Kuruluşunu 1 eylül 2015 tarihinde ilan eden Birleşik Devrimci Parti, 2-3 Aralık 2017 tarihinde 1. Olağanüstü Konferansını tamamlayarak yetkili organlarının seçimlerini yapmıştı. Kongre ardından yayınlanan sonuç metninde, ülkede ve bölgede meydana gelen olağanüstü gelişmeler, emperyalist güçler arasındaki çatışmalar, Kürt halkı üzerindeki baskı ve imha politikaları ile neo-liberal düzenin yarattığı çözümsüzlük gibi başlıklar ele alındı.
1. Olağanüstü Konferans ardından yayınlanan sonuç metnini paylaşıyoruz:
DEVRİMCİ PARTİ OLAĞANÜSTÜ KONFERANS SONUÇ METNİ
Partimizin olağanüstü kongresi başarıyla gerçekleşmiştir. Konferans ve kongre sonucunda yeni parti meclisimiz oluşturulmuş, PM yaptığı ilk toplantıyla MYK’nın seçimini yaparak, politik faaliyetin kesintisiz şekilde yürütüleceği zemini ortaya çıkarmıştır.
Olağanüstü kongremiz kelimenin gerçek anlamında olağanüstü bir süreçte toplanmıştır. Ülkenin içerisinden geçtiği olağanüstü dönem kendisini zorun belirleyici olduğu bir politik atmosfer olarak dayatırken, devletin zorundan partimizde fazlasıyla payını almış, tutuklamalar, gözaltılar ve adli kısıtlamalar altında kongresini toplamıştır. Kongremiz iki yıllık sürecin örgütsel ve politik eleştiri ve özeleştirisi üzerinden şekillenmiş yürütülen tartışmalar bu özeleştirel durumu çözümü üzerine yoğunlaşmıştır.
1
Konferansımız ülkede ve bölgede gerçekleşmekte olan olayların bir bütün olarak emperyalizmin içerisinden geçtiği süreçle bağlantısını önemle vurgulamıştır. Emperyalist-Kapitalist dünyanın bir yeniden paylaşım sürecinden geçtiğini bu yönden paylaşım sürecinin emperyalist-kapitalist bir krizle beraber ilerlediğini saptamış bu bağlamda sosyal ve siyasal gelişmelerin paylaşım süreci ve krizin etkisinde ele alınması gerektiğini vurgulamıştır. Lenin’in vurguladığı şekilde yeni gelişen güçlerin dünyanın yeniden paylaşım zorlaması emperyalist güçler arasında bir paylaşım mücadelesine yol açmıştır. Bu bağlamda küresel ölçekte bir tarafta Çin ve Rusya’nın başını çektiği yeni güçlerle öte tarafta ABD ve Avrupa emperyalizminin öncülük ettiği güçler arasında enerji ve hammadde kaynaklarının paylaşılması ve özellikle petrol, doğalgaz geçiş yolları ve büyük ticaret yolarının denetimi üzerine sert ve amansız bir çatışma yaşanmaktadır. Büyük ölçekler arasında ki çatışma silahların yarattığı dehşet dengesinin gölgesi altında yürürken, birbirleriyle açık çatışmaya girmekten bu nedenle çekinen güçlerin bölgesel vekalet savaşlarına tanıklık edilmektedir. Bu nedenle emperyalist güçler arasında ki paylaşım mücadelesi, sömürge ve yarı sömürge ülkelere kanlı darbeler, iç savaşlar ve katliamlar olarak yansımaktadır. Bu sürecin en sıcak geçtiği coğrafya, kan gölüne dönüştürülen Ortadoğu Coğrafyası ve Afrika olmuştur. Bugün Ortadoğu’da yaşanmakta olan tüm gelişmelerin arka planında emperyal güçler, enerji havzaları, enerjinin oluşumunu sağlayacak geçiş yolları ve ticaret yolları üzerindeki denetim kavgası durmaktadır. Yaşanmakta olan emperyalistler arası paylaşım mücadelesinde emperyalist güçlerin bu mücadele ekseninde bölgesel yer edinme kavgasıdır.
