Almanya’daki Kürdistan ve Türkiye kökenli devrimci-demokrat göçmen örgütlerinin
tarihi hayli eskilere, daha doğrusu işçi göçünün başladığı ilk yıllara dayanmaktadır. Yani büyük
bir deneyim birikiminden bahsedebiliriz. Ancak, Almanya ve Türkiye arasında imzalanan »İşçi
Mübadele Antlaşmasının« 57’inci yılında şöyle bir etrafımıza baktığımızda, devrimci-demokratik
örgütlenmeler açısından durumun öyle hiç de iç açıcı olmadığını görebiliriz. Dahası göç
politikalarının koskoca bir kıtanın siyasî arenasını belirlediği bir ortamda, tüm o iddialı laflara
rağmen, devrimci-demokratik örgütlenmelerin esamesi dahi okunmamaktadır. Neden?
Yanlış anlaşılmamak için baştan vurgulayalım: »esamesi okunmuyor«dan kastımız
Alman veya Türk devletleri nezdinde »kabul görmek« değil, siyasete ve kamuoyu görüşünün
oluşmasına doğrudan müdahale etme yetisinin olmamasıdır. Zaten Alman ve Türk devletlerinin
partner olarak kabul ettiği yeterince proje mafyası bulunmaktadır, »kabul görmek« o nedenle
devrimci-demokratik örgütlenmelerin derdi olmamalıdır. Ama bu gerçek de, meydanın proje
mafyasına bırakılması sonucuna yol açmamalıdır.
Almanya’da yerleşik olan Kürdistan ve Türkiye kökenli göçmen kitle içerisinde hiç
küçümsenemeyecek bir devrimci-demokrat potansiyel olduğunu söylersek, abartmış olmayız.
Eğer bu potansiyel büyük oranda atıl kalıyorsa, bunun sorumlusu elbette devrimci-demokratik
örgütlenmelerdir. Yeri geldiğinde yüzlerce dernek ve kurumdan bahsediyor, ama örneğin
yürürlükteki anayasaya aykırı olan bayrak ve sembol yasaklarına karşı hiç, ama hiç bir şey
yapamıyorsak, oturup düşünmemiz gerekmez mi?
Kimileri bir örgütlenmenin başarısını devletten ne kadar proje bütçesi alabildiği, devletin
düzenlediği »İslam Konferansı« gibi toplantılara davet edilmesi, dernek binalarının kendilerine
ait olması ve yöneticilerinin farklı devlet kurumlarında, parlamentolarda veya parti yönetim
kurullarında temsil edilmesi ile ölçüyor. Peki, milyonlarca Euro proje ödeneği alan, örneğin
televizyon üst kurullarında veya Federal Parlamentoda koltuğa sahip olan, yeri geldiğinde
»binlerce üyesi« olduğunu söyleyip, »Demokratik Güç Birliği Platformunun« siyasî söylemini
belirleme hakkını gören örgütlenmeler, sisteme entegre olmaktan ve ırkçı göçmen
politikalarının yeniden üretilmesine katkı sunmaktan başka ne yapabiliyorlar?
Hadi onları kaale almayalım, peki büyük umutlarla kurulan ve iddialı »özgürlük,
demokrasi ve barış« söylemlerini dilinden düşürmeyen HDK-Avrupa ne yapıyor? İleri hamle,
yani her yerde ortaklaşmayı örgütlemek yerine, geri hamleler atıyor ve organik müttefikleri olan
Avrupalı devrimci-demokratik hareketlerin gündeminden kopuk hareket ediyor.
Okumuşsunuzdur, HDK-A 1. Olağan Kongresi 1-2 Aralık’ta Frankfurt’ta yapılacak. HDK-A’nın en
önemli müttefiki olması gereken Alman barış hareketinin Kassel’de geleneksel yıllık toplantısını
yaptığı aynı günlerde!
Hem »faşizme, ırkçılığa ve savaşa karşı birlikte mücadele« diyeceğiz, hem de birlikte
mücadele edeceğimiz hareketlerin ajandalarından bihaber olacak, aktivistlerimizi kendi
kendimize ajitasyon çekmekten ileri gitmeyen toplantılara tıkacağız. E hâl böyle olursa, meydanı
proje mafyası doldurmayacak da, kim dolduracak a dostlar?
