Şimdilerde Ulaş Abi’den “Ulaş” diye bahsetmeleri benim jenerasyonum ve daha alt jenerasyonlar için nasıl rahatsız edici bir durum. Sanki O, herkesin abisiydi; Öyle ki, Ondan yaşça büyüklerin bile abisiydi.Mücadele pratiğinde onun öğreticiliği, abiliği bizlere dayatılan eril bir tutum değil de, bizim ona biçtiğimiz bir payeydi. Buna rağmen, onun için üç günlük yoldaşı ile otuz yıllık yoldaşı arasında bir fark yoktu. Sokakta, alanlarda her zaman Dev-Lis ruhuyla en önde, omuz omuza bizimle birlikteydi ve kendi yapmadığı hiçbir şeyi yoldaşlarından istemedi.Ulaş Abi her zaman ‘öğrettiği gibi yaşayan, yaşadığı gibi öğreten’ olmuştur. Yazdığını uygulayan, uyguladığını yazan olmuştur. Böyle bir yüceliği herkes bünyesinde taşıyamazdı bizim için, bundan olsa gerek “abi” nin önemi.
Hemen belirteyim bu bir putlaştırma, tanrılaştırma değil. Öyle olsa Ulaş Abi tüm keskinliğiyle bunları sonlandırırdı. Ne var ki O, hayat pratiğiyle bizim abimiz olmuştur. Klasik abicilik, ablacılık yaftalarına maruz kalmadan nasıl mı yapmıştır bunu? Bazılarımızın üzerinde birebir emeği ile, birebir emeği geçtim tek bir cümlesiyle, o cümleyi de geçtim hiç tanımadığı birine bile, yazılarıyla, kitaplarıyla hayatı öğreten; örgütleyen bir önderdi ‘Ulaş Abi’.
Ulaş Abi Yoldaş’ı, belki de kulağa feodal gelen ‘Abi’ sıfatıyla nitelememizin sebebi, ezber bozmasından kaynaklı. Öyle ki, önce teori sonra pratik demeyen bir abi yoldaştan bahsediyoruz. Teori ile pratik arasına bir mesafe koymayan, Marksist literatürde praksis denilen kavramı son derece sadelikle, bunu hiçbir şekilde kişisel şova çevirmeden hayatının her anında içselleştiren bir… ne diyelim burada? Lider mi? Hayır… Ulaş Abiiçin çok soğuk ve duygusuz olur. Şef desek? Bu da Ulaş Abi’nin hayat pratiği için çok hiyerarşik. Yoldaş ama nasıl desem bir başka Yoldaş… Abi Yoldaş.İşte bizim için; emretmeden, aşağılamadan, kendini bizden üstüngörmeden, en zorlu koşullarda dahi mizahıyla yüz güldüren, yoldaşlarına sevgisini onların başı sıkıştığında gözü kara bir biçimde onları koruyarak gösteren bir ‘ abi’ olmayı böyle başarmıştır.
Buraya kadar anlatmak istediğim tam olarak bu yazıyla paylaştığım fotoğrafta yatıyor. 11 Haziran Gezi Direnişimiz. Yani bugünden tam 4 yıl öncesi ve en önde Ulaş Abi. İşte bu zamanlarda, denildi “Ezilen halkların direniş tarihe bir Ulaş (abi) daha yazıldı.” Parantez içini okumayın dostlar yazmazsam içim bir tuhaf oluyor.
Ulaş Abi bu direniş günlerinde -daha yazmadan- uyguladığı pratikleri bizlere gösterdi. Daha sonra bu süreci ilk kitabında “Özgürlük Sokaktadır” başlığında şöyle anlattı:
“Gezi parkı direnişini sadece bir çevre eylemi ya da ağaçların katledilmesine karşı bir tepki olarak değerlendirmek genel olarak Türkiye’de yaşananları ve yaşatılanları kavramamak anlamına gelir.
…
Halk hareketi fırtınada kabaran okyanus gibi başta İstanbul olmak üzere memleketin dört bir tarafına dalgalarını vurarak yeni bir dönemin kapılarını açtı. Öyle ki, açılan kapılardan içeri giren ışık başta hükümet olmak üzere egemenleri korkuya ve paniğe sevk etti.” s.214
Sayfaları ilerlettiğimizde Gezi direnişiyle ilgili devrimci hareket açısından da tespitleri vardı Ulaş Abi’nin:
“Gezi direnişi devrimci hareketin geneli için hem kazanılmış önemli bir mevzi hem de çok yönlü deneyimlerin çıkarılabileceği engin bir kaynaktır. Sosyalistler Gezi direnişini yaratan kitle eylemine oldukça hazırlıksız yakalandı. Sınıfla bağların yetersizliği, kadroların yetersizliği, kurumsallaşamama ve değişik sosyalist örgütler arasındaki ilişkilerin geriliği(dayanışma ve senkron yetersizliği) gibi belli başlı konulardaki durumumuz neden hazırlıksız yakalanıldığını anlamamıza yardımcı olabilir. Bütün bu yetersizliklere rağmen direnişin gerçekleşmesi ve güçlenmesinde sosyalistlerin rolü büyüktür.” s.225
Faşizm tartışmalarına son noktayı koyacak açılımı da şu şekilde yapmıştır aynı başlıkta:
“Faşist nitelendirmesi ağırlıklı olarak hükümet için yapılmaktadır. Hükümetin halka karşı faşizan uygulamalar gerçekleştirdiği ortadadır. Fakat bugün gelinen noktada yaşanan zulmün sorumlusunun bir bütün olarak patronlar sınıfı olduğunu görmek gerekiyor. Burjuvazinin son temsilcisi olarak AKP gökten zembille inmemiştir. Faşist nitelendirmesi AKP hükümeti için kullanılırken tekelci burjuvazinin ve emperyalist güçlerin aklanmasına hizmet edilmemelidir. ZULMÜN KAYNAĞI KURUTULMADAN HALKIN KURTULUŞU MÜMKÜN DEĞİLDİR.”