Emperyalistler arası çatışma Ortadoğu ve Afrika’nın ezilen halklarına emperyalist tahakkümü kıracak verili statükoyu dağıtarak, özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini yükseltecekleri imkanları da sunmaktadır. Rojava’da, Kuzey Suriye coğrafyasında Kürt halkını otaya koyduğu mücadele bu söylenenin açık ispatıdır.
Konferansımız Rojava’da IŞİD barbarlığına karşı savaşan Kürt Halkını ve onlarla omuz omuza dövüşen Enternasyonalist güçleri ve savaşçıları saygıyla selamlar, onlar ezilen halklara ve dünya işçi sınıfına umut ışığı olmuşlardır.
2
Emperyalist-Kapitalist sistemin 70’lerde başlayan ve kâr marjlarında ki düşme eğilimi olarak tarif edilen büyük ekonomik krizi derinleşerek devam etmektedir. Kapitalizmin krizi aşmak adına geliştirdiği temelde işçi sınıfına karşı amansız bir saldırıda oluşan neo-liberal politikalar krizi çözmek bir yana küresel ölçekte işçi sınıfı ve ezilen halkların üzerinde ağır bir yıkımın oluşmasına yol açmış küresel ölçekte büyük göç hareketlerine ve dini temelde radikal hareketlerin güçlenmesine sebep olmuştur. Batıda sınıf düşmanı siyasetin uygulayıcısı ve neo-liberal politikaların taşıyıcısı sosyal-demokrat parti ve hükümetlerin sermayeyle işbirlikçi pozisyonları deşifre olmuş, marksizmin yaşadığı hegomonya bunalımından çıkamadığı sürece işsizliğin ve yoksulluğun cenderesi içine giren işçi ve yoksul kitleler, faşist partilerin, sağ popülist önderleri arkasına mevzilenmiştir.
Aynı durum Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkelerde neo-liberalizmin taşıyıcısı seküler görünümlü totoriter hükümetlerin hızla prestij kaybetmesine, İslamcı radikalizmin güç kazanmasına yol açmıştır. Kapitalizm kendi yıkımını durdurmak adına bütün dünyayı savaşlar, iç savaşlar ve katliamlarla, doğal, sosyal, ve ekonomik yıkıma sürüklerken, insanlığın kurtuluşunun sosyalizmde ve yaşanmakta olan yıkımın cevabının Marksist-Leninist teoride olduğu gerçeği bütün çıplaklığı ile bir kez daha ortaya çıkmıştır. İçinden geçtiğimiz yüzyıl işçi sınıfının sosyalizm mücadelesinin ve ezilen halkların özgürlük mücadelesinin yükseleceği bir dönem olacaktır. Konferansımız yeni yüzyılın başında 20.yy’a damgasını vuran büyük Ekim Devrimini saygıyla anarken, işçi sınıfına ve Marksist-Leninist teoriye olan bağlılığını vurgular.
3
Ülkede yaşanmakta olan süreç bu küresel gelişmeler ışığında ele alınmış ve tartışılmıştır. Bu bağlamda faşizmin ülkeyi sürüklediği sürecin bir çıkışsızlık ifade ettiği tespiti yapılmış kör ve karanlık gidişatın ancak işçi sınıfı ve ezilen halkların ortak mücadelesiyle durdurulabileceği vurgulanmıştır.
Saray Türk-Sünni, erkek bir düzen inşa etmeye soyunurken, Kürt halkını, kadınları, Müslüman olmayan halkları, Alevileri düşman ilan etmiş politik ve ideolojik bir saldırıyla yüz yüze bırakmıştır. İşçi sınıfına karşı sermayenin kayıtsız sözcüsü olan neo-liberal politikaların ve üretimi kuralsız hale getiren esnek çalışma politikalarının en sadık uygulayıcısı AKP döneminde işçi sınıfının tarihsel olarak kazanılmış bütün hakları elinden alınmış, güvencesiz ve kuralsız çalışma kural olarak dayatılmış, işsizlik ve iş cinayetleri rekor seviyeye ulaşmıştır. Aynı süreç kadınlara karşı da amansız bir saldırıyla beraber götürülmüştür. Esnek, güvencesiz çalışmanın en ağır faturalarıyla kadın işçiler karşı karşıya kalırken, kadınların toplumsal ve sosyal kazanımları adım adım ortadan kaldırılmış, kadınlara karşı erkek şiddeti bizzat devlet eliyle kışkırtılıp, desteklenmiş ve neredeyse kurumsallaştırılmıştır. Döneme damgasını vuran işçi ve kadın cinayetleri, kadınları ve çocukları hedef alan taciz ve tecavüz olaylarıdır.
