Gündem

Devrimci örgütlenmenin temel sloganı ‘Umut Sosyalizmde! Halk İktidara’dır.

Devrimci Parti’nin 19-20 Şubat 2022 günlerinde gerçekleştirdiği 3. Merkezi Olağan Konferansı’nda ana gündemlerden biri siyasal gelişmelerin değerlendirmesi ve partinin üstleneceği görevler oldu.

Devrimci Parti, 2019 yılında yaptığı 2. Konfernas’tan bugüne ele aldığı siyasal gelişmeler içerisinde partinin politik yönelimini değerlendirmeye tabi tutarken, dünyanın ve ülkenin gelecek yönelimine dairde önemli tespitlerde bulundu.

Devrimci Parti’nin 26 başlıkta topladığı politik durum raporu ve siyasal tespitler şöyle;

Yerkürede 2019, ayaklanmalar yılı olarak tarih atlasına adını yazdırıyordu. Neo-liberalizm küresel boyutta ulaştığı aşamayla çok yönlü bir kriz olarak eski tarzda sürdürülebilir olma özelliğini kaybetmiş, geride dünyanın dört bir yanına yayılmış milyarlarca insanın; açlıkla baş başa kaldığı, temel insani ihtiyaçları olan gıdaya, barınmaya, sağlığa, eğitime, ulaşım haklarına ulaşamadığı hatta bu hakların sıfırlandığı bir dünya bırakmıştı. 2019; kendinden önceki11 yıla göre krizin ve adaletsizliğin fay hatlarını daha da derinleştirmiş, dünya halklarının tüm coğrafyalarında sosyal depremler yaratacak bir sıkışmışlık biriktirmişti. Dünyanın en zengin 26 milyarderi, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50’sini oluşturan 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit bir servete sahip olmuş ve en zengin 2.200 milyarderin günlük kazancı 2,5 milyar dolar artmıştı. Sömürü, gasp ve talanla servetlerine servet katan 2.200 ailenin toplam gelirler içindeki payı yüzde 12 artarken milyarlarca yoksulun payı yüzde 11 azalmıştı. Zenginlerin yüzde 12 büyüdüğü bir dünya 2020 yılına gelindiğinde yoksullar için isyanların ve ayaklanmaların nesnel koşulları en yakıcı şekilde kendini açığa çıkarmıştı. Avrupa’dan Latin Amerika’ya, Asya’dan Orta Doğu coğrafyasına kadar yayılan 40 ülkede 40’ın üzerinde halk “yoksullar için ekmek yoksa zenginler için huzur olmayacak” diyerek bu barbar dünyaya karşı kendi geleceğine sokakta yön vermeyi tercih etmişti.

“Ayaklanmalar”; emperyalist iktidara yöntem üreten düşünce kuruluşlarınca “risk haritası” kapsamında 2020 yılına devreden en önemli siyasal beklenti olarak ele alınıyordu. 2008 krizini“parasal genişleme” adı altında kamusal kaynaklardan şirketlere büyük fonlar aktararak ve “kemer sıkma paketleriyle” emekçilere saldırarak aşmaya çalışan uluslararası Finans-Kapital,  2020’de kısa bir süre önce girdiği yeni ve daha sert bir krizden aynı politikaları farklı enstrümanlarla uygulayarak çıkmayı deneyecekti. Bu da tüm dünyada artacak eşitsizliğe karşı ezilenlerin “yoksulluk varsa isyan var” çıkışını 2019’dan daha büyük oranda büyüteceği ve yayacağı bir dünya demekti.  2020 Ocak ayında İngiltere merkezli danışmanlık şirketi Maplecroft, o yıl ayaklanmaların yaşanabileceği ülkeleri gösteren “Siyasi Risk Haritası 2020” başlıklı veriler paylaştı. Raporda;2019 yılında Lübnan, Şili, Haiti gibi ülkelerde başlayan geniş çaplı halk ayaklanmalarının 2020’de artarak devam edeceği belirtiliyor, yılın ilk 6 ayında, 125 ülkenin 75’inde “halk ayaklanmaları riskinin artacağı” öngörülürken, kitlesel ayaklanmalara ilişkin “aşırı risk”in bulunduğu ülke sayısının geçen yıldan bu yana 12’den 20’ye çıktığı kaydediliyordu. Verilere göre; o yıl 47 ülkede halk ayaklanmaları yaşanabileceği öngörülürken bu ülkeler arasında Türkiye’de sayılıyordu.

