Türkiye sol sosyalist hareketinde bir hareketlenme gözleniyor.
Kobane savunmasıyla birlikte sosyalist sol içinde ortaya çıkan kopuşma momentumu, 90’dan beri süregelen oportünist siyaset tarzının hegemonyasını giderek dağıtıyor. Devrimci sol partilerin bütün yetersizliklerine karşın faşizme ve sömürgeciliğe karşı geliştirmeye başladıkları birleşik devrimci savaş hattı, oportünist ve revizyonist solun işçi sınıfı ve ezilen halklar adına devletçi CHP’nin gölgesinde ve düzen sınırları içinde siyaset yürütmelerinin meşruiyetini ortadan kaldırıyor. ÖDP’nin Sol Parti’leşmesi, TKP’nin ekonomik demokratik mücadeleyi kendine propaganda söylemi ve örgütlenme zemini kılması sürecin bu karakterine göre yönelmelerdir. Keza TİP gibi platformlarda devrimci zor üzerine ideolojik-siyasal değerlendirmelere yer verme ihtiyacı Türkiye devrimci solunun sol siyasal ortamda yarattığı devrimcileşme eğiliminin etkileri ve karşılıkları olarak görülmelidir.
Bu son derece basit bir siyaset fonksiyonudur: burjuva düzeni, devrim kendisine karşı bir tehdit üretmeye başladığı sürece oportünizmi var edecektir. Proletarya içindeki burjuva eğilimi olarak oportünizm, devrimin ileri mevziler göstermeye başladığı sınıf ve devrimci ortam içindeki varlığını koruyabilmek ve bu zemindeki devrimcileşmeyi düzen içinde tutabilmek için söylem ve örgütlenmesinde içeriksiz makyajlara başvurmak zorunda kalacaktır.
Bu gelişme elbette sadece birleşik devrimci savaş hattının kendini yavaş yavaş gündemleştiren mücadelesinin sonucu değildir; Türkiye proletaryası ve emekçi halklarının eskisi gibi yönetilmek istemediğine dair değişim talebinin özellikle son genel ve yerel seçimler itibariyle düzen sınırlarına dayanmış olmasının da bir sonucudur. Artık proletarya, emekçi halklar, kadınlar ve devrimci aydınlar düzen partilerinin verili siyasal kilitlenmeyi aşma yeterliğinde olmadığını daha güçlü bir şekilde kavrıyorlar. Bu bir siyasal öncü arayışıdır.
Sol Siyasal Bunalımın HDP Pasajı
Söz konusu siyasal kilitlenme kuşkusuz Türkiye soluyla sınırlı değildir. HDP pratiği de doğrudan bir kriz içinde bulunmaktadır. HDP’nin krizi, liberal Kürt burjuvazisinin Türk liberallerinin desteği ve liberal Türk solunun katkısıyla üretilen bir politik çizgide yürüme ısrarından kaynaklıdır. Halk sınıflarının düzenle çelişkilerinin giderek keskinleştiği bir süreçte oportünist ve revizyonist sol bile CHP gölgesinin dışında bir kimlik oluşturmaya çalışırken, HDP liberalizmi sömürgeci Türk siyasal düzeninde kendi meşruiyetini kalıcılaştırmak adına seçimlerde CHP’ye doğrudan destek vermek, Türk tekelci sermaye temsilcileriyle diyalog geliştirmek, uluslararası ve yerel burjuvazinin AKP-MHP iktidarına karşı oluşturmaya çalıştığı geniş siyasal platformun bir aparatı olmak gibi geri ve düşük politikalara yöneldi. Kürt devriminin devrimci savaşı ve direnişi yükseltme çaba ve çağrılarına yakınlık göstermedi. Ancak bütün bu politik esnemelere karşın egemen Türk sömürgeciliğinin saldırıları karşısında devlet ve düzen partilerinden beklediği desteği alamadığı gibi Rojava işgalinde, kayyım saldırıları karşısında tümüyle yalnız ve savunmasız bırakıldığını gördü. Bu gelişmeler itibariyle önümüzdeki aylarda yapılacak HDP kongresinin 2012’den beri süren politik liberalleşme çizgisine ciddi bir otokritik getirmesi ve Kürt devriminin ve Türkiyeli emekçi sınıf ve halklarının devrimci demokratik siyasetindeki boşluğu doldurması siyasal bir beklenti olarak giderek öne çıkmaktadır.
