Tutsak Komünarlar, Orhan Yılmazkaya ve Dar Azza direnişçileri ‘Dörtler’ için ölümsüzleşmelerinin yıldönümünde mesaj ve şiirlerini gazetemize ilettiler.
Tutsak Komünarların mesajı şu şekilde;
” Yoldaşlar, dostlar,
Şehadetinin 9. yılını geride bıraktığımız Orhan Yılmazkaya yoldaşımızı ve 27 Nisan 2017 tarihinde İdlib’in kuzeyinde Dar Azza bölgesinde sınırı geçmek isterken faşist TC ordu güçleri ve beslemesi ÖSO-El Nusra çetelerinin pususunda çatışarak şehit düşen Özge Bali (İdil Güler) Asiye özahlan (Zahide Roza Suk) Cenk Kılagöz (Cömert Nazif Efe) ve Yusuf Baş Akay (Cihan Efe) yoldaşlarımızı anıyoruz.
Orhan Yılmazkaya Devrimci Karargah Merkez Komuta grubunun bir üyesiydi. 27 Nisan 2009 tarihinde İstanbul Bostancı’da bir evde devletin silahlı kolluk güçlerinin baskınına karşı devrimci savaş mevzisini kurarak Kızıldere’den Mart ayının kızıllığına, Denizlere, İbrahimlere, Agitlere; 90’larda Türkiye ve Kürdistan devrimini yaşatmak adına Kürdistan topraklarında ölümsüzleşen Meryem Güler ve Rıza Satılmışlara; İstanbul Borsası sabotaj eylemlerinde şehit düşen Bülent Ramazan Onganlara… Teslim olmayan bir feda devrimci kuşağının meşalesini yeniden yakarak, katiller sürüsüne karşı 6 saat süren çatışmanın sonunda ölümü Bedrettinvari sakin, vakurca karşılayarak şehit düşmüştü.
Sisifus yılmazlığıyla her geri düşüşünde yeniden yükseltilen devrim bayrağı bu kez komutan Orhan Yılmazkaya’nın elindeydi. İrade, her zorluğu aşmaya and içmiş bir devrimciyi, devrimiyle geliştiren bir özelliktir. Diz çökmemektir engellerin önünde. Nerede yaşanıyorsa yaşansın gerçekçi olunduğunda imkansızlıkların aşılabileceğine olan inancı taşımaktır; hayatın en imkansız yerinden gülümsemektir; yılgınlığa kapılmadan denemeye devam etmektir, bıkmadan usanmadan. Ama her seferinde daha iyisini yapabilme becerisini sergileme gayretidir aynı zamanda. Orhan yoldaşın güçlü iradesiyle kişiliğinde öne çıkan hususlardan bir kaçıdır bunlar. Devrimci karargahın öncesindeki toparlanma çabalarında, hem Kürdistan dağlarındaki pratik olgunlukta, hem de şehre döndükten sonraki imkansızlıklarda “olmaz”ın teorisine karşı net tavrın devrimci duruştan zerre taviz vermeden sergilemiş, olmaz denilenleri gerçekleştirmiştir.
Her tarihsel duruş kendine özgü renkler taşır “an” içerisinde. Parmak izleri gibi eşsizdirler. Hayatı sarsacak kadar büyüktür etkileri. Ona tarihsel niteliğini kazandıran da eşsiz oluşu ve yarattığı etkinin büyüklüğüdür.
Fakat tarihten bağımsız bir şekilde “anı” ele almak tarihe karşı haksızlık olabileceği gibi, eksiklikler ve yenilgiler de taşır kendi içinde. Çünkü “an”, tarihe bağlıdır; geçmişin birikimini artısıyla etkisiyle ruhunda yaşatır. Aslında tarihin yoğunlaştığı momenttir yaşanan ve yaşatılan. Benzerlerinin izlerini; “ana” damgasını vuran irade, ilhamını tarihten almıştır. Ölüme yürüyen devrimcilerin son sözleri kadar tarihe iz bırakan; devrimci eylemlerin, direnişlerin değeri büyüktür. Devrimcilerin bu son sözlerinde zalime boyun eğme, bayağılık, yalan, hesap kitap yoktur. O son sözlerde devrim mücadelesinin bütün anlamı yüklüdür. Bu uğurda ölüme yürüyen bütün devrimci yoldaşlar gibi, Orhan yoldaş da son sözleri ile düşmana devrimci ruhun anlamını haykırmıştır. Belirli bir zaman dilimine sığdırılmış değil, yaşama içerilmiş mücadelenin yeniden adı ve yol açıcısı olmuştur. Devrimciliği sadece devrimci düşünceler silsilesi olarak değil, eylemin bizzat kendisi olduğunu, devrimci eylemi ve araç olmaktan öte aynı zamanda özneyi devrimci pratiğe bağlayan niteliğini yeniden göstermiştir.