2020’de tüm siyasal öngörüler dünyanın her yerinde kitlesel ayaklanmalar ve sokağa çıkışlar beklentisi içerisindeyken durum birdenbire tersine döndü. O da ne? Dünya halkları kitlesel olarak sokağa çıkma, meydanlarda toplanma yerine “eve kapanma” ya yönlendiriliyor, büyük bir kaos algısı içerisinde pandemiye karşı tüm insanlığın “aynı gemideyiz” nutukları atması isteniyor, dönemin egemen ve baskın dili “evde kal” çığlığını adeta kutsal bir slogan haline getiriyordu. 2020 Mart ayı tüm dünyada yeni bir durumun ilanıydı. “Hayırsever kapitalistlerin” tüm insanlık adına sorumluluk üstlendiği, pandemi ile birlikte bu salgından zenginlerinde ”neredeyse” dersler çıkardığı, hatta kapitalizmin vahşi yanının yok edilmesi ile daha insancıl bir düzene ihtiyaç duyulduğu lanse ediliyordu. İş o kadar çığırından çıkmıştı ki; dün emperyalizmin kendisi için risk diye analiz ettiği kitlelerin “değişim” isteği ayaklanmalardan arındırıldıktan sonra bizzat emperyalist tekellerin temsilcileri tarafından dillendiriliyordu.  Bir şok ve dehşet operasyonuna dönüştürülen pandemi “önlemleri” bu nedenle Uluslararası Finans Kapitalin sözcüsü WEF (Dünya Ekonomik Forumu) tarafından “dünyanın en büyük psikolojik deneyi” olarak tanımlandı. Dünya halkları üzerinde “Dünyanın en büyük psikolojik deneyi” gerçekleştirilirken, WEF’in emperyalist-kapitalizmi yeniden yapılandırma hamlesinin kod adı “Büyük Sıfırlama” tüm kapsamıyla Klaus Schwab tarafından kamuoyuna açıklandı. Bu açıklamaya göre emperyalist-kapitalizmin krizden ancak çok köklü ekonomik, politik ve sosyal değişiklikler aracılığıyla çıkılabileceği ilan edildi. Yeni enstrümanlar, krizin yapısal niteliğini gizlemeyi ve 2020 Mart’ında sadece birkaç gün içinde emekçilerden Finans-Kapitale aktarılan trilyonlarca doları görünmez kılmayı hedefliyordu. Öyle de oldu. Emperyalistlerin krizi servetlerine yeni servetler katarak aşma planı hiçbir dirençle karşılaşmadı ve pandemi ilan edildiği ilk günden itibaren kamu kaynaklarından yani halktan çalınan “teşvik” adı verilen trilyonlarca dolar burjuvazinin kasasına “lütuf” olarak aktı. Türkiye’de devasa kaynakların yanında küçük bütçeli sayılabilecek ve işçilerden yapılan kesintilerle oluşturulan işsizlik fonundaki para bile patronlar tarafından küçümsenmeden yağmalandı. 2020 yılı içinde bu fondan 2.3 milyon işçiye toplam 6.5 milyar TL ödeme yapılırken aynı fondan bir avuç patrona aktarılan para ise 18 milyar TL oldu.

Pandemi virüsünün bir laboratuar ürünü mü yoksa kapitalizmin doğal sonucu mu tartışmasından azade konuyu ele aldığımızda, gördüğümüz gerçek şudur:  Emperyalizmin yapısal krizi içerisinde onların lehine büyük bir kaldıraç işlevi görmüştür/ görmektedir. Bu politik tablo içerisinde pandemi meselesine geniş yer ayırmamızın temel nedeni bir yapılandırmanın mihenk taşı olmasıdır. Öncelikli olarak görüldüğü üzere 2019 yılından devreden ve 2020 yılında büyüyerek katlanması beklenen “ayaklanmalar” şoklayıcı pandemi önlemleri altında başlamadan durdurulmuş ya da bir süre kontrol altına alınarak ötelenmiş oldu. Her türlü emek kavgası, grev, gösteri, işçi mücadelesi ve toplumsal eylemler yasaklandı. Üstelik bu yasaklamalar patronların çıkarı adına değil sözde genel halk sağlığı adına ve büyük bir “mahalle” desteğiyle yapıldı. Sol içerisinde dahi egemen dilin “korocuları” sömürüye karşı mücadelenin devam etmesinin değil, sömürüye karşı mücadelenin ertelenmesi gerektiğinin bayraktarlığını yaptı. Pandemiyi kontrol altına almak gerekçesiyle oluşturulan olağanüstü hal rejimleri halen kurumsallaştırılmaya çalışılmaktadır. Devletin kontrol ve denetim mekanizmalarının güçlenmesi ve kapsamını genişletmesi sonuçlarını doğuran korona önlemleri her türlü muhalefeti boğmak ve susturmak adına “olağanlaştırılmış” bir olağanüstü hal rejimine rıza üretmenin aracı haline getirildi. 1 Mayıs’ta balkonlardan kutlama çağrısı yapan solun bir kısmının ertesi yıl (üstelik yine pandemi riski ve kuralları geçerliyken buna rağmen!) Taksim’de yer alması egemen ideolojinin ürettiği şok etkisinden kısmen bir yıl sonra kurtulmaya başladığının göstergesi oldu.

Uluslararası Finans-Kapitalin sözcüleri, virüsün sınır ve sınıf tanımadığını, insanlığın büyük bir tehdit altında olduğunu, bu halk sağlığı tehlikesinden ancak “bilime” ve hükümetlere güvenerek çıkılabileceğinin propagandasını yapıyordu. Tam bu sırada Devrimci Parti’nin “Hükümetlere Güvenmeyin” başlıklı çağrısı; egemenlerin “manipülasyonunu” teşhir ediyor, milyonlarca yoksul emekçinin ölüme terk edileceği, pandemiden değil, kapitalizmden öleceğimizi ifade ediyordu. 40 yıldır durmaksızın sağlık bütçelerini kuşa çeviren, sağlığı özelleştiren aynı “bilim” kurulları ve aynı hükümetler değilmiş gibi halk sağlığının en büyük düşmanı olan sağlık alanındaki tekelci kapitalist şirketler halkların “kurtarıcısı” konumuna geliyordu. Halkları “kurtaracak” hükümetlerin ve tekelci şirketlerin bu süreçteki marifetleri, salgının 2. yılında ortaya çıkan bazı gerçeklerle daha görünür hale geldi. Büyük bir halk sağlığı tehlikesinin yaşandığı iddia edilen 2 yılda birçok ülkede hastanelerdeki yoğun bakım yatak sayıları çoğaltılması gerekirken aksine pandemiden önceki rakamlara göre daha da azaltılmıştı. Sağlık personeli eksiği ve sağlık bütçeleri bu durumun nedeni olarak sunuldu. Ancak dev bir şölen halinde ve alkışlar eşliğinde para sağlık hizmetlerine değil reklam kampanyası şirketlerine aktarılıyordu. Virüsün öldürücülüğünün vurgulanması ve uygulanan kısıtlamalara uyulması için düzenlenen kampanyalar çerçevesinde halkla ilişkiler şirketlerine milyarlarca dolar ödeyen hükümetler, salgında sağlık bütçelerini kısmaya devam etmişti.  İzolasyon, korku ve endişe üreten korona “önlemleri” özellikle yaşlılarda artan ölümlere yol açmıştır. Korona paniği nedeniyle durdurulan ve geciktirilen tedaviler nedeniyle insanlar ölmüştür. Sosyal güvenlik kurumlarına “yük olan” ve bir yandan da üretim sürecinden düşmüş atıl yaşlı emek ölüme terk edilmiştir. Yine yüz binlerce yoksul bu ölümlerde istatistik veri haline getirilmiştir. Son iki yılda şu ana kadar 5,5 milyon insanın hayatını kaybettiği bir düzende gerçekte öldüren virüs değil kapitalizmdir. Korona önlemleri adı altında uygulanan politikalar emekçi sınıflara sadece daha çok işsizlik ve daha fazla yoksulluk getirmiştir.