HDP’nin “müzakereci değil mücadeleci” bir politika tarzını öne çıkarması elbette Kürt ve Türk liberal solunun aklının böyle bir tarza yatmasıyla bağlantılı değildir. Liberal solun demokratik siyaset tarzının gerici ve sömürgeci devlet politikalarıyla daraltılmış bir yasallığı aşabileceğini düşünmek biraz hayalcilik olacaktır. HDP’nin temsil ettiği demokratik mücadelenin devrimcileşmesi, Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin birleşik devrimci savaş hattının demokratik mücadeleye kendi meşru ve kitlesel rengini katabilmesiyle mümkündür.
Ancak diğer taraftan biliyoruz ki verili durum itibariyle hem Kürt özgürlük hareketi hem de Türkiye devrimci hareketi istenen meşru ve kitlesel demokratik mücadele boyutunu siyasal alana dayatacak bir gelişkinlik içinde değildirler. Her ne kadar Kürt devrimi Bakur’da meşruiyet ve kitlesellik açısından bir sorun yaşamıyor olsa da devlet terörünün bir sonucu olarak kitle çizgisi yasal haklarını kullanmakta bile zorlanmakta ve sömürgeci faşist iktidar Kürt illerinde bütün keyfiyetiyle egemenlik sürdürebilmektedir. Bununla birlikte gelinen aşamada asıl sorun, açıktır ki Türkiye sahasıdır, çünkü egemen devlet yapısı itibariyle sivil demokratik mücadelenin belirleyici coğrafyası Türkiye’nin metropol alanlarıdır. HDP’nin Kürt siyasal nüfuzu ve demokratik güçleri üzerinden faşist ve sömürgeci statüyü zorlayacağı alan burasıdır; Türkiye’nin proleter ve emekçi niteliği yoğun büyük kentleridir. Ve ne ki, demokratik mücadelenin batı cephesinde durum yukarıda tarif edildiği gibidir; birleşik devrimin meşru ve kitlesel basıncı bu alanda henüz öne çıkabilmiş değildir.
HDP’deki Bunalımın Çözümüne Yaklaşımlar
O zaman karşımıza şöyle sorular çıkmaktadır: Bu veriler itibariyle devrimci hareket HDP’ye yönelik nasıl bir tutum içine girmelidir? Parti politikalarında ağırlık oluşturan liberal yönelimleri çaresizlikle kabullenmeli midir? HDP’yi verili haliyle “neyimize yetmiyor ki” keyfiyetçiliği içinde kabullenmek devrime ait bir politika olabilir mi? Ya da HDP’nin liberal çizgisine karşı yürütülecek bir ideolojik ve siyasal mücadele zaten sömürgeci faşist devletin her türlü baskısı altındaki HDP’yi zaafa uğratmak, dönemin “tasfiyeci basıncına ayak uydurmak” mı olacaktır?
HDP’nin politik krizine yönelik bu yaklaşım belirlemelerini Atılım yapıyor. HDP politikasına ilişkin politik ve ideolojik zeminde yapılan eleştirileri Atılım “yeni model, yeni ittifak arayışları” gibi bir yüklemeyle “tasfiyeci basınca uyma, ayrı bir yol tutma” olarak niteliyor. HDK eş sözcüsü olan S. Şenoğlu arkadaş ise, “HDP neyimize yetmiyor” diye partiyi mücadelenin ihtiyaçlarına daha güçlü cevap verecek bir hale getirme arayışlarına şiddetle karşı çıkıyor.
