Tarih, sınıf savaşımlarının sahnesi olarak akmaya devam ediyor. İşçi sınıfının ve ezilen halkların yüzyıllardır yaşadığı sömürü, işgal ve zulüm sermaye düzeninin bekası için hâlâ devredeyken; başka bir yol bulup yürüyenler, tarihi değiştirenler de var. Spartaküslerden Marks’a, Paris Komünarlarından Sovyet Devrimi’ne; Şeyh Bedrettin’den Mahirlere, İbrahimlere, Denizlere ve bugün de Ulaşlara kadar, tarihin sayfalarında işçi sınıfının ve ezilenlerin mücadelesi, kararlılığı ve zaferleri yazılmaya devam ediyor.
Emperyalist-kapitalist sistem, tüm dünyada azami kâr hırsıyla yaşadığı neoliberal krizi; işçi sınıfı üzerindeki sömürüyü derinleştirerek, sömürge ülkelere yönelik işgalci politikalarını genişleterek ve karşı kutuplara karşı yayılmacı saldırılarını artırarak aşmaya çalışıyor. Bunun sonucu olarak da işçi sınıfının sendikal hareketlerinden devrimci güçlere, anti-emperyalist mücadelelerden sömürge karşıtı savaşımlara kadar karşısındaki her güce bütün imkânlarıyla saldırıyor.
Türkiye’de ise 12 Eylül faşist darbesiyle işçi sınıfının boğazına çöken neoliberal politikalar hayata geçirilirken, devrimci güçler burjuvazi tarafından en büyük engel olarak görülüp hedef alındı. Ülke genelinde işkencelerle, tutuklamalarla, idamlarla hareketler bastırılmaya çalışıldı. Bu saldırılar, devrimci hareket açısından ağır bedellere ve ciddi zayıflamalara yol açsa da sermaye düzeni, işçi sınıfının sömürüye karşı kendi iktidarını kurma bilincini tamamen ortadan kaldıramadı. Gözaltılar, hapishaneler ve idamlar devrimcileri “ıslah” etmeye yetmedi; devletin bütün şiddeti kalıcı bir zafer sağlayamadı.
1990’larla birlikte devreye sokulan gözaltında kaybetmeler, faili meçhuller, suikastlar, kaçırmalar ve ağır işkenceler de devrimci hareketi bir bütün tasfiye etmeye yetmedi. Çünkü devrimci hareketlerin kolektif bilinci, örgütlü duruşu ve dayanışma geleneği zor yoluyla yok edilemeyecek kadar güçlüydü.
Hapishaneler bu dönemde direniş alanlarına dönüştü. Amed Zindanlarından Ulucanlara kadar devrimci tutsaklar bütün işkence ve katliamlara rağmen görüş hakkından anadilde konuşma hakkına kadar birçok kazanım elde ettiler. Bu kez egemenler, F tipi hapishaneleri devreye sokarak dışarıdan içeriye taşıdıkları tecridi derinleştirmeyi hedefledi. Onlarca devrimcinin ölümsüzleştiği, yüzlercesinin sakat kaldığı F tipi direnişleri, devletin bütün gücüyle saldırmasına rağmen devrimci iradeyi teslim alamadı. Bugün F tipleri hâlâ devrimcilerin dayanışması, kolektif bilinci ve iradesi ile mücadele alanı olmaya devam ediyor.
Şimdi ise S, Y, R tipi ve Yüksek Güvenlikli hapishaneler, devrimci tutsakların zorla sürgün edildiği, F tiplerinden daha ağır tecridin dayatıldığı işkence merkezleri olarak karşımıza çıkıyor. AKP iktidarı 23 yıldır kendi bekasını, karşısındaki tüm güçlere saldırarak sürdürüyor. Bunun için de öncekilerden devraldığı “dışarıyı kontrol etmek için içeriyi kontrol etme” politikasını daha ağır biçimde uyguluyor.
S, Y, R Tipi ve Yüksek Güvenlikli hapishaneler; kuyu gibi tasarlanmış, üç katlı, dar hücrelerden oluşan, havalandırması kısıtlı, gün ışığından mahrum bırakılan mekânlar. Burada kalan tutsakların zamanla ciddi sağlık sorunları yaşadığı, ilerleyen süreçte ise psikolojik olarak ağır yaralar alacağı açıktır.
Bu yüzden tutsaklar kuyu tiplerine karşı direnişte. Direnişleri, hapishane idareleri tarafından disiplin cezaları ve infaz yakma tehditleriyle bastırılmak isteniyor. Çorlu Yüksek Güvenlikli Hapishanesi’nde bulunan Komünar tutsaklar Fergil Fırat ve Celal Punar, sürgün edildikleri kuyu tipine karşı kapı dövme, slogan atma gibi eylemlerle başka hapishanelere sevk edilmek için mücadele ediyorlar. Ancak hapishane idaresi bu direnişe disiplin soruşturmalarıyla karşılık veriyor. Bu soruşturmaların, tutsakların infazlarını yakmaya gerekçe oluşturduğunu biliyoruz. Çorlu Yüksek Güvenlikli Hapishane İdaresi derhâl bu soruşturmaları geri çekmeli, kuyu tipi koşullara rağmen sevk taleplerini görmezden gelen Adalet Bakanlığı’na basınç uygulamalıdır.
Aynı şekilde kuyu tipinde kalan devrimci tutsaklar Serkan Onur Yılmaz ve Ayberk Demirören’in başlattığı süresiz açlık grevi 300’lü günlerine ulaşmış durumda. Talepleri nettir: Kuyu tipi hapishanelerin kapatılması ve kuyu tipi olmayan hapishanelere sevk edilmeleri. Ancak Adalet Bakanlığı, ölüm riski de dâhil olmak üzere her türlü tehlike altında olan bu tutsakların taleplerini hâlâ karşılamamaktadır.
Bizler biliyoruz ki tarih boyunca elde edilen her kazanım devrimci mücadeleyle sağlandı. Kolektif hafızamız ve bilincimiz bize bir kez daha birleşik bir ses çıkarmamız gerektiğini söylüyor.
Bu nedenle Türkiye ve Kürdistan’daki tüm sol, sosyalist, devrimci, yurtsever güçlere; insan hakları örgütlerine; sağlık ve hukuk kurumlarına; tutsak yakınlarına; işçi sınıfına ve ezilen halklara çağrımızdır: “Kuyu tipleri kapatılsın!” demek için birleşelim, harekete geçelim.
Tüm güvencemiz birleşik mücadelemiz ve devrimci dayanışmamızdır. Tutsakların dışarıdaki sesi olma sorumluluğuyla haykırıyoruz:
Kuyu Tipleri Kapatılsın!
Devrimci Tutsaklara Özgürlük!
Birleşik Devrimci Parti