Devrimci Parti’nin 2. Olağan Konferansı ile gerçekleştirdiğimiz 3. Olağan Konferansı arasındaki 3 yıla yakın süreçte;  pandemi ve kriz emperyalist-kapitalizmin iki temel çelişkisini daha görünür hale getirmiştir. Kapitalist dünya ekonomisi pazarları bütünleştirmiş, tedarik zincirlerinin gelişmesi ve birbirine eklenmesiyle üretimin uluslararasılaşması yeni boyutlar kazanmıştır. Ancak bu yüksek bütünleşme düzeyine rağmen dünya siyasal haritası halen rekabet ve çatışma temelinde şekillenmiş kapitalist devletlerle kaplıdır. Bu çelişki ancak sosyalist bir dünya ile aşılabilecektir. Partimiz sosyalist bir dünya kurma hedefiyle hiçbir tereddüt içerisine düşmeden insanlığın tek kurtuluş yolunun bayraktarlığını, başı dik ve cesurca yapmaya devam edecektir.

Üretimin toplumsallaşması ve proleterleşme dünya ölçeğinde her geçen gün daha da artmaktadır. Üretici güçlerin ve emek verimliliğinin artması yeni düzeyler kazanmıştır. Ancak kapitalist mülkiyet ilişkilerinin hâkimiyeti, üretimde yaşanan artışın tüm insanlık adına bir gelişme olarak sürdürülmesine engel ve baskılanma oluşturmaktadır. Bu baskılanma nedeniyle, robotlaşma ve dijitalizasyonla artan üretici güç gelişimi ve emek verimliliği giderek tekelleşen özel mülkiyet yoğunlaşmasıyla verili kapitalist üretim ilişkilerini zorlamakta ve sanki tarih toplumsal süreci olumsuzlayarak toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan emekçi sınıfları işsizlik ve açlıkla tehdit etmektedir. Oysa üretimin ve üretim araçlarının özel mülkiyeti ortadan kaldırıldığında bütün bu gelişme tarihin ve toplumun bitimsiz zenginliği haline dönüşecektir. Marks’ın 1856 yılında sarf ettiği şu sözler sanırız günümüzde mevcut durumu parlak bir biçimde açıklamaya devam etmektedir.

“Bizim bu 19. yüzyılımıza özgü, hiç kimsenin inkâr etmeye cesaret edemeyeceği büyük bir gerçek var. Bir yandan, insan tarihinin önceki hiçbir döneminde hayal bile edilmemiş endüstriyel ve bilimsel güçler hayatın içine giriyor. Diğer yandan, Roma İmparatorluğu’nun geç dönemlerine dair yazılan iğrençlikleri kat be kat aşan çöküş semptomları ortaya çıkıyor. İnsan emeğinin süresini kısaltıp üretkenleştirmenin mucizevi gücüyle donanmış makineleri açlıktan kıvranarak, onlardan daha fazla çalışarak seyrediyoruz. Daha önce eşine rastlanmamış zenginlik kaynakları tuhaf bir büyünün etkisiyle kıtlık kaynaklarına dönüşüyor. Sanatın zaferleri karakter kaybı pahasına elde edilmiş görünüyor. İnsan, insanlığın doğaya hükmetmesiyle aynı hızda diğer insanların ya da kendi alçaklığının kölesi haline geliyor. Bilimin saf ışığı bile cehaletin karanlık arka planından başka yerde parlayamıyor görünüyor. Bütün icat ve ilerlemememizin sonucu, maddi güçlere zihinsel bir hayat bahşetmek, insan yaşamını ise maddi bir güç haline getirip bönleştirmek gibi görünüyor. Bir yanda modern endüstri ve bilim, diğer yanda modern sefalet ve çöküş arasındaki bu uzlaşmaz zıtlık; üretken güçler ile günümüzün toplumsal ilişkileri arasındaki bu uzlaşmaz zıtlık varlığı apaçık, ezici, inkâr edilemeyecek bir gerçektir.”

On dokuzuncu yüzyılın gerçeği, 21. yüzyılda çok daha geniş bir kapsamla hükmünü sürdürüyor. Böyle olduğu için, pandemi süreci milyonlarca emekçiye işsizlik, yoksulluk ve güvencesizlik getirirken; dünya 500 yeni dolar milyarderi kazandı. Servet transferinin boyutlarını hisse senedi piyasalarından görmek mümkün. ABD’de hisse senetlerinin yüzde seksenini nüfusun yüzde biri kontrol ediyor. İngiltere’de hane halklarının en zengin yüzde birinin elindeki finansal servet, nüfusun en alttaki yüzde sekseninin elinde bulunandan daha fazla hale geldi.