Bu değerlendirmelerde, özellikle Atılım yazısında HDP’nin politik yanlışları görmezden gelinmiyor elbette ama bu yanlışların derinlikli bir analizi yerine “örgütsel atalet” (Atılım) ve “politik vasatlık” (SŞ) gibi kendileri zaten bir sonuç olan ögeler HDP’nin sorunları bağlamında vurgulanıyor ve biraz enerji ve cevvallikle sorunların çözüleceği apriori önerilmiş oluyor. Oysa vasatlık sömürge pazarında liberal politikaların işlevsizliğinden, atalet ise bu işlevsiz politikaların bir enerji üretecek devinim ve dinamizm içermemesinden kaynaklıdır. Konu itibariyle atalet ve vasatlık devrimci bir söylem ve bu söyleme uygun bir tutumla aşılır düzeylerdir.
Her şeyden önce Atılım yazısındaki haliyle HDP politikalarına eleştirel yaklaşmanın tasfiyeci bir basınç eseri ve bu basıncı artıran bir etkisi olduğu tezinin yanlışlığını vurgulamalıyız. HDP, anılan yazılarda da belirtildiği gibi, Türkiye sol hareketinde özellikle Kürt halk özgürleşmesini savunan Türkiyeli devrimci sol, sosyalist yapılarla Kürt devriminin demokratik alan etkinliğinin buluşmasıyla oluştu. Bu haliyle Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin birleşik kapsamının bir parçasıdır ve kapsamın bütünlüğü itibariyle parçanın tasfiyesi değil, daha güçlü, daha etkili olması esas yönelimdir. HDP’ye yönelik eleştiri ve beklentiler kesinlikle bu esas dahilindedir. Birleşik devrimin herhangi bir ögesi tarafından yeterince katkı sağlanmıyorsa bile zedelenmesi, zarar görmesi asla düşünülemez. Dolayısıyla HDP’ye yönelik eleştirilere “tasfiyecilik” boyası çalmak partinin sorunlarının ve bu sorunları tartışmanın üstünü örtmek gibi HDP’ye zarar verecek bir yaklaşım olacaktır. Bu tarz saptamalar doğruysa saptanan açısından, değilse saptayan açısından birleşik devrim platformlarında yaptırımlara yol açması gerekebilir.
Ancak bizim tarafımızdan görünen odur ki, Atılım yazısının HDP eleştirilerine karşı ağır bir “tasfiyecilik” suçlaması yöneltmesi aslında kendi statükocu, yetinmeci, keyfiyetçi ve kendiliğindenci çizgisini anca savunulur kılabilmek içindir. Eleştiriler suç kapsamına sokulmalıdır ki liberal dokunulmazlık korunabilsin.
Atılım edebiyatının birleşik devrim örgütlenmesinin siyasal düzeyini HDP varlığı üzerinden reddetme anlayışı nasıl birleşik devrimci mücadelenin gelişiminde sorun yaratmaktaysa şimdi de bu anlayışın devamı olarak HDP’nin liberal dokunulmazlığını savunarak partinin gelişimine ket vurma tehlikesini ortaya çıkartmaktadır. Birleşik devrimin HDP içinde liberallere karşı bir eğilim olarak varlık göstermesine karşı çıkan yaklaşım, şimdi de HDP’yi birleşik devrimin eleştirilerinden muaf tutmaya yönelmektedir. Bu, birleşik devrimin bütün kapsamı itibariyle vazgeçilmesi gereken bir tutumdur.
HDP, bizler açısından mademki birleşik devrim kapsamının bir parçası durumundadır o halde bu partiye yönelik politikalarımızı da birleşik devrime yaklaşımlarımız üzerinden çözümlemek zorundayız. Atılım yazısının dediği doğrudur; birleşik devrim herkesin kendi konumuna göre tanımladığı bir çerçeve olmaktan çıkarılmalıdır. Olması gerektiği gibi tarif edilmiş bir birleşik devrim kapsamı bizlerin politik yaklaşımlarında da kendiliğinden ortaklaşmayı doğuracaktır.
