Sinan Ergün, Umut Yazıları, YAZARLAR

Oligarşinin Devrim korkusu

Ülkenin siyasal gündemi her gün iktidarın işçi sınıfına, Kürdistan ve Türkiye halklarının demokratik örgütlenmelerine, aydın, gazeteci ve toplum önderlerine yönelik saldırı haberleriyle yenileniyor.

Daha geçtiğimiz günlerde Van belediyesi eş başkanı Ahmet Zeydan kurmaca cezalarla görevden alınarak yerine kayyım atanmışken kendi yerel demokratik yönetimlerini korumak için Kürt halkının direnişine polis saldırdı; 127 kişi gözaltına alındı. Ardından aynı senaryo bu kez Tatvan’da uygulamaya sokulurken Antep’de tekstil işçilerinin mücadelesinde yer alan Bir-Tek Sen genel başkanı Mehmet Türkmen tutuklandı. Demokratik kamuoyunun dikkati bu iktidar zorbalıklarına yoğunlaşıyorken bu kez HDK bağlamında birleşik mücadeleyi büyüttükleri için Birleşik Devrimci Parti, EMEP, SYKP, ESP gibi bileşen partilerine, yöneticilerine, kadrolarına, aydın, gazeteci ve sanatçılara yönelik yaygın bir gözaltı operasyonu gündeme geldi.
İktidar bir taraftan özgürlükçü Kürt muhalefetiyle “barış“ görüşmeleri yürütürken diğer taraftan önce 9 Kürt belediyesine kayyım atayarak onların demokratik yerel iradelerini hiçe saydığını gösterdi. Şimdi de Türkiye ve Kürdistan emek ve demokrasi güçlerinin birleşik örgütlenmesi olan HDK üzerine operasyonları gündemine almış durumda.
Saray iktidarının giderek öne çıkan bu saldırganlığı aslında onun ülke yönetiminde içine düştüğü acziyetin bir göstergesidir: Türkiye’nin içinde bulunduğu iktisadi çöküntü artık egemen oligarşinin içindeki dengeleri de sarsmakta, yerinden oynatmaktadır. Türkiye tekelci sermayesinin örgütü olan TÜSİAD, düzenlediği olağanüstü kongreyle AKP-MHP faşizminin çökmekte olan diktatörlüğünü eleştirdi, çünkü ülkenin tekelcileri biliyordu ki bu siyasal yapının çöküntüsü altında en başta kendileri kalacaktı.
Ülkede işsizlik oranlarının günden güne yükseldiği, asgari ücretin çoktan açlık sınırlarının altında kaldığı, sanayileşmenin durduğu, IMF’nin Türkiye’ye ait büyüme tahminlerini her fırsatta geri çektiği ve en son ülke merkez bankasının sene başında ilan ettiği yıllık enflasyon oranını daha üzerinden bir ay geçmeden 3 puan artırdığı bir kriz ekonomisinde ülkenin para, emlak, mülk sahibi egemen sınıflarının elbette rahat etmesinin koşulu yoktur.
Tekelci parababalarını korkutan sadece yaşanan iktisadi kriz değildir. Bundan daha fazla, bu açlık, işsizlik, pahalılık nesnelliğinin başta proletarya olmak üzere bütün çalışan sınıfların sisteme yönelik tepkisini patlatacağına dair duydukları korkudur. “Sistem çöktü“. TÜSİAD parababalarının en can alıcı tespiti zaten budur.
Bu egemen oligarşinin eskisi gibi yönetemezlik halidir.
Bu nedenle önce Türkiye halklarının siyasal tepkisini topraklamak için kendilerine önce Suriye ve Rojava’da yeni savaş imkanları aradılar ama bulamadılar. Çünkü esas olarak küresel çapta emperyalist kapitalist sistem büyük bir kriz içindedir ve onların kendileri için çözüm planları daha önceliklidir.
