6-7 Ağustos tarihinden ABD ve Türkiye arasında gerçekleştirilen ‘Güvenli Bölge’ toplantıları sona erdi. Toplantı sonucu üç başlık olarak ortak bir metinle kamuoyuyla paylaşıldı.
a- Türkiye’nin güvenlik endişelerini giderecek ilk aşamada alınacak tedbirlerin bir an önce uygulanması,
b- Bu çerçevede güvenli bölge tesisinin ABD ile koordine ve yönetimi için Türkiye’de Müşterek Harekât Merkezinin en kısa zamanda kurulması,
c- Müteakiben, Güvenli Bölgenin bir barış koridoru olması ve yerinden edilmiş Suriyeli kardeşlerimizin ülkelerine dönmeleri için her türlü ilave tedbirin alınması.
Başlıkların neredeyse hiçbir teknik detayı barındırmaması tartışmaları başka bir boyuta taşıdı. Ancak en belirgin olan Türkiye’nin şu an için askeri operasyonu bekleteceği ve olası adımları ABD’nin onayıyla atacağıdır.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da yapılan açıklama öncesi görüşmelerin sonucu konusunda olumlu konuşmuş, “Toplantıda muhataplarımızın görüşlerimize yaklaştıklarını memnuniyetle müşahede ettik. Toplantıların olumlu geçtiğini, oldukça yapıcı yaklaşım içinde olunduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır” demişti.
ABD’yle sağlanan mutabakata ilişkin Tayyip Erdoğan’dan da açıklama geldi.
Saray’da Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy ile yaptığı ortak basın toplantısında konuşan Erdoğan “3 günlük bir görüşme periyodu oldu. Bu görüşmeler gerçekten olumlu bir istikamette devam etti. Bu görüşmeler yine devam edecek ancak şimdi bir adım atılıyor. (Suriye’de ‘güvenli bölge’) Tarih vermeyeceğim şimdi Amerikalılarla birlikte bir harekât merkezinin kurulmasının kararı verildi. Bu harekât merkezini kurmak suretiyle buradaki süreç başlatılacaktır” ifadelerini kullandı.
SDG Genel Komutanı Mazlum Kobane toplantılar öncesinde:
“Diplomasiyi biz istedik. Müttefiklerimizden Erdoğan ne istiyor öğrenmelerini istedik. Ben istedim. Biz altı-yedi yıldır savaştayız. Bir tek saldırı olmadı. Jefrrey sevinerek devreye girdi. Türkiye’nin söylediği inandırıcı değil. Onlar için varlığımız tehdittir. Niye tehlike olsun ki, zaten aramızda duvar var. Süreç böyle devam etti. Erdoğan-Trump telefon görüşmesinden sonra biz de kendi projemizi geliştirdik:
1- Bu mesele sınır meselesidir, 30 kilometre olmaz, beş kilometre olsun.
2- Bu bölgeden YPG’yi, savaşan güçleri çeker yerine yerel güçler koyarız.
3- Ağır silahları da çekeriz. Bizim Türkiye menziline ulaşacak ağır silahlarımız var, onları çekeriz dedik. 20 kilometre menzilli silahlarımız var.
4- Yerel hükümetler o bölgeyi yönetsin.
Buna karşılık Türkiye de taahhütte bulunsun saldırmasın. Türkiye’siz bir uluslararası güç olsun. Türkiye taraftır, tarafsız güç olsun… Biz Türkiye’nin teklifini kabul etmedik ama işi yokuşa süren taraf olmak istemedik. Afrin’de bir gelişme olursa Türk askeri, uluslararası güçte olabilir dedik. Afrinliler istisnasız geri dönsün, el konulan malları iade edilsin, dışarıdan getirilen yerleşimciler çıksın. Çeteler çıksın ama Türk askeri kalabilir dedik… Top artık Türkiye sahasındadır.” açıklamalarında bulunmuştu.
Toplantı sonucunda Kuzey ve Doğu Suriye bölgesini yakından takip eden yazarlardan da belirli değerlendirmeler yayınlandı.
Ergun Babahan 7 Ağustos tarihli yazısında
‘Ankara’nın baskıları sonuç vermedi ve 30-40 kilometre derinliğinde ve 400 kilometre uzunluğundaki bir hatta güvenli bölge kurulması talebi kabul edilmedi. Varılan anlaşma, Menbiç’teki gibi derinlikten çok uzunluğu hedef alıyor ve Amerikan ve Türk Silahlı Kuvvetleri güçlerinin ortak devriye yapmasını hedef alıyor.‘
‘Anlaşmaya göre Rojava Yönetimi, ağır silahlarını 20 kilometre menzil dışına çekecek, Türkiye sınırına yakın bölgelerde YPG güçleri olmayacak ve bölge güvenlik kent konseylerinin oluşturduğu yerel güçlere bırakılacak.‘ görüşünü paylaştı.
Fehim Taştekin de gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. Ne Kürtlerin dediği oldu ne Türkiye’nin başlıklı yazısında; ‘Evet, ateş topu direkten döndü! Türkiye temmuz başından itibaren bütün ağırlığını koymuş diretiyordu. İşi “NATO müttefikliği mi YPG mi” noktasına getirmişti. ABD ile ortak bir yol bulunamazsa Türkiye’nin tek başına güvenli bölgeyi kuracağı en tepeden defalarca dillendirildi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “Türkiye’nin kaygılarını anlayan adam” olarak gördüğü Başkan Donald Trump’ın Aralık’taki gibi “Biz çekiliyoruz, Suriye senindir” tarzında sürpriz yapma ihtimaline oynasa da ABD Savunma Bakanı Mark Esper son dakikada tek taraflı bir müdahaleyi önleyeceklerini belirterek dengeyi başka bir noktaya taşıdı. Tabii ‘saha faktörü’ Kürtlerin tutumu da hesap dışı tutulacak gibi değildi; Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Genel Komutanı Mazlum Kobani’nin geçen ay bize verdiği röportajında söylediği “herhangi bir noktadan müdahale olursa 600 kilometrelik sınırın tamamının cephe hattına dönüşeceği” yönündeydi. ‘
‘ Genel çerçeveye bakıldığında, mutabakat, S-400 dahil bir dizi konuda gerilim yaşayan ABD ve Türkiye açısından zaman kazanmaya dönük bir zemin sunuyor. Taraflar bu zeminde Menbic’deki gibi daha çok patinaj yapar. Türkiye iddiayı çok yükseklere çıkardı ama ABD’ye rağmen operasyona kalkışmanın görünür-görünmez maliyetlerini göze alamayacağını Kürtlerin önerisi üzerinden bir pazarlığı kabul ederek gösterdi. ABD de ne Kürtlerden ne Kürtler üzerinden Suriye stratejisinden ne de NATO müttefikinden vazgeçmek niyetinde olmadığını gösterdi. O yüzden krizi öteleyen bir ara formül ya da kurulacak mekanizma iki müttefik güç için itibarlı bir manevra sayılabilir. Fakat bu durum ‘yok edici’ bir müdahaleyi ötelemiş olsalar da Kürtleri ‘kaybederek var olma’ denkleminden çıkarmıyor. ‘
görüşünü paylaştı.