Ayaklanmalar yılı olarak kayda geçen 2019 yılının ilk yarısında 2. Büyük Merkezi Konferansı’nı toplayan Devrimci Parti yaptığı tespitte ülkede, bölgede, dünyada yaşanan-yaşanacak olan her siyasal gelişmenin ve gündemin emperyalizmin kriziyle doğrudan bağlantılı olduğunu vurgulayarak bu küresel krizin emperyalist paylaşım mücadelesini derinleştireceği bir döneme yöneldiğini belirtmişti. “Yeni gelişen güçlerin dünyanın yeniden paylaşımını zorlaması emperyalist güçler arasında bir paylaşım mücadelesine yol açmıştır. ABD-AB’nin temsil ettiği emperyalist bloğun gerileme döneminde olduğu tespiti öne çıkmıştır. ABD-AB hegemonyanın başka hegemonik devletlerce (Rusya, Çin, İran vb.) sınırlandırılmaya başlamasından dolayı gelişen kriz, sadece ABD’yi değil, Avrupa kıtasını da direk etkilemektedir. Emperyalist kapitalist dünyanın içerisine girdiği ve halen savaşlar eliyle yeni paylaşımların ve pozisyonların dışında bir çıkış bulamadığı nokta siyasal ve ekonomik krizdir.” Bu tespit inişli çıkışlı 2. Konferanstan bu yana geçtiğimiz son üç yıla damgasını vurdu. Dünya, emperyalizmin krizinin ve yeniden paylaşım sürecinin belirleyiciliği ile dizayn edilmeye devam ediyor.

2. Konferansın emperyalizmin rekabeti ve savaşlar üzerine yaptığı tespitlerde yer verdiği emperyalizmin yönelimi,  pandemide de hız kesmeden devam etmiştir. Halklara “evde kal” çağrısı yapan burjuvazi, kendi yağma ve talanı için evde kalmak yerine işgallere, fetihlere, savaşlara devam etmiştir. Salgın, “insanlığın ortak sorunu için” kendini mücadeleye “adayan” emperyalizmin krizini daha fazla militarizm üreterek aşma hedefine engel olmadı. Militaristleşme eğilimi, emperyalizmin yaşadığı derin krizin dolaysız ürünüdür. Kapitalist dünya ekonomisinin ağırlık merkezinin doğuya doğru kayması ve bunun engellenmesi teşebbüslerinin başarısızlığı; Amerika merkezli askeri-sınai-finansal kompleksin ekonomik gidişi askeri yöntem ve araçlarla geri çevirme hedefli politikaları merkeze almasına neden olmuştur. Biden yönetiminin Pentagon bütçesini Trump döneminden daha yüksek bir seviyeye çıkarması, bu politikanın ABD yönetici elitinin tüm kanatları tarafından temel alındığının bir göstergesidir. Bu çerçeve içinde, Biden yönetimi AB ile ilişkileri geliştirerek Atlantik ittifakını güçlendirme hamlesiyle, Çin, Rusya ve İran üzerindeki baskıyı arttırma yolunda adımlar atmaktadır. Donbas’tan Orta Doğu’ya provokasyonlar devam edecektir. Rusya’ya karşı Ukrayna’nın silahlandırılması ve NATO’nun Doğu’ya genişletilmesi hamleleri, nükleer silahlara sahip ülkeler arasında tüm insanlık ve yerküre açısından çok yıkıcı sonuçlar yaratacak bir savaşa neden olma potansiyeline sahiptir.

Burjuvazinin savaşlara, dünya halklarının dayanışma ve kardeşliğe ihtiyacı var. Halkların barış talebi ancak enternasyonalizmin dünyaya hakim kılınmasıyla gerçekleşebilir; partimiz bu çerçevede halkların barış talebini ve enternasyonalizmi hakim kılmayı öncelikli görevlerinden biri olarak görmeye ve bu konuda inisiyatif üstlenmeye dün olduğu gibi bugünde devam edecektir.  Genel bir “barış” söylemini aşarak yeryüzünde tüm savaşlara son verecek olan sınıf savaşımının işçiler tarafından zafere ulaştırılmasına kadar tüm haksız savaşlara karşı “savaşım” içerisinde olacaktır.

ABD emperyalizmi; dünya hakimiyeti hedefiyle Orta Doğu’da yürüttüğü savaşlardan beklediği sonuçları alamadı ve gerçekliğin zorlamasıyla geri adımlar atmaya başladı. Ve artık ABD’nin istediği ülkede rejim değiştirebilecek güç olma büyüsü bozuldu. Kendi karmaşıklığı içerisinde bu büyü bozucu coğrafya Orta Doğu olmuştur. Bu açıdan Orta Doğu coğrafyası emperyalizmin yayılma planlarını sınırlandırıcı bir nitelik kazandı. Aynı zamanda Batı’nın Doğu’ya yönelik seferleri irtifa kaybetmeye ve kalıcılığını yitirmeye devam etmektedir. Afganistan’dan çıkan ABD kendisi gibi başka bir halk düşmanı güce ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Suriye’de rejimi değiştirememiş, Irak’da değiştirdiği rejimi ise İran etkisine terk etmek zorunda kalmıştır. İran’a bağlı güçlerin Orta Doğu’da dokunulmaz sanılan ABD üslerini vurmasında adım adım kaybeden ABD olmaktadır. Bu durum en fazla emperyalizmin bölgesel temel üssü İsrail’i rahatsız ediyor. İsrail yönetimi çeşitli provokatif girişimlerle İran’a yönelik bir savaş zemini hazırlamaya çalışıyor: Filistin halkına yönelik zulüm politikalarını aralıksız sürdürürken, bir yandan da İran’a yönelik emperyalist bir saldırı için aralıksız faaliyet yürütüyor. 2020 yılında Kasım Süleymani suikastını gerçekleştiren İsrail-ABD önemli bir güç gösterisi yapmıştı. Ancak hemen arkasından yeşil bölgenin füzelerle hedef alınabilmesi ve artan anti-Amerikancı öfke ayağına dolanmaya devam etmektedir.  Orta Doğu’da emperyalist saldırganlığa karşı çıkmak ve halkların eşitliği, kardeşliği ve birliğini savunmak partimizin temel aldığı görüşlerdir. Filistin ve Kürt halkının haklı mücadelelerini ödünsüz savunmak, bu halklarla bölgesel mücadele birliğini oluşturmak ve bölge gericiliğinin hamisi AKP-MHP faşizminin Türkiye emekçi halkları tarafından yıkılması; anti-emperyalist, anti-faşist mücadele dinamikleri olarak partimizin temel görevleri arasındadır. AKP-MHP faşizmine karşı elde edilecek zafer;  bölge halklarının devrimci dönüşümüne kapı aralayacak ve güçlü bir düşmanın yok edilmiş olması onurunu partimize ve Türkiye devrimci güçlerine yaşatacaktır.