Biden yönetiminde Ukrayna ve Ortadoğu’da kışkırttığı savaşla kendi bunalımından çıkmayı düşünen uluslararası emperyalizm, bölge devletlerinin ve halklarının direnişi karşısında yol katedemeyince şimdi Trump’la kendi iç dengelerini yeniden yapılandırmaya yönelmiş durumdalar.
Uluslararası emperyalizmin Biden dönemi saldırganlığının temel gücü olan ABD-AB ittifakı artık dağılma işaretleri vermektedir. Trump ile ABD emperyalizmi, Amerikan dolarının hegemonyal hakimiyetini korumak adına Avrupa burjuvazisinin pazar ve banka birikimlerinin üzerine çökmekten başka bir çare bulamamaktadır. Dünya pazarının 300 trilyon dolarlık borcunu 100 trilyon dolarlık hasılayla çevirmenin başka bir imkanı kalmamış durumdadır.
Bu yeni yapılanma ihtiyacından dolayı, anglosiyonist emperyalizm, geride kalan zaman içinde kazanamayacağı belli olmuş savaş serüvenlerinden geri çekilmektedir. Ukrayna görüşmelerinde kendine sandalye bulamayan Zelensky’yi “üç yıldır işini halletseydin“ diye tersliyorlar. Siyonizmin Filistin ve Lübnan üzerindeki kanlı keyfiyeti görece sınırlanıyor.
Bu konjonktür itibariyle Türkiye oligarşisi Kürt özgürlük gücüyle uzlaşarak kendine bir “barış“ platosu oluşturmaya çalışırken aslında geleneksel sömürgeci isteklerinden hiç bir zaman vaz geçmeyeceğini, örneğin RTE’nin başdanışmanı ve “devlet aklı“nın temsilcisi olduğu söylenen Mehmet Uçum’un, devlet örgütü olduğu bilinen HüdaPar’ı salt “Kürdistan“ dedi diye nasıl “bölücülük“ ve “alçaklık“la suçlamasından görmek mümkün oluyor.
Emperyalist kapitalizmin bu uluslararası ve küresel bunalımından ne dünyada ne de ülkede bir barış ve özgürlük atmosferinin çıkması beklenemez.
Ne kadar barış, çözüm, demokrasi, uzlaşma söylemi öne sürülürse sürülsün emperyalist kapitalizmin bunalımları daima savaş kışkırtıcıdır, çünkü emperyalistler açısından bunalımdan çıkışın biricik yolu sadece savaştır. Ancak diğer taraftan dünyada ve ülkede egemen %1’in kendi egemenliklerini sürdürmek için kışkırttıkları bu savaşlar tarihen ve tarihsel olarak geride kalan %99 proleter, emekçi, ezilen halkların devrim platformları olmuştur, olacaktır. Ülkede ve dünyada emperyalist ve sömürgeci iktidarların günceldeki saldırganlığı bundandır.
Bir nesneye ne kadar yakınlaşırsanız onun bütünü o kadar görülmez, tanınmaz olur. Üçüncü emperyalist savaş konjonktürünün devrimsel dinamiği Türkiye ve dünya proletaryası ve devrimcileri açısından şimdilerde ne kadar görünür değilse de bütün emperyalist, faşist ve sömürgeci oligarşilerin üzerine sanki Komün’ün kabusu gibi çöktüğünün en maddi kanıtı egemenlerin bu devrimsellikten korkularını artan bir şiddet ve saldırganlıkla açığa vurmalarıdır.
Ülkedeki faşist ve sömürgeci baskıların gündelikleşmesi budur.
Avrupa finans kapitalizminin Paris’te yaptığı toplantı budur.
Uluslararası emperyalizmin ve Türkiye oligarşisinin savaş, terör ve baskı diktatörlüklerine karşı tarihin proletarya ve devrimcilerden beklediği ve her durumda tarihin üreteceği gelişme, tıpkı Lenin’in önümüze koyduğu gibi mutlaka proletarya ve ezilen halkların birleşik devrimi olacaktır.
Bütün dünyanın proleterleri ve ezilen halkları, birleşin!

Haber Yorum: Sinan Ergün

Paylaşın