Neo-liberal yağma ve rant politikaları doğanın tarihsel dokunun ve tarım arazilerinin yağmasına, kentlerin biçimsizleşip beton yığınına dönüşmesini yol açarken, kentsel dönüşüm adı altında yoksul mahallelere ve kentlerin ortasındaki yeşil alanlarda yağmaya açılmıştır.İnsana karşı yıkım politikası bir yanıyla Kürdistan’daki kentlerin vahşi savaş politikasıyla yıkılması ve insanların katledilmesi olarak ortaya çıkarken, öte yanıyla doğal ve tarihi alanların yok edilmesi ve yağmalanması olarak şekillenmiştir. Ekoloji alt-üst edilirken, emperyalizm ile güdümlü tarım politikalar tarım ve hayvancılığı yok olma durumuna getirmiş, köylülük, ağır vergiler, yüksek maliyet ve tarım ürünlerine verilen düşük fiyatlandırma politikalarıyla teslim alınmıştır. Geldiği noktada tarım bitme, köylülük yok olmakla yüz yüze bırakılmıştır. Faşizm sadece toplumu değil doğal ve tarihsel dokuyu da ağır saldırı altına almıştır.
Türk-Sünni temelde kendi tabanını stabilize etme çabası aynı zamanda Kürt halkına karşı kirli, vahşi savaş politikalarıyla beraber yürütülmüştür. Sur, Cizre, Nusaybin ve onlarca yerleşim yeri günlerce ateş altına alınmış, insanlar bodrumlarda ve kuşatma altında katledilmiş, cenazeler günlerce sokaklarda bekletilmiştir. Başarısız darbe girişimini fırsat olarak kullanan faşizm, Ergenekon artıkları ve MHP ile kurdukları koalisyonla beraber Kürt halkına karşı düşmanlığı, Kürdistan’ın diğer parçalarına taşınmış Kürt halkı düşmanlığı Kürdistan’ın diğer parçalarına taşınmış, Kürt halkının özgürlük talebini engellemek adına bu parçalarda da savaşa girişmiştir. OHAL’i ilan etmesi ile baskı ve zoru günlük yaşamın bir parçası haline getirerek ardı arkası kesilmeyen şafak operasyonlarını HDP ve bileşenleri üzerinde yoğunlaştırmıştır. Asılsız iddialarla HDP eşbaşkanlarını, vekilleri tutuklamış, parti binaları talan edilmiştir, belediyelere Kayyum atanmıştır. Başta IŞID olmak üzere selefi çeteler silahlandırılmış, Kürt halkı ve Alevilere karşı savaşa sürülmüştür. Emek, barış, demokrasi güçlerini hedef alan kanlı katliamlara zemin hazırlanmıştır. Faşizm tıpkı yıkıma giden kapitalizmin yıkımını durdurmak adına tüm dünyayı yıkıma sürüklemesi gibi, kendi yıkımını durdurmak için ülkeyi yıkıma sürüklemektedir.
Ülke işçiler, kadınlar, Kürtler, Aleviler ve bütün ötekileştirilmiş halklar ve sosyal, toplumsal gruplar açısından bir cehennemden farksız hale gelmiştir. Konferansımız cehennemden çıkış yolunun işçi sınıfı ve Kürt halkının yan yana gelmesi Kürt Özgürlük Hareketinin ve Türkiye Sosyalist hareketinin omuz omuza mücadelesiyle mümkün olduğunu vurgulamıştır.
Konferansımız, bu siyasal analizlerin ışığında kendi örgütsel sorunlarını ele almış, bu sorunları aşmak için bir dizi çözüm önerisi geliştirmiş ve yeni dönemi yeni bir hamle olarak tarif etmiştir. Kendi içerisinde sosyalist demokrasiyi hayata geçirmek adına gerekli adımların atılacağı taahhüdünde bulunan konferansımız, önümüzde ki süreçte, işçi, kadın ve gençlik hareketinin önemine işaret etmiş buralarda ve yerellerin özgünlüklükleri içinde örgütlenmek için güçlerini seferber edeceğini belirtmiştir.