Emperyalizm, Orta Doğu’da yitirdiği hegemonyaya rağmen Kürt halkının özgürlük güçlerinin tasfiye edilmesi konusunda bölgedeki en büyük NATO ordusuna sahip Türkiye ile tam bir anlaşma içerisindedir. Bölgede yaşanan boşluktan ve kaostan devrimci-demokratik programa sahip Kürt Özgürlük Hareketi’nin ezilen diğer halkları da etkileyebilecek kazanımlar elde edebilmesi, aralarındaki tüm çelişkilere rağmen bölge gerici devletlerinin üzerinde mutabık kaldıkları bir “tehlikedir”.  Bölgede önemli devrimci odak olan Kürt Özgürlük Güçleri’nin yenilgisi tüm bölge halklarının ve Türkiye emekçi sınıflarının da kaybı olacak ve bölgede gericilik egemen kılınacaktır. Kürt özgürlük güçlerinin Kürdistan’ın dört parçasında yürüttüğü mücadele karşısında askeri ve siyasi olarak en büyük düşmanlık, sömürgeci AKP-MHP iktidarından gelmektedir. Türk Devleti Rojava’dan Güney Kürdistan’a askeri yayılmacılık ve saldırganlıkla Kürt halkının onlarca yıldır süren mücadelesiyle elde ettiği tüm kazanımları hedef almaktadır. TC askeri saldırılarla Kürt halkını geriletmeyi temel politika olarak belirlemiştir. AKP-MHP faşizmi halklar arası barış ve kardeşliğin gelişmesinde kendi ölümünü görmektedir. Bunda haksız da değildir. Kürt halkının tüm parçalardaki kazanımlarını güvence altına alacak olan temel unsur; Türkiye sömürgeciliğinin yenilgisidir. Türkiye’de demokratik halk iktidarının inşası; dört parçada mücadele sürdüren ezilen Kürt halkının da kazanımlarını güvence altına alacaktır. Demokratik halk iktidarıyla özgürleşen Türkiye işçi sınıfı bölge halklarının da özgürleşmesine en büyük müttefik olarak güç taşımaya aday olacaktır. Bunun yolu Türkiye işçi sınıfıyla Kürt halkının mücadele birliğidir. Faşizme darbeyi vuracak olan bu stratejik ittifakın pratiğe nakşedilmesi; kendi eylemini yükselterek maddi bir güce dönüşmesi partimizce başlıca görevler arasında kabul edilir. Bu yaklaşım Kürt halkıyla enternasyonalist dayanışmanın ötesinde Türkiye devriminin de zafere ulaşmasının en gerçekçi yoludur. Bu vesileyle partimiz; başta Rojava olmak üzere Türkiye kentleri dışına enternasyonalizm bayrağını taşıyan, her alanda sosyalizmi insanlığın kurtuluşu olarak müjdeleyen ve onurlu savaşlarıyla ölümsüzleşen Türkiyeli devrimcileri saygıyla anmayı borç bilir. Ayrıca Türkiye metropollerinde yürüttüğü sınıf mücadelesinde pragmatizme yol vermeden, ödenen her türlü bedele rağmen sosyal-şovenizme karşı ezilen halkların bayrağını kendi parti bayrağı gibi sahiplenen, devrimci enternasyonalizmin yolunda ölümsüzleşen ve tutsak düşen devrimcileri de yoldaşça selamlıyoruz.

Haziran 2019’da gerçekleştirdiğimiz 2.Konferans’ta vurguladığımız “Emperyalist kapitalist dünyayı saran ve giderek çözümsüz hale gelen ekonomik kriz tüm boyutlarıyla Türkiye kapitalizmini de tehdit etmektedir. Büyük ölçüde borçlanmaya dayalı sıcak para hareketlerinden beslenen Türkiye kapitalizmi ekonomik olduğu kadar siyasal krizin de etkisi altında çözümsüzlükle uğraşmaktadır. Kriz yapısaldır ve Türkiye kapitalizmi içine sürüklendiği krizi, yakıcı ihtiyaç duyduğu sermaye birikimini artırmaksızın, daralan iç pazarını genişletmeksizin, dış pazarlara açılmaksızın aşamayacağı sonucu tespit edilmiştir. Bu realite eş zamanlı olarak içerde emeğin yağmalanmasından, sömürü çarklarının hızlandırılmasından, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasından, dışarıda bölge pazarlarında kızgın bir rekabet sürecine girmesinden başka bir sonuç doğurmaz. Türkiye özelinde bugün yaşanan ve daha da derinleşecek ekonomik kriz, tek başına ülke sınırlarında gelişen bir kriz değil, göbekten emperyalist kapitalist sistemin krizine bağlı bir krizdir.” Tespiti emperyalizmin ve oligarşinin sürekli bunalımına işaret etmektedir. 2. Konferans’tan bugüne yaşanan gelişmeler çok boyutlu krizin, tek başına AKP-MHP faşizminin ürettiği ve tasfiyesi durumunda ortadan kaybolacak bir kriz olmadığını kanıtlar niteliktedir. AKP-MHP; emperyalizmin krizine bağlı olan ve elbette yerel özgünlüklerinde etkisini-birikimini taşıyan bu krizi içerde ve dışarıda burjuvazi lehine çözmeye soyunan ve temsil ettiği sınıfın çıkarlarını korumak adına son derece baskıya dayalı bir siyasal rejimi uygulamaya çalışan faşistleşmiş bir bloktur. Başka bir deyişle AKP-MHP faşizmi krizlerin tek nedeni değil ancak sömürü düzeninin bekası için bölgede ve ülkede “açık teröre dayalı” en açık ve sert saldırganlığı göze almış sınıf savaşımının yürütücüsüdür. Emperyalizmin krizine göbekten bağımlı Türkiye kapitalizminin bugün yaşamakta olduğu krizde yapısal krizdir. Yani emperyalist kapitalizmin krizi çözülmeden Türkiyeli egemenlerin krizinin kalıcı olarak çözülmesi mümkün değildir. Bu belirleme aynı zamanda AKP-MHP faşizmine karşı mücadeleyi salt reformist bir demokrasi mücadelesi olarak gören siyasal anlayışlardan çizgimizi ayırır; bu süreçte proletarya ve yoksul köylülüğün iktidarını hedefleyen bir devrim çizgisinde yürümeyi partimizin önüne görev olarak koyar. Başka bir deyişle AKP-MHP bloğuna karşı mücadeleyi salt anti-faşist temele dayandıran yaklaşımlardan farklı olarak bu savaşı anti tekelci anti oligarşik demokratik halk devrimi mücadelesiyle birleştiren bir siyasal hat üzerinde yürütmeyi devrimci bir görev olarak görür.