27 Nisan 2009 ve direnişin mimarı, işçisi, savaşçısı, komutanı olan Orhan Yılmazkaya yoldaş’ın yaşamı, kişiliği, mücadelesi bu bütünlük içinde değerlendirilebilir. Eylemi tarihsel duruşun “ana” iz düşümüdür. Aynı zamanda Türkiye devrimci hareketine, işçi sınıfı ve emekçileri, ezilenlere bu “gösteri toplumunun” nasıl dinamikleneceğinin esinleyici mütevazi bir adımla gösterilmesidir.
Hareketin oluşturulmasında birinci dereceden rol oynayan Orhan yoldaşımız, çizginin pratikleştirilmesinde de en önde görev aldı. “Ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız” şiarıyla savaşkan sosyalizmin çizgisine devrimci bir direniş merkezi olan Kürt özgürlük çizgisiyle yoldaşlaştırmak; Kürdistan ve Türkiye devrimlerinin yoldaşlık bağını geliştirmek için “nefes alıp veren, canlı bir sosyalizmdir yaşanan” diye tarif ettiği Özgür Kürdistan dağlarında Kürt özgürlük savaşçılarıyla en derin yoldaşlık ilişkilerini geliştirdi.
Bugün, bu bilinç, irade ve adanmışlık Orhan Yılmazkaya’nın açtığı yoldan ilerleyerek DKP/BÖG daha da güçlenmektedir.
Altı yıl önce; 27 Nisan 2017 tarihinde idlibin kuzeyinde Dar Azza bölgesinden Türkiye’ye geçiş yaparken faşist TC ordusunun ve beslemesi ÖSO-El Nusra çetelerinin pususunda Meryem Güler müfrezesine bağlı komutan İdil Güler, Zahide Roza Suk, Cihan Efe yoldaşlarımız uzun süren çatışmanın sonunda şehit düşler. Bu çatışmada birçok çeteci öldürülmüş ve düşen yoldaşlarının yanında cephanesi bitene kadar düşmana kan kusturan Cömert yoldaşımız teslim olmaktansa son mermisini kendine ayırarak ölümsüzleşmiştir.
Onlar, Rojava’da birçok savaş cephesinde; enternasyonel özgürlük taburu saflarında Siluk cephesinde ve Minbiç’te, Mahir Arpaçay taburu içerisinde cerablus hattında, DKP/BÖG operasyon takımı olarak birçok cephede savaştılar.
Onlar, şehitlerimizden devraldıkları Kızıl Bayrağı, Meriç’ten Dicle’ye taşımanın gururunu yaşadılar. Onlar, Kürt halkının yanında enternasyonel dayanışmadan da öte kan kardeşliğin, yoldaşlığın, kürdistani omuzdaşlığın adı ordular. Onlar, Rojava’nın savaşkan mevzilerinde yerini alıp Yılmazkayacı pratiği ve savaştan sosyalizmi Türkiye sahasında yeniden yükseltmek için çıktıkları yolda teslim olmayan bir feda devrimci kuşağın daha iyi olarak son mermilerine kadar çalışarak ölümsüzleştiler.
27 Nisan 2009’da Bostancı’da yakılan ışık, 27 Nisan 2017’de Dar Azza’da şehitleriyle meşale’ye dönüşmüştür. Onlar rojava’da şehit düşen Eylem’in, Aziz’in, Mahir’in, Bedrettin’in, Muzaffer’in; şehit siper yoldaşlarının, DKP/BÖG ve enternasyonal devrimcilerin bayraklarını onurluca taşıyıp geride kalan yoldaşlarını devrettiler.
Emperyalistlerin, sömürgeci, işgalci güçlerin, TC / Akp-Mhp faşizminin ve yerel işbirlikçi çetelerin Rojava ya dönük devrimi yok etme hamleleri, sadece Kürt devriminin sorumluluğu olmadığı birinciyle ezilen hakların kurtuluşu için hareket eden enternasyonal devrimciler ve Türkiye’li devrimciler, dayanışmanın da ötesinde Kürt özgürlük savaşçılarıyla yoldaşlaşarak mevzi savaşının uluslararası karşı devrime ve yerel işbirlikçi çetelere karşı büyütülmesi inancıyla kuzeyden güneye, batıdan Kürdistan’a akacak olan Türkiye ve Kürdistan devriminin ağlarını örüyorlar.