Birleşik Devrim Kavramı ve Türkiye Örgütlenmesi
Birleşik devrim örgütlenmesi, birleşik devrimci savaş çizgisinin örgütlenmesidir. Ağırlıkla küçükburjuva karakterli geri kapitalist ülkelerde aşılmamış tarihsel-toplumsal çelişkilerin proleter mücadeleye yüklenmesiyle ortaya çıkan örgüt ve mücadele çeşitliliğini, verili kapitalist sistemi yıkacak bir ortaklaşma içinde örgüt ve mücadele kolektivitesine ulaştıran stratejinin adı birleşik devrimci savaş stratejisidir. Bu strateji çerçevesinde devrimci örgütlerin birbirlerine ideolojik hegemonya ya da hiyerarşi dayatmaları değil her örgütün kendi devrimci anlayışı içindeki mücadeleleri arasındaki eşgüdüm önemlidir. Bu mücadele uyumu birleşik devrimci kurmaylık üzerinden sağlanır ve yürütülür. Filistin ve Latin Amerika örgütlenmelerindeki durum budur. Hem kır/şehir gibi mücadele tarzlarının birliği hem de parti ve cephe örgütlenmelerinin iç içeliği birleşik devrimci savaşın en geniş devrimci güçleri kapsamasında ve onları merkezi bir eşgüdüm içinde düşmana karşı seferber etmesinde büyük bir avantaj sağlayıcı olmaktadır. Bu, bir “siyasal özneler birliği” olarak daraltıcı değil, aksine genişletici ve aynı zamanda derinleştirici bir yapılanmadır. Farklı örgütsel ve ideolojik doğruların tarihsel hakkı örgütlerin birbirleriyle didişmelerinde değil, birleşik mücadelenin ortaklaşılan siyaseti içinde ortaya çıkmakta ve keza bu farklılıklar ortak iktidarın kurumlaşması sürecinde proletarya ve emekçi halkların inisiyatifinde çözümlenmektedir.
Süreç, her ne kadar bu bilinçle tasarlanıp yönetilmediyse de, Birleşik Hareket’in örgütlenmesi – Türkiyeli örgütler rekabetçi alışkanlıkları gereği ülke devrimine yönelik bir ortaklaşma platformu geliştiremezken- mücadelesinin ve örgütlenmesinin ileri boyutu itibariyle Kürt devrimi tarafından ortaya kondu.
İki ülke ve iki devrimin söz konusu olduğu yerde ve mücadelelerin eşitsiz gelişimi bütün çarpıcılığıyla ortadayken iki devrim arasındaki birleşiklik kendini kaçınılmazca Kürt devriminin yakıcı ihtiyaçları ve ağırlığı üzerinden geliştirdi. Sivil demokratik alanda Türkiyelileşme, devrimci temelde askeri derinleşme süreci çerçevesinde yol alınmaya çalışıldı.
Ancak açıktı ki, Türkiye, devrimin nesnel koşullarının olgunluğunda öznelliğini arayan bir ülkedir. Ve keza açıktı ki, ağır yenilgilerle yüklü tarihi itibariyle Türkiye devrimci hareketinin kendini yeniden yükselteceği “batılı” sınıf mücadelesi alanı birleşik mücadelenin ağırlık odağı itibariyle HDP üzerinden Kürt liberallerin ve liberal Türk solunun hegemonyası altında tutuluyordu. Birleşik mücadele, Türkiye’nin ileri sınıf çelişkileri alanına birleşik mücadelenin Kürt ulusal demokratik programından daha ileri bir söylem geliştiremiyordu. Haliyle Türkiye devrimci hareketi ve dolayısıyla birleşik mücadelenin batı cephesi kötürüm kalmaya devam etti. Bunun sonucu olarak genel birleşik mücadele kapsamının başlangıçtaki sinerjisi belirleyici bir örgüt ve mücadele hattına dönüşemedi, etkisizleşti.