2019’dan 2022’ye gelişen-değişen sınıf mücadelesi temposu temel alınarak ve partimizin de bir parçası olduğu faşizme karşı savaşın en kararlı unsurlarınca yürütülen mücadele ve faşizmden bunalmış özgürlüğe aç halkın yükselen öfkesi, faşizmin kalıcılaşma sürecini engelleyici bir nitelik taşır. Tüm çöktürme planları, halkı teslim alma araçları toplumun en az yüzde ellisi üzerinde hiçbir hüküm kuramamış, 2. Konferansta vurguladığımız üzere “Büyük ölçüde borçlanmaya dayalı sıcak para hareketlerinin” durması,  yağmalanacak kaynakların bir sınıra dayanması, yeni sermaye birikimi için dış pazarlara açılma yöneliminin Doğu Akdeniz, Libya, Afganistan gibi girişimlerde görüldüğü üzere sonuçsuz kalması, emperyalist tekeller açısından pek kullanışlı bulunmayan bir iktidara dönüşmesi çok büyük bir ekonomik çöküntünün kapısını açmıştır. TL’nin döviz karşısında kaybettiği değere müdahale her ne kadar iktidarın hamle yapma olanaklarının görece var olduğu yanılsaması da krizin derinliği karşısında sahra çölüne düşmüş bir kalıp buz gibi dakikasında erimekten kurtulamamaktadır. Bu bağlamda faşizmin iktidarını koruma adına yeni basamaklar çıkma imkanlarının zayıfladığını, aşağı doğru bir inişe geçtiğini tespit edebiliriz. Ancak ondan iktidarı alacak bir güç açığa çıkmadığı sürece denge durumunun süreceği ve yeni hamle imkanlarını elde edeceği söylenebilinir. İktidarda kendiliğinden bir değişiklik yaşanacağını beklemek faşizmin yapısını tanımamak olacaktır. Bugün pek çok sol/sosyalist siyaset bu sürecin kendiliğinden bir sona varacağını o nedenle AKP’ye karşı büyük bir kavgaya yönelmektense güçleri biriktirerek AKP sonrası oluşacak siyasal atmosferde rol edinmek üzere kendi geleceğine yönelmektedir.  Bu yaklaşım son derece pasifist ve ezilen sınıfları mücadeleden soğutan bir yöntemdir. Faşizm tüm çürümüşlüğüne rağmen kendi içine doğru bir çöküntü değil aksine halkın üzerine çökme eğilimi göstermektedir. Toplumsal çürümeye yol açan bu durum kitlelere sınıf bilinci taşınamadığı sürece dayanışmanın, birlikte mücadelenin yerine bireysel kurtuluşun egemen olduğu, mafyalaşmanın, lümpenliğin, ezilenin ezilenle kıyasıya kavgasına dönüşecek bir zulüm dünyasına dönüşme potansiyelini taşımaktadır. Bu durumun en somut belirtileri yoksullaşan Türkiyeli emekçilerin, öfkesini göçmen halklara yönlendirerek katliama ulaşacak boyutta saldırganlaşmasıdır.

Partimiz bu tarihsel durum içerisinde kendisini sadece emekçi kitlelere faşizmi teşhir etme üzerine kurulu statükoculaşmış sol anlayıştan ayrışmaktadır. Emekçi sınıfların her gün altında ezildikleri faşizmin ne olduğunu dinlemeye değil ondan nasıl kurtulacağını bulmaya ihtiyacı vardır. Bu bir mücadele programının en yalın haliyle ortaya konulmasına ve kurucu bir özne olmaya hazırlanmak demektir. Andaki nicel güçlerinden bağımsız, buna hazırlanmayan, iktidarı almaya aday olmayan hiçbir politik söylem sistemin restorasyonuna yedeklenmekten kurtulamaz. Bu nedenle konferansımızın ve devrimci örgütlenmenin temel sloganı “Umut Sosyalizmde, Halk İktidara”dır.2. Konferansımızda ve öncesi için faşizmin diğer düzen güçlerini kendine yedekleyerek ortaya koyduğu güçlü saldırı dalgasına karşı “diz çökmeyenlerin” partisi olarak direnen ve faşizme meydan okumayı sınırlı güçlerine rağmen sürdüren partimizin bugün için mücadele ritmi başka bir nitelik kazanmıştır. Ülkede oluşan ayaklanmanın nesnel koşulları bir devrim zorlamasının güncelliğini daha yakıcı olarak taşımaktadır. AKP-MHP faşizmini yıkarken demokratik halk iktidarının inşasını oluşturabilecek tarihsel fırsatlar gelişmektedir. Bütün siyasal tespitler önümüzdeki günlerde kendiliğinden isyanlar ve kitlesel ayaklanmaların gerçekleşeceğine işaret etmektedir. Düne kadar bir “tohum durumunda ama son derece gerçek ve söz götürmez” biçimde cesur militan yürüyüşlerimiz bugün en geniş meşru militan kitle faaliyetine yönelebilecek nesnel koşulların olgunlaştığı bir döneme girmiştir. Bu nesnel koşullara uygun partimizi hazırlamak, önümüzdeki dönem daha da zembereğinden boşalarak meydanlara taşacak olan sınıf eylemlerine pratik, politik ve örgütsel olarak hazırlanmak demektir. Bu aynı zamanda kadroda ve örgütte rönesansı gerektirir. Parti pratikte, parti kadrolarının militanlığı, deneyimi, bilgisi ve sınıf bilinci üzerinden realize olur. Bu bakış itibariyle konferansımız, parti kadrolarımızın ideolojik, siyasal ve örgütsel düzeyi içselleştirebilecekleri bir gelişim mesafesine ihtiyacımız olduğunu öz-eleştirel olarak belirler. Konferansımız partimizin geçmiş pratiğinde ortaya koyduğu olumlu-olumsuz bütün deneyimlerden çıkardığı sonuçlarla kitle hareketlerinin yükseleceği bu döneme örgütsel araçlarla ve kadro bilinci ile hazırlanmayı acil görev görmektedir. Konferansımız çıkardığı görevler ışığında tüm yapımızı en geniş emekçi kitleler içerisine partimizi taşımakla görevlendirir.

