Bir Filistin filminden beklentimiz nedir, ne görmeyi umarız o filmde?
Taş atan çocuklar mı? Kendi ülkesinde seyahat edemeyen, yakınlarını görmeye sınırları geçerek gidebilen ya da gidemeyen insanlar mı? İsrail askerinin öldürdüğü çocuğunun başında ağlayarak dövünen bir anne mi? Ev baskını, aramaları ve yıkımları mı? Bombalara, tanklara ve köşe silahlarına karşı sapanlar mı? Vaadedilmiş toprakların yerleşimcileri ve yerlerinden edilen ev sahipleri mi?
Evet, sanırım hemen hemen aklımıza böyle şeyler geliyor, yani gerçekler.
Savaşı tüm gerçekliğiyle izliyoruz zaten iki ayı aşkın bir süredir, Gazze direniyor. Tam 80 gün oldu, Filistin kanıyor. 20.000’in üzerinde şimdilik ve İsrail kana doymuyor. Uzun bir geçmişe sahip olan bu savaşın yaşattıklarını, oradaki vahşeti nasıl anlatabilirim? Ne diyebilirim ki? İnsanlar ölüyor, bombalardan, roketlerden, mermilerden, gazlardan, ilaç yokluğundan, kan kaybından, hastanede, evde, sığınakta, sevdiklerinin kollarında ölüyorlar. Tüm dünyanın gözleri önünde yaşanan bir katliam bu, soykırım. Hangi film anlatabilir bunları? Film anlatsa dahi ben yorumlayabilir miyim? Üstelik savaş tüm acımasızlığıyla sürerken, bu ne cüret değil mi, kendime?
Bu yüzden belki Filistin’e farklı farklı açılardan bakmak ve bu parçaların kafamızda bir Filistin olarak birleşmesine müsaade etmek daha münasip olabilir. İşte size önereceğim film Filistin’e başka bir açıdan bakmayı başarabilen Filistinli bir yönetmenin filmi olacak. Dünyanın dörtbir yanından Filistin ve Rojava için yükselen sessizliğe ya da çare olmaktan uzak kakofoniye karşı derdini kelimelere ihtiyaç duymadan anlatabilen bir yönetmen. İsrail’in işgali altında olan Filistin topraklarındaki sorunları mizahi bir üslup ile ele alan söz konusu yönetmen Elia Suleiman ve filmi ise 2019 yapımı Burası Cennet Olmalı (It Must Be Heaven).
Yönetmen Elia Suleiman aynı zamanda filmin senaristi ve başrol oyuncusu. Burası Cennet Olmalı, başkarakter ES’in memleketi olan Filistin’den kaçtıkça ona yakalanmasını konu ediniyor. Filmin başından sonuna “Neresi cennet?” sorusunu soran ve sorduran yönetmen Elia Suleiman’ın alter egosu (alternatif benliği) olan ES, Filistin’den (belki de cennetinden) çıkıp cenneti arıyor.
Kimlik, aidiyet, ulus, vatandaşlık gibi kavramların sorgulandığı film, peygamber İsa’nın memleketi olarak bilinen Nasıra’da yapılan bir ayin ile başlar. Bu sahneden itibaren “kendilerine açılmayan kapıları” şiddet yoluyla açmak veyahut açtırmak zorunda kalan Filistinliler ile karşılarız. ES, bahçesindeki limon ağaçlarına dalan, evinin duvarına işeyen (yüksek ihtimalle İsrail’i temsil etmekte olan) komşularından sıkılır ve kendisine başka bir vatan aramak ve çekmek istediği filme yapım şirketi bulmak için yola çıkar. Önce Paris ve oradan da New York’a giden ES, buralarda Filistin’in dünyadaki yeri ile ve dünyanın Filistinliliğiyle tekrar tekrar yüzleşir. Batı şehirlerini iki farklı yüzüyle gösterir film. Bizim için Komün’ün, kimileri için “aşkın ve güzelliğin” ve genel olarak ise modanın şehri olarak bilinen Paris, bir yandan bir kafede oturmuş olan doğulu ES’in hayranlıkla bakan gözünden manken gibi kadınların sokakları arşınladığı görkemli bir defile olarakgösterilirken, fondaNina Simone’unsesinden I Put A Spell On You çalar, diğer taraftan Notre Dame, Louvre müzesi, Seine nehri ve sokaklarının ıssızlığı ile gösterilirken ise yalnızlığını dinleriz şehrin. Sandalye kapmaca metaforunun işlendiği sahne ile kapitalizmin insanlara sirayet etmiş bireyci kültürü gözler önüne serilir filmde.
Yönetmen Elia Suleiman, filmde tüm dünyanın aslında biraz Filistin olduğunu anlatır. Zaten kendisi bu filmi için şöyle demiştir: “Eğer bir önceki filmimde Filistin dünyanın bir mikrokozmosu olarak görülürse, yeni filmimin dünyayı Filistin’in bir mikrokozmosu olarak temsil etmeyi denediğini söyleyebilirim.”