Gelinen Aşamada “Temel Halka”
Şimdi gelinen aşama itibariyle birleşik devrimin kendi eksiklerini konuşabileceğimiz, önümüze bir yeniden yapılanma kapsamı koyabileceğimiz deneyim birikimine sahibiz. Her şeyden evvel Kürt devrimi Rojava ve Bakur’daki savaşımın sorunları itibariyle Kürt liberallerin öncülüğünü apriori öne çıkaran üçüncü dönem tarz ve faaliyetini kapatmış görünüyor. 7 Haziran’ı 1 Kasım’a, belediyeleri kayyımlara kaybeden liberal siyaset yapılanması Haziran 2018’den bu yana yeniden çözüm masası kurmaktan daha öte bir söylem ve politika geliştiremedi. Oysa Kürt devriminin 2010’dan bu yana pratikleştirmeye çalıştığı dördüncü dönem, devrimci halk savaşı atılımına uygun bir sivil siyaset örgütlenmesi ve yönetimi ihtiyacındadır. Dört parçada belirleyici alanı Bakur olarak görüyor ve doğal olarak Türkiyeli devrimin geri konumundan rahatsızlık duyuyor, politik olarak olumsuz etkileniyor.
Birleşik devrimin Türkiyeli örgütlerine gelince; onlar birleşik hareketin inşa aşamasında birbirlerine olan ihtiyaçtan değil, Kürt devrimiyle yoldaşlaşma dolayımıyla bir araya gelmişlerse de Rojava’da yaşanan sıcak mücadelenin küçükburjuva hastalıkları öldüren ateşi içinde birbirleriyle yoldaşlaşmanın gereği ve mutluluğunu da keşfettiler. Artık birleşik devrimin olmazsa olmaz “temel halka”sını yakalama yönelimindeler.
“Temel halka” tanımını Atılım yazısından alıyoruz. Bu kavram birlik, birleşiklik üzerinden HDP değerlendirmesinin yapıldığı bu yazının kilit taşı durumundadır.
Birleşik hareketin örgütlenmesiyle birleşik devrim kapsamının stratejik ittifaklar parantezinin kapandığından hareketle, şimdiki temel görevin inançlar, etnisiteler, vb gibi emek sermaye çelişkisinin türev tezahürleri üzerinden yapılacak örgütlenmeyle “emek lehinde ve sosyalist devrim yönünde çözüme ulaştıracak yolun açılabileceği öngörüsü”ne tâbi olarak “Temel Halka” tezi Türk’ü Kürt’le, Alevi’yi Sünni’yle, mütedeyyini laikle birleştirerek bu birikimi sistemin karşısına dikmektir.“Yani birleşik mücadele … bu sosyo politik gerçeklik içinde devrime yürünen yol olarak kavranmalıdır.”
İnsan, tıpkı fıkradaki gibi, bu açılımı neresinden düzelteceğini şaşırıyor. Belki daha doğru bir takip sağlayabileceği için şuradan başlanmalıdır: Atılım yazısında bu güçle ifade edilmese de belirli düzeylerde yinelenen “Ortadoğu’dan İskoçya’ya kadar bir mücadele genişliği yürüten” bir örgüt öforisi (T. Akarsu, Etha, 19 Aralık 2019) değerlendirme, önerme ve yönelimlerin temel hareket noktasını oluşturmaktadır. Atılım yazısı birleşik hareketin örgütlenmesini kendi politik önderliğinin eseri olarak tarif ediyor. Normal koşullarda sorun değildir; doğru bir işin benimsenmesine yarayan her yaklaşım üzerinde konuşulması gerekmeyen bir olumluluk olarak kabul edilebilir. Ancak bu yaklaşım Kürt devrimiyle kendi yan yanalığını birleşik devrimin stratejik ittifakı olarak algıladığı takdirde birleşik devrimin örgütlenme ihtiyacındaki temel halkayı türev çelişkilerin çözümünde görme yanlışlığına düşmekten, haliyle birleşik devrimin kapsamını daraltmaktan kendini alıkoyamaz. Stratejik ve taktik bağlamlar arasında savrulmaktan Türkiye devrimini konuşurken bu devrimi Kürt devrimine tâbi olarak tasarlamakta olduğunu, Türkiye devriminin ihtiyaçlarını Kürt devriminin taktik ihtiyaçları üzerinden tarif ettiğini fark edemez. Bu koşullarda Kürt devriminin 2012’den bu yana yaşadığı 3. ve 4. dönem tarz ve yönelimleri arasındaki komplikasyonları görmezden gelerek Kürdistan alanında militan mücadelenin en ön saflarında yer alırken sivil demokratik alanda liberal siyasal yönelmeleri, daha ne istiyorsunuz diyerek eleştirisiz kabullenmek, liberal çizgiye karşı yöneltilen devrimci eleştiriyi “tasfiyecilik” le suçlayarak liberal çizgi adına savunma kalkanları kurmak mümkün olur.