AKP-MHP iktidarı hızla zemin kaybederken, halka satacak bir dış “başarı”, bir zafer peşinde epeyce koştu ancak mevcut bölge ve dünya koşulları ona sınırlar çizdi. Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır’la ilişkileri yeniden yapılandırma çabaları, Libya’daki iddialardan sessizce geri çekiliş iktidarın içeride yaşadığı zemin kaybının sonuçlarıdır. Güney Kürdistan ve Rojava’ya yönelik saldırganlık içeride kullanışlı bulunduğu ölçüde sürdürülmektedir. İktidarın zayıflamasının olası sonuçlarından biri, emperyalist saldırganlığın tetikçiliğinde daha pervasız ve hırslı rol alma isteği olacaktır.

AKP-MHP faşizminin bu gerileme süreci, düzen muhalefetinin daha iddialı konuşmaya başlamasına yol açtı. Düzen muhalefeti, emekçi sınıflarda biriken öfkenin farkında ve bu öfkeyi düzen kanalları içinde tutma ve etkisiz hale getirme siyasi görevini yüklenmiş durumda. Finans-Kapital AKP-MHP iktidarının yıpranmışlığını da dikkate alarak, düzeninin uzun vadeli güvenliği açısından “kazasız, belasız” bir iktidar değişikliğine yeşil ışık yakıyor. Düzen muhalefetinin cesaretinin artmakta oluşunun önemli bir nedeni bu durumdur. AKP-MHP bloğunun el altında tuttuğu çeşitli zora dayalı araçlar ve direnme kararlılığı “tereyağından kıl çeker” tarzında bir iktidar değişiminin önünde duran en önemli engeldir ve taraflar bunun farkındadır.

Coğrafyamız devrim yüklüdür. Halklarımızın aydınlık geleceği bir devrimdedir. Ülkemizde büyük bir devrimci potansiyel vardır; emekçi sınıfların maruz kaldığı büyük sömürü ve kesintisiz baskılar bir devrimci kalkışmanın nesnel koşullarını yaratmıştır. Devrimci öznenin yaratıcılığı, kararlılığı, cesareti ve doğru zamanda doğru eylemi bu büyük potansiyeli hızla harekete geçirecektir. Düzen içi çözüm yanılsamaları bu sürecin barındırdığı en önemli tehlikedir. Bu tehlike; düzen içi konumlanışta AKP-MHP faşizmine karşı burjuva devlet aygıtını topyekun hedef almayan miyopluk, sol liberalizmin devrimci saflara taşıdığı bir tehlike olarak büyümektedir. Faşizmin karşısında emekçilere önerilen yeniden parlamenter rejime dönüş ve kapitalizmin restorasyonu; devrimci potansiyeli soğutma gayreti içerisindedir. Emperyalizmin yapısal krizi içerisinde Türkiye’de yaşanacak bir kapitalist restorasyon bile kısa zamanda emekçilere yükleyeceği yeni acılarla hızla işletilemez duruma dönecektir. Emperyalist kapitalizmin ve Türkiye burjuvazisinin bu krizde bekasını korumak ve servet birikimini sürdürmek adına emeği daha fazla yağmalamaktan ve savaşa dayalı pazar arayışından başkaca çıkış yolu kalmamıştır.

Partimiz düzen içi çözüm arayışları tehlikesinin yükselmeye başladığı ve onun kendini bir kampa dönüştürme adımlarını hızlandırdığı güçlerle devrimin nesnel koşullarına göre konumlanış içerisinde olan devrimci güçlerin arasındaki saflaşmaların giderek netleşeceği durumunu tespit eder. Yani yeni bir durum değişikliğine kadar kısmi geçişkenlikler yaşansa da içinden geçtiğimiz dönem tüm sol sosyalist ve demokrasi güçlerinin içerisinde yer alacağı “en geniş ittifak” olarak atfedilen bir cephenin oluşmasını mümkün kılmamaktadır. Faşizme karşı böylesi bir ittifakın oluşamaması partimiz için bir reddediş değil, bir gerçekliğin yapısal tespitidir.  Bu saflaşmanın bir boyutunu Kürdistan ve sömürgecilik sorununa yaklaşım oluştururken diğer boyutunu kapitalizmin devrimci tarzda aşılmasına karşı mücadele ritmini “yasallaşma” içerisinde tutan ideolojik yönelimler oluşturur. Her ne kadar Kürt Özgürlük Hareketi ile makro siyasal düzlemlerde en geniş yan yana gelişler söz konusu olsa da bu Türkiye’de solun en geniş ittifakı bakımından söz konusu değildir. Sol-reformizm ve devrimci güçlerin saflaşmalarında görünen yoğunlaşmalar ve nicel durum bu konuda şaşırtıcı olmamalıdır. Düzen muhalefetinin restorasyoncu çıkışları nasıl ki solun büyük bir kısmını kendi şemsiyesi altında toparlamayı başardıysa Türkiye’de sol içinde reformizmin gelmiş olduğu aşama solu kendi etrafında toplama tehlikesini taşımaktadır. Fakat bu güçler arasındaki saflaşma, bazı konjonktürlerde ve güncel taktiklerde birinden diğerine geçişkenlikler yaşansa da köklü değişiklikler içermeyecek biçimde şekillenmektedir. Bu açıdan partimiz en geniş ittifak anlayışını merkezinde Türk ve Kürt emekçilerinin birleşik mücadelesinin yer aldığı ve iktidar hedefi taşıyan güçlerin etrafında diğer demokrasi güçlerini birleştirmek olarak belirlemiştir.