Burada yıldızlaşan yüzlerce yoldaşımız, proleteryanın ve ezilen halkların iradi gücünü oluşturarak Mezopotamya ve Anadolu tarihi direniş dinamiklerinin onurlu mirasını taşıyan, geçmişten geleceğe uzanan birer kızıl meşale oldular.
Bu meşaleyi aynı inançla zafere dek taşıyıp, savaşkan mevzilerimizi daha da büyüteceğimizin sözünü iletiyoruz. Orhan yılmazkaya ve Der Azza şehitleri şahsında devrim mücadelemizde yitirdiğimiz tüm devrim şehitlerine saygı ve minnetle anıyoruz. Onlar yolumuzu aydınlatmaya, kararlılıklarıyla bizlere rehber olmaya devam edecekler.
Komutan Orhan Yılmazkaya ölümsüzdür!
Yaşasın Bostancı direnişimiz!
Dar Azza şehitleri ölümsüzdür!
Yaşasın Kürdistan ve Türkiye devriminin yoldaşlığı!
27 Nisan Sabahı
Mesele ölmek değildi;
Bedrettin gibi ipta,
Serez’de çiseleyen yağmurun altında
Ağaca asılıydı bedeni.
Kılıçtan geçirilen Paris’li Komünarardan biriydi.
İbo’yu hatırladı kurşunlarla parçalanırken bedeni.
Denizlerle beraber idam sehpasına yürüyordu.
Ölüm oruçlarında kızıl bandı alnına takan
Sıra neferiydi.
Bombasının fitilini çekerken
Zilan gibi gülümsedi özgürlük düşlerine.
Karayılan gibi cephede,
Mahir gibi son sözünde,
Kişisel kurtuluşun yerine halkların ufkuna
Büyütmeyi seçti.
(…)
O,
Özel bir halkayla taşlandırdı.
Tarihteki devamlılık zincirini…
Kızıl alevler saçan namlunun ucundan,
Bir destan daha kazınacaktı bu topraklara
Güneş henüz yeni almış nöbeti geceden.
Ama bir yıldız vardı ki,
Parlamak da ısrarcıydı hala o sabah.
Işığını söndürmek üzere
Yüklendikçe yüklendi karanlık…
Direndikçe ışığında da yıldız…
Nakış gibi işledi aydınlığını.
Gökyüzü boşluğunda kaybolmamak üzere,
Tarih yeniden tanık oldu
Bir devrimcinin direnişine…
Düşman ise şaşkın; kendini yiyen içten içe tükenen
Çaresizlik içinde debelenmekte.
Acınası haline son vermek istiyor,
kuşatmayı yoğunlaştırıyor.
Bir yandan da korkuyor düşman
İçine düştüğü yangının büyümesinden
ve o an çıldıran,
İsyan eden,
Çırpınan yüreklerimize
Yetişiyor Orhan yoldaş’ın sesi
Kararlı ve kendinden emin seslenişi:
“Türkiye devrimci hareketinin ve Kürt özgürlük hareketinin temsilcileri olarak teslim olmayan bir feda devrimci kuşağının layığı olmaya çalışacağım ismim Orhan Yılmazkaya. Devrimci karargah savaşçısıyım. Türk ve Kürt haklarının mücadele birliği için savaşıyoruz. İşçilerin emekçilerin mücadele birliği için savaşıyoruz. Emperyalizime karşı, faşizme karşı, siyonizm’e karşı savaşıyoruz.
Yaşasın devrim ve sosyalizm!
Yaşasın halkların kardeşliği!
Yaşasın Türk ve Kürt halklarının mücadele birliği!
Biz düşeceğiz fakat bizden sonra bu kavga mutlaka sürecek. Nasıl binlerce yıldan beri sürdüğü gibi. Tomas münserlerden, şeyh bedrettin’lerden beri sürdüğü gibi. Mahir çayanlardan, İbrahim kaypakkayalar’dan, Deniz gezmişlerden beri sürdüğü gibi…”
Yeniden ayağa kalktı devrimci yürekler
Ve coştu.
Destanlara yakışan direnişin yanında
Saf tuttu… “