Elia Suleiman film boyunca mülkiyet, güvenlik gibi sorunların yalnızca Filistin’de olmadığını yer yer absürt olacak şekilde sunar. Batı şehirlerinde durup dururken ortaya çıkan tanklar ile, ortada halihazırda bir savaş durumu yokken kalaşnikof taşıyan insanlarla, taksiden inen çekirdek bir ailenin bagajdan valizleri yerine RPG çıkarmaları ile sembolik olarak şiddetin yalnızca Filistin’e ve Filistinlilere ait olmadığına, aslında herkesin bir şekilde silahlı olduğuna işaret eder. Belki de Amerika’daki bireysel silahlanmanın geldiği noktayı gösterdiği bu sahnelerle “ilk kurşunu siz sıktınız mösyö Batı” demektedir, kim bilir. ES’in gözünden her yerde polisleri, askerleri, tankları ile insanları denetleyen, kontrol ve baskı altında tutan otoriter devletleri izleriz. Oryantalist bakış açısının yalnızca Doğu’ya atfettiği terör, şiddete meyyal, bencil, kamu düzenini bozan vs. davranışların her toplumda olabileceğini hem kendi memleketinden hem de Batı’dan örneklerle gösterir.
Elia Suleiman filmde patriyarkal ilişkiler çerçevesinde kadının ezilmişliğini Ortadoğu’dan, kadın üzerindeki devlet şiddetini yoldan, kapitalist emek sömürüsünü ise Batı’dan birer temsil ile işler. Ortadoğu’daki, bir cafe/barda erkek kardeşleri ile oturan kadındır. Erkek kardeşleri kadının yemeğine onlardan habersiz şarap koyulduğu için mekan sahibini suçlar ve aynı anda kendileri ikiyüzlü bir şekilde içki kadehlerini kaldırıyorlardır. Mekan sahibi onlara bir şişe içki ısmarlayıp hesabı kapatınca ise sorun ortadan kalkar. Yoldaki temsilde, önde iki askerin şakalaşarak gittikleri bir arabanın arka koltuğunda gözleri bağlı, kaçırılan bir kadın vardır. Batı’daki ise ES’in Paris’te kaldığı evin karşısındaki mağazada sıfır beden cansız mankenlere giydirilmiş kıyafetlerin tozunu alan -muhtemelen onları hicbir zaman giyemeyecek olan- temizlik işçisi bir kadındır. Temizlik işçisi için kilolu bir oyuncu seçilmiş olması, bu sekansın sadece sınıf mücadelesi ile değil, aynı zamanda kadınlar üzerindeki güzellik ölçüleri, estetik manipülasyonlar vs. aracılığıyla sürdürülen toplumsal baskı ile ilgili olduğunu gösteriyor.
Feminist mücadelenin bir parçası olan Femen aktivistlerine benzeyen, sırtına melek kanatları takmış bir kadının çıplak bedenini Filistin bayrağına boyayarak yaptığı eylem ve ardından polisler ile yaşadığı kovalamaca ise erkek-devletin kadın bedeni üzerindeki tahakkümüne bir gönderme olduğunu düşündürmekle birlikte Filistin’e yapılan dörtbir yandan saldırıları simgeler.
Sovyet film yapımcısı Lev Kuleşov’un Kuleşov etkisi olarak bilinen tekniğini iyi bir şekilde kullanarak, kendisine ifadesiz bir surat takınarak anlam atfetmeyi seyirciye bırakır Elia Suleiman çoğu zaman. Zira ES film boyunca gülmez, ağlamaz ve neredeyse hiç konuşmaz. ES’in tek repliği New York’taki taksicinin nereden geldiğini sorması üzerine verdiği yanıttır: “Nasıra/Filistin”. Taksici daha sonra Filistin mücadelesine sempati duyduğunu göstermeye çalışır, ancak Yaser Arafat’ın adını dahi yanlış bilmektedir, Karafat demektedir ona. Repliği sınırlı olan film daha çok derdini görsel imgeler, metaforlar üzerinden anlatır. Hafif, ölçülü mizahı ile film adeta “tüm bunlar kötü bir şaka olmalı” diyor dünyaya. Misal şöyle bir diyalog var filmde;
– Seni yakın arkadaşım Elia Süleiman’la tanıştırayım. Kendisi Filistinli bir filmci.
– Memnun oldum.
– Ama komik filmler çekiyor. Şu anda Ortadoğu’da barış hakkında bir komedi üzerinde çalışıyor.
– Bu bile komik.
Filmin sonunda ES memleketine geri döner. Zaten kim kaçabilir kendinden?
Filmi izlerken hep Gülten Akın’ın Başka Yaşama şiiri döndü durdu kafamda.
Durdu rüzgârda sallanması
Durdu damarlarınızda kan
Çektiler karanlığa varlığınızı
İttiler aydınlık aşktan
Sizi sevdiğiniz havalara götürdüm
Bir yanınızı buldum usulca dokundum
Eğilip söyledim ben size, söyledim
Böyle bırakmayın kendinizi
Kaçtıkça kendinizden kendinizden
Dışarıya adandıkça
Çoğaldı güçsüzlüğünüz
Tutmadı kıskançlık sokaklardaki
Odalarda sevgi tutmadı
Yoksul ölümlere öldünüz
Ağaçtan maviden denizden uçar
Kendinden uçamaz kuş
Tutunmak ne yeryüzüne aşka
Ölümden korkmak ne
Başka yaşamalar var ucunda
Daha bir aydınlık bir kurtulmuş
Filmin son sahnesinde, bir barda gençler Yuri Mrakadi’nin Arabiyun Ene şarkısı eşliğinde dans ediyorlardır. Elia Suleiman, filmi umutlu bir şekilde bitirmektedir zira filmin sınırlı sözlerinden biri şudur; ”Biz göremeyeceğiz ama Filistin yaşayacak”.