Partimiz devrimin nesnelliği içerisinde düzen içi çözümler karşısında iki halkın birleşik mücadelesini ve farklı mücadele yöntemleri izleyen devrimci güçlerin birleşik politik kurmaylığını merkeze alan bir konumlanış içerisindedir. 4 Şubat 2021 günü kuruluşunu ilan eden Birleşik Mücadele Güçleri (BMG)nin inşasında yer alan partimiz bunu bir güç ya da eylem birliği olarak ele almamakta, devrimci yürüyüşte stratejik olarak değerlendirmektedir. Konferansımız; o günkü yönetim kurullarımız tarafından alınan kararla kuruluşuna öncülük ettiğimiz ve içerisinde bir yıldır yer alarak yoldaşlaşma yaşadığımız BMG’de olan konumlanışımızı en yetkili organımızın iradesine taşıyarak 3. kongre / konferans kararı haline getirmiştir. Bu biçtiğimiz stratejik değer sonucunda; Devrimci Parti bayrağının, üyesinin, taraftarının olduğu her yer BMG’nin de orada olduğu anlamını taşır. Hiçbir bileşen gücün olmadığı koşullarda bile her Devrimci Parti üyesi BMG’nin doğal üyesi olarak onun sancağını yükseltmek ve birleşik devrim fikrinin yayılmasına hizmet etmekle görevlidir.Devrimci Parti olarak halkların demokratik ittifakı temelinde içerisinde yer aldığımız HDP’de işçi sınıfının iktidarını savunan ideolojik hattı temsil ediyoruz. Devrimci–demokrasi güçlerinin çatı partisi olan HDP şu aşamada var olan en geniş ittifaktır. HDP’nin; örgütsel bir kimlik yarattığını, mücadelenin kararlı odağı olduğunu ve yedi milyondan fazla insanın faşizme karşı mücadele azminin temsil adresi haline geldiğini belirtmek gerekir. HDP dışında, ondan ayrı ittifak arayışları içerisinde olmak en geniş demokrasi güçlerini birleştiren bir nitelik değil aksine sosyal şoven solun kamplaşma alanını oluşturmaya hizmet eder. Birleşik mücadele ihtiyacını hisseden tüm sol sosyalist ve demokrasi güçlerine çağrımız; HDP’nin çağrısını yaptığı üçüncü ittifak temelinde güçlerimizi buluşturmaktır.

HDP bileşeni olan partimiz, halkların kurtuluşunun bir halk devriminde olduğunu, düzen muhalefetiyle kurulacak düzen içi ittifak ilişkilerine karşı halklarımızın devrimci ittifakını savunur. Halklarımızın devrimci ittifakını güçlendirecek örgütsel ve siyasal seçenekleri üretmeyi ve yaygınlaştırmayı temel alır. Temelsiz düzen içi kurtuluş hayallerine karşı devrimci seçeneğin inşasını öncelikli görev olarak görür. Bu temelde, halklarımızın devrimci enerjisinin düzen sınırları içine boşaltılması anlamına gelecek ideolojik ve siyasal yaklaşımlara karşı ideolojik ve siyasal mücadeleyi yükseltmeyi bileşeni olduğu tüm zeminlerde temel görevleri arasında görür.

Partimizin temel siyasi yönelişi, AKP-MHP faşist iktidarının devrilmesini ve kapitalist restorasyona yeniden imkan tanımadan sermaye devletinden kurtulmayı bir halk devrimiyle sağlamaktır. Partimiz tüm faaliyetlerini bu temel hedef doğrultusunda yürütmektedir ve yürütecektir. Keskinleşen sınıf çelişkileri ve halklarımızda biriken büyük öfke bir halk devriminin temel dayanak noktalarını oluşturmaktadır ve fakat dünya deneyimlerinden iyi bilinir ki büyük tarihsel kopuşlardan çıkagelen devrimler aynı zamanda yapılırlar. Lenin’den beri devrimin yapıcısının proletaryaya önderlik eden devrimci parti olduğu da iyi bilinir. Marksizm-Leninizm’i kendine temel almış partimiz, bu bağlamda devrimin yapıcısı olma iddiasıyla yürüyor. 2022 yılında partimiz tüm gücüyle halen tek devrimci sınıf olan işçi sınıfı içerisinde kök salmayı başlıca görevler arasında ele  alacaktır. 3. Konferans sonrası yürüyüşümüzün ana rotası partimizi işçilere, emekçilere ve yoksullara taşımak, partiyle zafere giden yolu hazırlamak olacaktır.

Bugün 19 Şubat devrimci önderlerden Rasih Ulaş Bardakçı’nın ölümsüzleştiği gün… Konferansımızın böylesi tarihsel bir günde toplanmış olması ve Demokratik Halk İktidarını bayraklaştırması yani kendi sağından medet umma anlayışının yerine özgücüne dayalı devrimin güncelliği altında yürüdüğü ihtilalci çizginin dosta da düşmana da ilanıdır. 71 devrimci atılımının ve devrimci kopuş hamlesinin iradesini taşıyan partimizin sesinin Ulaş’tığı her yere zafer çağrısını iletiyoruz. Partiyle zafere ‘Ulaş’acağız !

Paylaşın