Umut Yazıları

9.Yılında 10 Ekim Katliamı – Mahir Karadeniz

Ankara’da 10 Ekim 2015 tarihinde Tren Garı Meydanı’nda barış mitingine dönük AKP-DAİŞ faşist ittifakının saldırısında 103 kişi hayatını kaybetti, 20’si çocuk 391 kişi yaralandı. Türkiye devrimci hareketinin bugüne kadar yaşamış olduğu en ağır saldırılardan biri olarak tarihe geçen bu katliam aradan geçen 9 yıla rağmen etkisini devrimci hareket içinde göstermeye devam ediyor.

Amed ve Suruç katliamları ile başlayan 10 Ekim katliamı ile ağırlaşan süreçte AKP-DAİŞ faşizminin ulaşmak istediği iki politik sonuç vardı. Bunlardan birincisi Türkiye devrimci hareketinin sokaklarda büyüyen dinamik gelişmesinin önüne geçmek, ikincisi ise Kürt Özgürlük Hareketi ile kurulan ittifak girişimlerini, ilişkilerini engellemekti. Geçen 9 yıl faşist Erdoğan iktidarının ne düzeyde bu hedeflerine ulaştığını görmek için önemli bir veri sundu. Katliamın ardından sokak iktidarın istediği düzeyde sessizliğe büründü. Ne emek ne demokrasi ne de barışın konuşulacağı bir meydan kalmadı. Elbette sokağı zorlamak isteyen küçük çaplı hareketler olsa da onlar da genel kitleyi hareketlendirmede yeterli olamadı. TDH’nin genel pasif konum alışı, matem havasını ve toplumsal bir psikolojik çöküşü örgütledi. TDH’de gelişen yaşamsal kaygı tüm toplumu da teslim aldı. Akabinde gelişen süreçte ise iktidardan hesap sorma mücadelesi yargısal hak arama mücadelesine dönüşerek mahkeme salonlarının kapısını eskiten bir tarz aldı. Faşist devlet geleneğinin katliam ortaklarını koruma geleneği DAİŞ saldırganları ile devam etti.

Faşist iktidarın diğer bir hedefi olan TDH’nin KÖH ile kurduğu ittifak ilişkilerinin engellemesine yönelik hedefi ise sınırlı düzeyde kaldı. Kobane direnişi ile başlayan enternasyonalist dayanışma temelinde şekillenen süreçte TDH’den bir çok devrimci parti AKP-DAİŞ faşizmine karşı silahlı mücadelenin yolunu tuttu. Kobane ile başlayan süreçte AKP’nin ortağı DAİŞ, Kürt ve Türk savaşçıların ortak mücadelesi ile son sığınağına kadar yenildi. KÖH ile TDH’e bağlı sosyalistlerin ittifak zemini genişledi birleşik devrim mücadelesinin somut gücünü oluşturdu. DAİŞ’in yenilmesi hiç kuşkusuz sokağın canlanmasını yeniden sağlayacak cesaret tohumlarını ekti. Ancak savaşın düzeyi DAİŞ ile sınırlı kalmadığı için bu gelişim sınırlı kaldı. Büyük ve yıpratıcı bir savaşın içine giren KÖH ve sosyalistlerin DAİŞ ile uğraştıkları dönemde AKP’de faşist ittifak zeminini MHP ile güçlendirerek DAİŞ’in yenilgisinden doğan boşluğu tahkim etti. Hem KÖH’ün merkez karargahlarına yönelik başlayan hava saldırısı ve operasyonlar hem de DAİŞ’in başaramadığını Efrin, Serekaniye, Gri Spi işgal saldırıları ile başarmaya çalıştı. Savaşın süreklileşmesi ile beraber TDH’nin itici gücü olan sosyalistlerin ülke kapısını arkada bıraktıkları dönemde kapıyı tersinden açma girişimleri ise yeterli olmadı. Bu da ülkede gelişen mücadele anlayışının etkin, militan düzeyde güçlenmemesine neden oldu. Aynı zamanda KÖH’e karşı kapsamlı bir işgal ve sömürge savaşı başlatan Erdoğan faşizmi DAİŞ ile engelleyemediği Kürt ve Türk devrimcilerin yakınlaşmasını savaşın ülke içi dizaynı ile başardı. Hem Kürt halkına yönelik ağır saldırı dalgası hem de onların yanında duran aydın, sanatçı, yazar kim var ise suikast ve tutuklama operasyonları ile bunu yürüttü.

