*Hapishanelerde uygulanan tecrit ve baskılar nedeniyle
26 Ekim’de gazetemiz için kaleme alınan bu yazı tarafımıza yeni ulaşmıştır.
CHP, hükümetin son olarak Suriye- Irak tezkeresini 2 yıllığına meclisten geçirme oylamasında nasıl bir tavrı olacağını ortaya koydu. Öncekilerin aksine bu kez “hayır” demelerinin farklı bir anlamı var.
Oylama bahsinde İyi Parti ile planlı hareket ederek, tutum paylaşımı yapmaları ayrı bir konu. Başka bir noktaya dikkat çekmek gerekiyor. Muhafazakarlara ve Kürtlere yönelik geliştirmeye çalıştığı açılıma.
Yakın döneme dek, Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığa getirilmesinden beri CHP’nin en belirgin açılımı muhafazakarlara yönelik olanıydı. Parti’nin, Ortodoks Kemalist eğiliminin tepkisi çekmek pahasına atılan adımlar şu şekilde hatırlanabilir: Başörtülü, çarşaflı kadınların törenle Parti’ye üye yapılması; öne çıkmış İslamcı kişilerin milletvekili yapılması; açılış törenlerinde Kur’an okutulması; Diyanet’in provokasyonlarına, Ayasofya’nın açılışı gibi zarf atmalara sessiz kalıp geçiştirmeleri; Ekmeleddin’in cumhurbaşkanı adayı belirlenmesi ve benzeri örnekler de gördük bunu.
Açılım son dönemde Kürtlere ağırlık vermeye başladı. Kürt sorununu mecliste çözme beyanı; HDP’nin meşru muhatap görülmesi; Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakılması çağrıları ve benzeri çıkışların üzerine tezkere oynamasında ki ”hayır” tavrı CHP’nin yeni yöneliminin çerçevesini ortaya koyan bir hamle olarak kayda geçti.
Vekillerin tutuklanmasına, Kayyum gaspına giden yolu açan, savaş tezkerelerine onay veren CHP ne oldu da tam tersi bir rotaya girdi? Muhafazakarlara ve Kürtlere yönelik açılım hamlelerini sadece bir seçim yatırımı olarak değerlendirmek doğru olur mu?
Doğruluk payı olsa da fazlasıyla indirgemeci olan bu yorum bizi bir yere götürmez.
Evet, CHP önümüzdeki genel seçimleri kazanmak için birtakım formüller üretmeye çalışmakta. Muhafazakârların ve Kürtlerin oylarını almak istemektedir. Geleneksel oy deposu olan Aleviler ile kentli modernlerin (seküler beyaz yakalılar, aydın kesim, orta-üst burjuvazi ve benzeri) toplamı CHP’yi kendi yağıyla kavrulmaktan öteye taşımıyor. Dolayısıyla CHP’nin müzmin ikinci partilikten kurtulmak için toplumun diğer kesimleri in desteğini kazanmak zorunluluğuna göre hareket etmesi normaldir.
Peki hepsi bu kadar mı?
CHP’nin seçimleri kazanma amacıyla birtakım açılıma yöneldiği tespitine mim koyarak biraz daha derinlere inelim:
Kurucu Kemalist kadrolar, oligarşik yapıyı 1920’lerin kaotik şartlarında kurarken, dünyasal ölçekte yükselişte olan iki ideolojik öğeyi bayrağını işlemişti: Ulusalcılık ve batı modernizmi …
Ulusalcı inşa ile Kürtlük (ve diğer halklar) tasfiye edilmeye çalışırken batı modernizminin laiklik eksenli kabulleri üzerinden de kadim İslam inanışı oligarşinin hizmetine koşulacak şekilde içerilerek aşılmaya çalışıldı.
Önderlik yetenekleri, siyasi kıvraklıkları, kıyıcılıkları sayesinde, konjonktürün sunduğu elverişli şartları (emperyalistler arası rekabet, Bolşevik devriminin imdada yetişmesi vs.) değerlendirerek sonuca ulaşmasını bilgi kurucu ekip. Fakat bu mühendislik başarısı (!) neticesinde, karşıtlarının siyasal tezahürleri cisimleşmeye başladı.
Kurucu CHP kadroları ulusalcı ve modernist bir burjuva ideolojisi ile egemen oligarşik yapının baskın kanadını oluştururken; günümüz AKP’sine dek uzanan Menderes-Bayar öncülüğünün Demokrat Parti geleneği de muhafazakar-liberal burjuva ideolojisi ile Orta Anadolu ve Kürdistan yerel burjuvazisinin ve toprak ağalarının temsilciliğini somutladı.
T.C.’ye egemen oligarşi bloku ve hükümet yapılanmaları bu iki rakip kliğin çatışması, güç mücadelesi üzerinden şekil aldı kendi tarihi serüveninde.
Ancak, günümüze gelene dek çok şey değişti Dünya’da ve Türkiye’de. Kapitalist üretim ilişkilerinin zaman içerisinde gelişmesi ve yerleşikleşmesi ile birlikte sosyal yapı, egemen klikler arası güç dengeleri, saflaşmalar, düzen dışı muhalefet dinamiği buna göre yeni biçimler aldı. Artık 1920’lerin dünyasal ve ülkesel koşullarında yaşamıyoruz.
