp gitmesinden sonra da kültürel bilinçte kendilerini geliştirerek yeniden üretilmeleri”ni sorunsallaştırır ve bunun dinamiklerini bulmaya çalışır. Bazen bir katedral veya başka bir mimari yapı, bazen dinler veya mitler, bazen de bir masal, destan veya şarkı, vadettikleriyle insanların daha iyi bir dünyada yaşama arzusuna ve umuduna hitap eder ve böylece ortaya çıktığı zaman periyodundan sonra da uzun süre kendini yeniden üretmeye devam eder. Bu yanıyla ilgili eserler kendilerini “geçmişten değil gelecekten gelen ve bizzat dolu dolu gelecekten konuşan, geleceğe hitap eden, daha öteye çağıran, ileriyi gösteren görev ve çözüm olarak” ortaya koyarlar.

Elbette bu yeniden üretim, bir ‘tıpkı basım’ değildir. Maddeci tahlil ortaya koymaktadır ki, bir din veya ideoloji ortaya çıktığı koşullarda ortaya koyduğu çerçeveyi gelişen maddi koşullara göre tekrar tekrar uyarlamakta ve ona eklemlemektedir. Söz gelimi (siyasal) İslam, doğduğu ve egemen olduğu dönemle ve neoliberal dönem karşılaştırıldığında başka iki değerler bütününe işaret eder.

Vadedilenler

İdeolojiler inandırıcılığının bir kısmını, ilk yazıda incelenen ampirik öğelere borçluysa diğer kısmını da “özgürleştirici (emancipatory) vaatler ve momentler”e borçludur. Fakat, bunlardan ilkinin yapı ve düzeni, nihai olarak ikincisinin beklentileri tarafından belirlenir. Hatta öyle ki, eğer ideoloji zaman zaman tahrif ediyorsa, bu, genelde daha umut verici nedenlerden dolayıdır (3).

Umut verici olmak rıza üretmenin ve dolayısıyla hegemonya tesis etmenin önemli araçlarından biridir; egemen sınıf ideolojileri kimi zaman referandumdan sonra yapılacak anayasanın daha iyi olacağı ümidini verir, kimi zaman bizim reçetemiz barışı getirecek der, başka sefer “her şey çok güzel olacak!” diyerek çeşitli özlemlere seslenir… Çoğu kez bu vaatlerin “bilimsel-teorik bir sınanabilirliği, kendi kendisi üzerine düşünen bir eleştirelliği yoktur” (4). Tıpkı masalda bir mucizeyle kötünün cezasını bulduğu, iyinin kazandığı, adaletin tesis edildiği mutlu sona birdenbire erişilmesine benzer. O vaatleri, her zaman yaşamın içerisinde bir referans noktasına veya olgulara bakarak sınayamazsınız. Onlar daha ziyade bir toplumsal sınıfın programını oluşturur.

Anayasanın öyle kolayca demokratik olmayacağı bilinse de ‘yetmez ama evet’ denir. Bu, zihnin bir yanılgısından değil, egemen sınıfın çıkarları adına konuşmaktan veya ona bağlılık göstermekten deniyordur; şayet referandumdan sonra ‘demokratikleşmemişsek,’ bu bir vesileyle becerilemediği için değil, o sınıfın siyasi programı emekçi sınıflara zaten saldırı vadettiğindendir. Rahmi Koç’la boy boy fotoğraflar çektiren bir müteahhit “Her şey çok güzel olacak!” diyorsa bu, her şeyin emekçi sınıflar açısından güzel olacağı anlamına değil, onun sınıf ittifakları açısından güzel olacağı anlamına geliyordur. Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır! Yine de bu vaatler, içinde işaret edilen hedefe yönelik özlem taşıyanları heyecanlandırır ve büyüler; ideolojinin derdi de büyük ölçüde budur zaten.

Bu bayatlamış örnekleri hatırlamak yalnızca bizi bekleyen sürece dair dersler çıkarmak adına anlamlıdır. Şayet içinden geçmekte olduğumuz süreç, başka şeylerin yanında siyasal iktidarın türbülansa girme ihtimalini de içinde taşıyorsa, burjuvazi ile ona yedeklenen reformistler, liberal ve küçük burjuva sol, kitlesel hoşnutsuzluğu içermenin aracı olarak yine böylesi sahte hayallerle kapıları aşındıracaktır.

Pandemide de öyle olmuyor mu? “Komplo teorisi, maske, eldiven, aşı, geçecek…” Önce 2020 sonbaharı, umutları 2021’e, o da ardından 2022’ye devretti. Esasen gerçekleşen, bir dizi duygu yaratmaya dönük bir mühendislik sürecidir…

Örnekler çoğaltılabilir. Mesela, hem Bloch hem de Kıvılcımlı din tahlilinde de bütünüyle değilse bile zaman zaman benzer bir analize başvururlar.