Reformist ve Liberal Komplikasyonlara Karşı Stratejik Berraklık
Bütün bunlar niyedir? “Türkiye ve Kürdistan’ı aynı anda görme” çabasının iki ülkenin mücadele ve taktiklerine yansıması kaçınılmaz olan sınıfsal ve programatik farklılıkları “ıskalamak”tandır. Bu farklılıklar gereği, örneğin 2010 referandumunda Kürt devrimi boykot tavrı alırken bizler “hayır” propagandası yapmıştık. Keza daha yakın zamanda Kürt devrimi Kürt liberallerin CHP desteğine onay verirken bu politikayı eleştirmiştik, vb.. Ve bugün, HDP’nin “devrimci demokratik program”ıyla alternatif bir düzen sunduğunu söylüyor bize, Atılım yazısı. Aslına bakarsanız HDP programı yeni şekillenen Sol Parti manifestosundan bile daha geri bir muhtevadadır ama içinde bulunduğumuz aşama tam da “atılacak pratik bir adımın bir düzine programdan daha kıymetli olduğu” bir öznellik taşıdığı için programı değil, Atılım yazısının HDP’ye ve programına bu derece yüksek bir düzey yüklemesini tartışmak daha açıklayıcı olacaktır.
Eğer siyasal hattınız etnik, dini, vb. ikincil çelişkilerin çözümü zemininde sağlanmış bir birikimle emek sermaye çelişkisinin üzerine yürümek esasına göre kuruluyorsa, bu siyasal hattın her türlü nesnelliği olgunlaşmış bir devrimi, Türkiye devrimini, güncellemekten çok, devrime doğru bir “toplumsal ilerleme” muhtevası taşıdığı ortadadır. Egemenler üzerinden ezilenlerin kabulü doğrultusunda Türk’ün Kürt’ü, Sünni’nin Alevi’yi kabulünün, eğer ki fanatik bir aydınlanmacı değilseniz ancak sömürgeci ve gerici devlet yapısının dağıtılmasıyla mümkün olduğunu Atılım çizgisi de en az bizim kadar biliyordur. Hele ki dinciyle laik olanı birleştirmenin hiç de devrimci demokrasinin işi olmadığını, aksine bölge ve ülke bunalımı itibariyle Ortadoğulu sünni islamın ortaçağ karakteriyle sadece emperyalizmin ve sömürücü sınıflara ait olabileceğini, haliyle tarihsel gelişim için bu gericiliğin tasfiyesinin gerektiğini ve bunun bir devrim işi olduğunu da… Ama açıktır ki, taktik çizgiyi bir toplumsal ilerleme hattına oturtmak siyaseten reformizmdir ve Atılım yazısındaki reformist yönelim hangi sahanın devrimini hangi tarafa yönlendirmek istediğine dair taşıdığı konfüzyonun dışavurumudur. Atılım yazısı, Türkiye devriminin ihtiyaçlarını Kürt özgürlük mücadelesinin ihtiyaçları üzerinden okumaya çalıştığı için HDP liberalizmini dokunulmaz kılmak bu reformist siyaset kıskacının bir sonucu olmaktadır. Kaldı ki, Kürt devriminin de 4. dönem tarzını batıya taşımaya yöneldiği bir dönemde hala 3. dönem politikalarına takılı kalmak ne ezen ulus ne de ezilen ulus devrimciliğiyle uyumlu olabilir.