Halk örgütlenmesinin, demokratik halk devrimine giden yolda temel görevlerini yazdığı maddelerden birkaçı ise şöyle:
-“Tüm halk; işyerlerinde, fabrikalarda, mahallelerde, okullarda vb. özyönetim kurulları olarak örgütlenmeli ve doğrudan demokrasi uygulamasının etkin olması için mücadele vermelidir.
-Halkın özsavunma araçları örgütlenmelidir. Tüm halk; hukuksuzluğa, zulme, faşist saldırılara karşı meşru müdafaa hakkını kullanmak için bu örgütlenmeye dahil olmalıdır…
-Halk kurullarının işleyiş yöntemi, azınlığın çoğunluğa tabi olduğu, fakat azınlık fikirlerinin her zaman kendini örgütleme ve fikirlerini yayma özgürlüğünün olduğunu bir demokrasi şeklinde işlemelidir…
-Direniş kendi komün örgütlenmesi modellerini geliştirmeli, örnek yaşam biçimlerini hayata geçirmelidir.” s.231 s.232
16 Temmuz 2013
Edirne F Tipi Hapishanesi
Ulaş Abi’nin derdi Gezi’nin sosyalistler açısından bir özeleştirisini yapmaktı. Direniş boyunca nelerin yanlış yapıldığının, eksikliklerimizin neler olduğunun tespitini yapmaktı. O, bir devrimciydi. O, devrimin mümkün olduğunu bilen, bunun yol ve yöntemleri üzerine kafa yoran bir devrimciydi. Onun için devrimcilik, günün kurtarıldığı bir uğraş, gençlik hevesiyle bir dönem uğraşılan geçici bir heves değildi. O, her zaman için bir adım daha ilerisini, bir hamle daha ötesini istedi, düşledi ve bunun için mücadele etti.
Buraya kadar 11 Haziran’ın muhtevasını anlamış olduğumuzu varsayarak benim bunları yazma ihtiyacımı anlatayım birazda.
Yıllar sonra Gezi’nin yıldönümü için bir araya gelmemiz bile bizim tutuklanmamıza sebep oluyorsa, yukarıda Ulaş Abi’den alıntıladığım “başta hükümet olmak üzere egemenleri korkuya ve paniğe sevk etti,” tahlilinin ne kadar isabetli olduğununsomut bir sağlamasıdır. Hükümetin, üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen hala “Gezi” kelimesinden korkması, faşizmi kurumsallaştırdığı bugün dahisosyalistlere saldırılarını arttırması tesadüf değildir. O dönem milyonların günlerce sokağı zapt etmesi yenir yutulur cinsten değil onlarda haklı. Eh o zamanlar boşuna demedik tabi “Ferman devletin, Taksim bizimdir!” diye. Korkmaları bundandır.
Tahmin edileceği gibi, Ulaş Abi sadece Gezi direnişinde önde olmadı. Gezi’nin özeleştirisiyle hareket ettiği Rojava topraklarında da hep en önde oldu. “Önder” vasfını kabullenmezdi belki ama bugün koyduğu teorik aktarımı ve yaşam pratiği barikatta, sokakta, cephede hep en önde oluşu tartışmasız onu önder yapmıştır. Onu önder yapan, kısa sürede yazdığı kitaplardır. Onu önder yapan sözü ve eylemidir. Onu önder yapan özgürlüğün gücüne olan inancı, göğü fethe bu kadar erken zamanda çıkışıdır.
Ve bizler şimdi acıdan lal olsak da, 9 Mayıs’tan bu yana artık boşa geçirecek, kaybedecek bir vaktimiz yok. Ulaş abinin düşünde birleşmekten ve onu zafere ulaştırmaktan başka bir amacımız yok!
Gezi süreciyle ilgili olan “Destan-ı Haziran” bestemizdeki dilimize pelesenk olan şu dizelerle bitireceğim sözlerimi.
“Bizde barikatlar, dekor diye kurulmaz, kavgadan kaçanları tarih asla unutmaz!”