Arzunun Sahiciliği

Bu tartışmadan bize bakiye kalan iki temel nokta özellikle önem taşıyor. İlki ideolojinin özetlenen mekaniği karşısında tarihsel maddeciliğin gücü, ona bir ideolojinin ötesinde bir bilimsel araç niteliği kazandırır. Bu yazının sınırlarını aşsa da kısaca denilebilir ki, Marksistler, maddeci yöntemin sağladığı imkanlarla politik süreçleri çözümleyip görünenin arkasındaki gerçekliğe temas edebilecek, onun sırrına erebilecek bilimsel araçlara sahiptir. Söz gelimi burjuva muhalefeti, 2008 öncesi ve sonrası AKP arasında bir ayrıma giderken aslında AKP-MHP ittifakının yerine tesis edileceğini öngören bir yalancı bahar vadeder. Öte yandan maddeci yöntem bize bu iki dönem arasında zahiri farklılıkların ötesinde ulusal ve uluslararası güç ilişkileri, üretilen artığın sınıflar arasında bölüşümü, devlet aygıtının yeniden yapılanması gibi pek çok açıdan 12 Eylül’den bu yana devam eden bir süreklilik olduğunu ortaya koyuyor. Böylesi tespitleri temel alan bir programın belli “vaatlere” yaklaşırken sistemin bu çelik çekirdeğine ne şekilde müdahale edileceğini sorgulaması kaçınılmaz olur. İçinden geçilen süreci soyut bir ‘demokrasi’ kavramı etrafında tartışmaktansa bu kavramın maddeci bir tahlilini yaparak, hem görünürde sunulan ‘ideolojik’ söylemi deşifre eder hem de kendi program ve taleplerine bir doğrultu kazandırabilir. Lenin yaygın olarak bilinen formülasyonuyla şöyle demişti; “bir liberal için, ‘demokrasiden’ genel olarak söz etmek doğaldır. Ama bir Marksist şunu sormayı asla unutmaz: ‘hangi sınıf için?’”(5)

İkinci nokta ise vaatlerin değilse de arzuların sahiciliğidir. Burjuva muhalefetin her şeyin güzel olmasını sağlayacağına inanmak için neden olmasa da ortada her şeyin güzel olması arzusu ve özlemi içerisinde olan milyonlarca emekçi olduğu gerçektir. Zaten ideolojiler de ütopik gücünün önemli bir kısmını mistifikasyona uğratarak da olsa, gerçek ihtiyaç ve arzuları kodlamasından alır. Bir sonraki yazıda döneceğimiz üzere, bazen bunda öyle başarılı olurlar ki, ideoloji kendi başına kaskatı bir maddi güce dönüşür.

Bloch insanların böylesi arayışlarla bir “yanlış bilince” yönelişlerini “ham fakat dürüst bir devrim ikamesi” olarak adlandırmıştı. Nitekim, daha gelişkin alternatiflerin örgütlenmediği koşullarda, dinler ya da egemen ideolojiler, insanların daha refah, eşit, özgür ve adaletli bir yaşama olan özlemlerinin bir ifadesi haline gelebilir veya bunlara ulaşmanın bir yolu olma iddiası kazanabilir. Kuşkusuz, bu biçimi aldığında ideoloji, narkotik ve zincire vurucu bir özellik gösterecektir. Yine de insanların arzusunun sahici olduğunu bilmek, bir dizi imkânı da beraberinde getirir.

İdeolojiler bir yanda hatalar, mistifikasyonlar, egemenlik ve manipülasyon teknikleri içerirken; öte yandan aynı zamanda toplumsal eleştiri ve ilerici politikalar geliştirmek için kullanılabilecek ütopik bir kalıntı veya artık (surplus) da ihtiva eder (6). Aslında burada tansiyon tam olarak girişte Mehmet Akif’ten ve devrimci bir marştan alıntılanan iki dörtlükteki cennetin kavranışına dair iki farklı yorumda gizlidir. İnsanların cennete erişme arzusuna doğru bir ufukla hitap edildiğinde, umudun içinde taşıdığı potansiyel açığa çıkartılabilir, imkân değerlendirilebilir ve kuvve fiile dönüştürülebilir.

Bloch, arzunun sahiciliğini tartışırken insanların ışıklı vitrinler önündeki ruh haline atıfla, “yaşam için bolluk olmalıdır; ama nerede bulmalı onu?” diye sormuştu. Bu soru, onun ilk bakışta sahte veya illüzyonlu bir görünüşe sahip arzuya hitap etme arayışına işaret ediyordu. Dizinin son yazısında da bu soruya dair bazı yanıtları ve bu sorunun ‘avangarda’ ısmarladığı bazı meseleleri ele alacağız…

(1) Ernst Bloch. (2012). Umut İlkesi (2. cilt). İstanbul: İletişim.

(2) Ernst Bloch. (2007). Umut İlkesi (1. cilt). İstanbul: İletişim.

(3) Terry Eagleton. (1996). İdeoloji. İstanbul: Ayrıntı.

(4) Tanıl Bora. (2007). Ernst Bloch’ta Sosyalizm, Metafizik, Din ve Ateizm.

(5) V.I. Lenin, Proletarya İhtilali ve Dönek Kautsky. (1969) Bilim ve Sosyalizm Yayınları. Elbette maddeci yöntem bununla sınırlı olmayan geniş bir tartışmanın parçasıdır, bu örnek tartışmanın meramını anlatmak üzere dahil edilmiştir.

(6) Douglas Kellner. Ernst Bloch, Utopia and Ideology Critique.

Paylaşın