Lakin kurumsal ve ideolojik olarak aşınmış egemenlik konsepti, halen 1920’lerin dünyasal ve ülkesel koşulları yaşanıyormuş gibi hareket etmeye çalışıyor. İktidarı da, düzen içi muhalefeti de bu bakımdan benzer zemini paylaşıyordu. Devleti yönetme krizini gittikçe yönetilmez kılan nedenlerden biri budur; İhtiyaç duyduğu ve zamanın kendisine dayattığı değişim zorunluluğuna yeterince yanıt verememesi , sancılar çekmesindendir. Bir dönüşümde var ama…
Muhafazakar kesim T.C.’nin kuruluşundaki modernist dayatmalarla zorla şekillendirilemeyeceğini gösterdi. Bir direnç ortaya koydu ve Kemalizme kendisini bir ölçüde kabul ettirdi. Kemalizmin dayattığı yerli ve milli laikliği, kendi sembol ve ritüellerini yaygınlaştırıp meşrulaştırarak aşındırdı. Ama bunu düzene tamamen karşı olarak değil, zenginlikten pay alma şartı ile, yani içerilerek aşılmaya razı bir uzlaşmacılıkla, teslimiyetle yapmışlardır; ”Senin kapitalist düzenini, emperyalizme bağımlılığını, Kemalizmin kurumsal egemenlik yapısını kabul ediyorum, ama sen de benim değerlerimi (sembol ve ritüelleri mi) kabul edeceksin” demiştir.
CHP’de, İslami geleneği ve onun siyasetteki ağırlığını Batı modernizmi ile tasfiye edemeyeceğini görerek , kurumsal egemenliğini kabul etmesi şartıyla muhafazakarları kendi değerleriyle benimseyeceğini göstermiştir. Bu açıdan CHP’nin açılımı basit bir seçim taktiğinin ötesinde geleneksel muhafazakarlığı belli düzeyde edinme ve içerme yanı taşımaktadır. İktidar olması halinde bunu daha net görmek mümkün olacaktır.
Diğer yandan ise düzenin temellerini ve yapısını dışarıdan zorlayan, halklaşmış bir PKK gerçeği söz konusu. Gelinen aşamada kurucu paradigmanın imha-inkar politikası iflası yaşarken, PKK devlet olmayan bir devlet düzeyinde etkinlik ve güce ulaşarak fiilen kendisine dünyaya ve oligarşiye kabul ettirmiştir.
Mim koyduğumuz noktaya dönebiliriz:
CHP işte bu iki temel dinamiğin değişip geliştiği gerçeği, kurumsal yapıyı ayakta tutma ihtiyacı ve inisiyatifi stratejik biçimde kazanma hedefi ile açılım yapma gereğini hissediyor. Artık 1920’lerin Türkiye’si ve dünyası yok. Hayat değişti, toplumsal dinamikler çeşitlendi; T.C. Oligarşisi, emperyalist kapitalist devletler arasındaki rekabetten istifade edebileceği (1920’lerde olduğu gibi) fırsatları kullanılabilecek durumda değil. Erdoğan, Rusya ve ABD arasındaki üstünlük mücadelesinden nemalanmaya çalıştı ama olmadı mesela. Bunun koşulları ortadan kalkalı çok oluyor. Şimdi CHP bu gerçeğin idrakını yaşıyor; 1920’lerdeymiş gibi davranmaya devam ederek T.C’yi ayakta tutmanın, Kemalist ideoloji yeniden egemen kılmanın imkansızlığını görüyor. Dolayısıyla yıpranan taşıyıcı kolonlara (Ulusalcılık ve Batı modernizmi) revizyona gitmeye çalışıyor. Bir süredir Kılıçdaroğlu’nun İslami sembol ve ritüellerle ve temsilcileri ile kavga etmeme, arayı hoş tutma siyaseti gütmesi bundandır.
Elbette restorasyon, düzen dışı bir dinamik olarak PKK’ye insiyatifi kaptırmayacak bir projeksiyonu hayata geçirmeyi hedeflemiştir. Stratejik tavizleri vermektense çatışmaya devam edip, Kürt burjuvazisi ve ağalarının gönlünü hoş tutacak biçimsel adımlarla gerilimi kendisi açısından idare edilebilir düzeye çekmeye çalışacaktır. Tam da bu nedenle CHP bir reform partisi olarak değil, T.C.’yi geleceğe hazırlayacak bir restorasyon partisi olarak kendisini konumlandırmıştır.
Kürt sorunu artık CHP açısından restorasyonda inisiyatif kazanabileceği bir istismar faktörü olarak işlevlendirilecektir. Bu durumda devrimci siyasetin uzlaşmacı Kürt burjuvazisine alan açıp inisiyatif sunan, Kürt devrimciliğini tasfiyeyi hedef olan, sol görünümlü restorasyoncu egemen dinamiğe karşı birleşik güçlerini ideo-politik anlamda uyanık ve inisiyatifli, girişken kılması; kendi çizgisini belirginleştirerek savrulamaların, CHP’ye yeşil ışık yakan tercih ve eğilimlerin önüne geçmesi hayati önem taşımaktadır.
26 Ekim 2021