Burada, biraz uzatmak pahasına, Atılım yazısındaki kritik bir çaprazlığı gösterecek bir parantez açmak gerekiyor. Atılım yazısı “Ortadoğu’dan İskoçya’ya mücadele genişliği içinde” kendini stratejik bir momente bağlayamadığı için bir yandan Türkiyeli devrimcilere HDP’nin liberal politikalarını savunan reformist bir politik hat önerir, diğer yandan Kürt devrimini Türkiye devrimiyle birleşikliğe zorunlu gören bir söylem tutturur. Biraz sorunlu bir ifadeyle şöyle der: “Tarihin deneyimi birlikler niyetlerle değil zorunluluklar dayatır. Türkiye ve Kürdistan devriminin zorunluluğu da birleşik devrim ihtiyacıdır.” Bilinir ki, Leninizme tabiiyeti itibariyle Türkiye devrimci hareketinden herhangi bir örgüt, ezen ulus devrimcisi olma sıfatıyla ezilen ulus devrimine, yani Kürt devrimine kendine tâbi bir stratejiyi zorunlu göremez, öneremez. Aksi, sosyal şovenizme kapı açmak olur. Atılım edebiyatının -kendi köklerine yabancı gelmeden- “kurumsal” Kürdistani kimliğinin buna imkân verdiği söylenecek olursa o zaman Türkiye devriminin taktik arayışlarına ideolojik olanın dışında hüküm ve tavır geliştirmenin gereği boşlukta kalacaktır.
Bu durumda parantezi böylece kapayıp kapsayıcı ve bağdaştırıcı olmak üzere şöyle ilerlemek gerekecektir:
Sonuç:
İster Kürt devriminin 3. dönem politikalarını pratikleştirmek için olsun, ister 4. dönem politikalarını ülke metropollerine taşımak için olsun, isterse de Türkiye devrimini güçlendirip yükseltmek için olsun birleşik devrimin kapsamını sadece Türkiye ve Kürdistan devrimleri arasındaki eşgüdümle yeterli görmeyerek, bu birleşikliği fonksiyoner kılabilmek için aynı zamanda Türkiyeli devrimin kendisi için de bir birleşik devrim çerçevesi çıkarmasının zorunlu olduğu kabul edilmelidir.
Kürt devrimi bu ihtiyacı anlayabilmektedir. Yoldaşlar Türkiyeli birleşik devrim çerçevesinin iki ülke devrimlerinin birleşik hareketinin eksik ve yetersiz kalan “batı” tarafının tahkim ve yükseltilmesi için gerekli olduğu görebiliyorlar. Atılım yazısındaki tedirginlik gereksizdir. Yazının halüsinasyonlar envanterinde sıralandığı gibi Türkiyeli birleşik devrim örgütlenmesinin Birleşik Hareket’in kendisine ya da herhangi bir yapısına, yapılanmasına alternatif “ayrı yol tutan” “yeni birlik”ler tasarladığı, verili olanları “yok sayan”, onlardan “umutsuzluk içinde vazgeçen” bir yönelimi elbette yoktur ve olamaz. Ama Birleşik Hareket’in Türkiye sahasını aynı kapsam ve metodoloji etrafında örgütlemek Türkiye devrimci hareketinin güncel ve kaçınılmaz görevidir. Birleşik devrim hareketi içindeki Türkiyeli devrimci örgütler şimdi bunun arayışı içindedirler. Türkiye’de proletarya ve diğer emekçi sınıfların iktidarını Kürt devrimiyle sınırsız bir yoldaşlaşma içinde devrimci zorun çeşitli pratikleri üzerinden gerçekleştirme içeriğinde, yani Birleşik Devrimci Savaş çizgisinde bu örgütlenmenin oluşturulması yakın geleceğin potansiyel devrimselliğine öncünün hazırlığı için kaçınılmaz bir zorunluluktur.