Kadınlar soruyor, Nadira’ya ne oldu? İntihar mı, cinayet mi?
Varsayalım ki intihar…
Sorgulamayı yürüten yargıya açıkça soruyoruz! Hukukun ölçüsünü kadın söz konusu olduğunda tahrik ve fuhuşa indiren zihniyetinize rağmen arada bir, nadiren, yok denecek kadar az da olsa kadın hareketinin zorladığı yerde sıkışarak hukuki kazanımlarımıza göre karar vermek zorunda kaldığınız için sormak durumundayız.
Türkiye’de bir kadın niçin intihar eder? Göçmen bir kadının ölüsünün önüne dahi fuhuş sorgusu çıkıyorsa, yaşarken nasıl ayakta durur? Kendini savunmaya gücünü yetiremediği yerde boynunu urgana geçirmekten, namluyu kendini çevirmekten başka ne yapabilir?
Emine Bulut cinayetinde iktidarın kadınların direniş potansiyelinden korkuyor olmasının getirdiği bir sonuç olarak Erdoğan’ın kendisi savaş ve ekonomik kriz gündemi dışında ilk defa faşist propaganda kanallarına son dakika çekme zahmetinde bulundu ve süreci yönetmeye çalıştı. Ancak şimdi kendi milletvekilinin evinde çalışan bir kadın varsayalım intihar ediyor. Gündemi değil elbet faşizmin, ancak medyasını sessizliğe bürümekten başka hangi algı yönetimini devreye sokabilmeyi başardı? Şirin Ünal’a “ortalığa çıkma” dışında bir şey söylenebildi mi? Kendilerine en yakın yorumu yapan haber kaynaklarının “Şirin Ünal’ın cenazenin taşınması masraflarını karşıladığı iddia ediliyor” dışında herhangi bir yorumu olmadı.
Korkunun gözünü sevelim!
Bu ülkenin dört bir yanında, Kürdistan’da her gün insanlar hayatlarını kaybediyorlar. En yoğun savaş ve çatışma Kuzey Kürdistan’ın şehir ve dağlarında, Güney Kürdistan sınırında, Medya Savunma Alanlarında yaşanıyor. Ancak 3 dönemdir milletvekilliği yapan iktidar partisinin kıymetlilerinin evinde her gün biri ölmüyor.
AKP üzüntüsünden mi suskun?
Hayır, savaş sonucu ölüm kadar, evlerde sokaklarda devrimcilerin infazı kadar, kadınların intiharının da bu korku ve baskı toplumunda herhangi olağanüstü bir yanı yok. Zaten böyle bir yan olmadığı için suskunluğu yönetmek de kolaylaşıyor. Doğaldır, kayyumlara “aileler” ile karşılık veren, “sivil” dediklerinin cenazesini özel harekatın askeri merasimleriyle kaldıran bir propaganda politikası ancak bir yere kadar sürdürülebilir. Kimi yerde susmak gerekir. Söz konusu bir “kardeşimizin” milletvekili evindeki -yine varsayalım- intiharı ise Erdoğan başta olmak üzere bütün faşistlerin ve propaganda araçlarının ellerine yüzlerine bulaştırmaması için susması gerekir.
Öyle ya da böyle Şule’den Nadira’ya bir kadının yüksek ihtimalle intihar biçimiyle ölümü AKP-MHP faşizmini ilgilendirmemekte. Bu sonuç kadınlar sarayın çatılarından da atlasa değişmeyecek. Çünkü haremin kuralları bu: Olan biten içeride kalır!
Varsayalım ki cinayet…
Nadira’nın ölümüne intihar dememek, komploculuk değil. Burada başta anlaşmamız gerekir. Esas komploculuk yargının temizleme faaliyetlerinde. Nadira’nın ailesine sorulan sorulardan bu çok açık anlaşılabilir. Suskunluk bir yana Şirin Ünal’ın her gün “güvenlik güçlerinin ellerine sağlık” diyen tweetlerinin bir süre sonra varsayalım cinayet itibarıyla arkasının kesilmesi de dedektifvari bir yaklaşım değil. Açık bir taciz iddiası gündemde, Nadira’nın aile ve arkadaşları dile getiriyor. “Konuşursam yer yerinden oynar” ifadelerinin Nadira’nın son sözleri olduğunu söylüyorlar. Yine de bir kadının, üstelik iyi bir işe sahip olduğu halde göçmenlik önkabulü ile de fuhuş yapma ihtimali kolayca ileri sürülerek cinayeti açıklayabilecek iddiaların ortadan kaldırılmaya çalışıldığı söz konusu.
Yıllardır “kadın cinayetleri politiktir” diyerek yürüyoruz. Politikanın her safhasında iş cinayetini fıtrat, kadın cinayetini, tecavüzü tahrik olarak açıklayan bir iktidarın vekil isimlerinden birisinin evinde o vekilin tabancası ve eli ile böyle bir cinayetin işlenmiş olabileceği fikrini kuvvetlendiren oldukça fazla sebebimiz var. Mülteci kamplarında ve şehirlerde kaç Suriyeli kadın ve çocuğun çetelerce fuhuşa zorlandığından ilgili makamların haberi olmadığını kimse bize anlatamaz. Yalnız haberi değil desteği olduğu da “kuş uçurtmayan” Soylu’nun güvenlik sisteminin küçük bir açığı olarak yorumlanamaz. Göçmen kadın, fahişe kadın demektir. Kim alır, kim satar mühim değildir. Toplumu bu biçimde yöneten bir zihniyetin evinde neler döndüğü bir mermiyle ortaya çıkacaksa Nadira apaçık öldürülmüştür. Nadira’nın havadan böcek ezer gibi savaş yürüten, öldürdüklerinin yüzüne bakacak, göğüs göğüse gelecek kadar cesareti olmayan bir eski tümgeneralin evinde ölmesi “kimin alıp, kimin sattığı” kadar önemsiz bir mesele iktidar için. Her gün Nadira ile yüzyüze yaşayan bu “zaten katilin” gözlerinde ilk defa düşmanıyla bu kadar yakın olmasının verdiği korkuyu okuyup, büyük bir hırs ve panikle Nadira’yı vurmasını anlamak zor değil.
Nadira’ya işte bunların hepsi olabilirdi ya da Nadira’ya işte bunlar oldu! Sokak ortasında onlarca yerinden bıçaklanmadı; iktidar, arkasından timsah gözyaşları dökmedi ama o da Emine Bulut gibi toprağın altına girdi. AKP-MHP faşizmi ise yalnızca küçülterek ve yok sayarak bu meselenin altından kalkabilir. Vekilinin temizliği değil, devletin bekası söz konusudur.
Nadira’nın ölümünü sarayın haremine hapsetmemek ve bu suskunluğu bozmak feminist hareket olarak bizlerin borcu.
Olayın aydınlatılmasını, adaletin yerine getirilmesini ancak ve ancak kadınlar sağlayabilir. Bu sebeple Nadira’nın ölümü özgünlüğünde mücadele süreğen eylemlerde anmaya sığmaz. Kadınların sokaklarda Şirin Ünal’ı koruyan bütün devlet aygıtlarından hesap soran kavgası ancak sonuç alabilir. “Bugün de Nadira için” demek yerine “bugün Nadira için bütün hayatı durduracağız” demenin zamanı. Kanıtlar da, adalet de sokakların mora boyanmasıyla ortaya çıkacak. Suskun AKP-MHP medyası bu sefer haber yapmadığı için kapılarından çıkamayacak.
Ve Nadira göğsünde bir devlet mermisiyle unutulmayacak.
Mihriban Günyüzü