10 Ekim Ankara katliamından bu yana geçen 9 yılın devrimciler, işçi sınıfı ve ezilen halklar açısından muhasebesini yapmak önemlidir. Hangi devrimci fırsatların kaçırıldığını ve hangi noktalarda faşist iktidarının başarısına engel olunamadığını görmek gerekir. Ancak o zaman 9 yıl geriye gidip keşke bunları yapmasaydık demek yerine bugün yapılacakların gereği yerine getirilebilir.

Bugün gelinen noktada 9 yıldır sistematik olarak savaşın düzeyini yükselten Erdoğan faşizminin başarı hikayesinin sonuç kısmına yaklaşıldı. Türkiye dışında yükselen savaş tamtamlarının sesi ülkenin her yerinden duyulacak seviyeye ulaştı. AKP-MHP iktidarı hem bu sese cevap olacak düzeyde hem de kendi iç dinamikleri ile savaşı yürütecek kapsamda zorlanmaktadır. Faşizm hem işçi sınıfı ve ezilenlerle hem de KÖH’e yönelik sürdürdüğü savaşta bu anlamıyla tıkanmalar yaşamaktadır. İç dinamikler itibariyle bunun bir düzeyi savaş ekonomisinin yaratmış olduğu ekonomik kriz ile şekillenirken bir düzeyi de Kürt gerillasının teslim alınamayan iradesi ile ilgilidir. Savaşın sonuç kısmını belirleyecek olan da bu iki noktada büyüyecek işçi sınıfı hareketi ve Kürt gerillasının direnişidir. Bu savaşın kuşkusuz en önemli bileşenlerinden olan TDH’nin önünde, temelinde iki boyutu olan bir mücadele sınavı vardır. Bir işçi sınıfı hareketine öncülük etmek, iki KÖH ile birleşik mücadeleyi yükseltmek. Savaşın sonucunu işçi ve ezilen halklar lehine bu iki başlıkta alınan tutum belirleyecektir. Unutulmamalıdır ki savaşlarda sonuç tek şekilde belirlenir. O da kimin iradesi karşı tarafın iradesini teslim alıyorsa kazanan o olur.

10 Ekim katliamı hiç kuşkusuz yaşayanlar için de yaşamayanlar için de ağır bir saldırı niteliğini taşıyor. O günü yaşayarak hayatta kalan tanıklardan biri olarak açıkça söyleyebilirim ki hayatını kaybedenlerin arasında yürürken ayakta kalmanın yerde biriken kan denizinden kaynaklı zor olduğu, yoldaşlarıma yardımcı olurken saçlarında, üstlerinde kalan insan parçalarını onlara hissettirmeden almaya çalışmanın zorluğunu ve hayatını kaybeden onca devrimcinin acısını hissederken bu saldırının bir savaş ilanı olduğunu anlamak kolay olmadı. 10 Ekim katliamı gerçekleştiği anda kavranamayan devrimcilere yönelik açık bir savaş ilanıdır. Bugün 10 Ekim katliamında yitirdiklerimizi anarken, onların faşizmin TDH’ye karşı başlatmış olduğu savaşta hayatlarını kaybettiklerini bilince çıkarmak gerekir. Faşizmle hesaplaşma ve mücadele ancak bu bilinçle mümkün olabilir. 10 Ekim katliamı politik bağlamından çıkarılıp sadece saldırının vahşetine ve psikolojik yıpratmasına odaklanılırsa, faşizmin mahkemelerinde adalet kovalamaya indirgenirse bu katliamla ne bir yüzleşme ne de hesaplaşma ilişkisi geliştirilebilir.

Paylaşın