Umut Yazıları

DevrimcilerKonuşuyor – Devrimci Hareket

1. SORU

İnsanlık, kapitalizmin yıkıcı/bozucu/öldürücü etkileriyle yüzleşirken, sermaye de kendi sisteminin sonuçlarıyla boğuşuyor; yeniden paylaşım ikliminde krizler iç içe geçiyor. Daha önce uzun aralıklarda rastlanan sermayenin “kara” günleri bugün peş peşe yaşanıyor. Muazzam boyutlarda büyüyen üretim kapasitesinin buna denk bir tüketim kapasitesiyle karşılanmıyor olmasının yanında, daralan pazar alanları, daha önceki paylaşım sonrasında büyüyen ve pazarda yayılarak rol almaya başlayan yeni aktörlerin varlığı süreçte gerilmenin, rekabet ve paylaşım ikliminin temel nedenidir. Buna, konjonktürel olarak Koronavirüs salgını ve petrol fiyatlarındaki düşüş/rekabet eklendi ve krizler iç içe geçti.

Mevcut tabloda Koronavirüs hızlandırıcı ve açığa çıkartıcı rol oynamış olsa da kapitalizm açısından sorun köklü ve yapısal. Şişirilmiş türev araçların patladığı 2008 krizinden sonra, düşük borçlanma maliyetlerinin dönemsel avantajları kullanılarak mali varlıklara soyutta abartılı bir değer kazandırma çabası devam etti. Ve sonuçta, dünyanın fabrikasına dönüşmüş ana tedarikçi Çin’de üretim durunca borsalar çöktü ve 15 trilyon dolarlık menkul kıymet yok oldu.

Bu süreçte ekonomiyi canlandırmayı amaçlayan önlemlerden biri de Merkez bankalarının faizleri sıfır tabanına çekmesi oldu. Ancak bu da çözüm olacak gibi görünmüyor. Bu süreçte tedarik zincirini bozan gelişmelerin eşliğinde hareketin ve yaşamın sınırlanmasına bağlı olarak bir tüketim krizi de yaşanıyor. Bu gelişmelerin, işsizlik dahil ekonominin hemen tüm boyutlarına olumsuz yansıması kaçınılmaz görünüyor. Koronavürisün etkisiyle beraber kriz koşullarında önümüzdeki süreçte sermayenin birikim modelinde değişimden çok sermayenin el değiştirmesi, iflaslar ve el koymalar beklenmelidir. Bu konjonktür, küresel boyutta ekonomik, siyasal ve sosyal krizin derinleşmesi halidir, dolayısıyla da devrimci durumun küresel boyutta olgunlaşmasıdır.

İç içe geçen krizler, virüse dair belirsizlikler, yayılmanın boyutu vb. nedenlerle “yeni/ilk” çağrışımı yapsa da Koronavirüs, daha önce yaşananların devamı, bizzat sermaye eliyle gerçekleştirilen ekolojik tahribatın sonucudur. Vebanın, Koleranın çıkış tarihine kadar gitmeye gerek yok, yakın tarihlerde Sars, Mers vb. örnekler yaşandı. Bunlar, sermayenin doğaya yönelik giderek çap büyüten saldırganlığının sonucudur.

Her zorlu süreçte ve salgınlarda olduğu gibi Koronavirüs karşısında da ticarileştirilen sağlık sistemi sınava giriyor. Özelleştirilen hastanelerin işlevsizliği ve kamucu anlayışın tasfiyesinin nelere sebep olduğu görülüyor.

Gerçekte hastalıktan kırılan kapitalizmin kendisidir. Koronavirüs sorunu bir şekilde aşılsa da devamında bozulan ve tahrip edilen doğa veya çarpık ekonomi kaynaklı farklı sorunlar beklenmelidir. Lenin’in asalak, çürüyen ve can çekişen kapitalizm olarak tanımladığı tekelci süreç bir yanıyla en büyüklere daha büyük avantajlar sağlarken diğer taraftan sonun başlangıcı anlamına gelmektedir. Özellikle küreselleşme ile beraber rakipsiz kalmışlığın dizginsizliği ile insanlığın tüm birikimlerini, kazanılmış tüm hakları ve doğanın tüm potansiyelini kâr öngörüsüyle boy hedefi yapan kapitalizm, sürdürülebilirliğin sınırına gelmiş durumdadır. Daha önce lokalize edilerek sömürge ülkelere aktarılan veya mevcut ülkelerin orta sınıflarının sırtına yıkılan krizin de ötelenebilmesinin sınırlarına gelinmiştir.

Özetle bugün dünyada yaşanan salgın, egemenlerin politik tercihlerinin sonucudur. Bu bağlamda salgınla mücadelede rastlanan çarpıklıklar da o politikaların devamı olarak görülmelidir. Deyim yerindeyse emperyalist güçlerin kendi gerilimine doğanın isyanı da karışmış, paranın gücü çare üretemez hale gelmiştir. Tüm bu gelişmeler iktidarların bir taraftan sermaye güçlerini gözetirken diğer taraftan halka yönelik daha baskıcı tercihlere yönelmesini beraberinde getirecektir. Buna sınıfsal bağlamda en güncel örnek Erdoğan’ın açıkladığı “Ekonomik İstikrar Kalkanı” planıdır. Plan, gerçekte sermayeye kalkan olmaktadır

Kitlelerin sokaklardan çekilmesinin bir süre daha süreceği görülüyor.  Bu nedenle içinden geçilen sürece hızla uyum sağlamak, güne uygun yeni araçları mücadele içinde etkin biçimde kullanmak ve rejimin sığındığı “aynı gemideyiz” söylemine karşı sınıfsal saflaşmayı bilinçlerde keskinleştirmek gerekiyor. Sürecin sonuçları henüz tamamen ortaya çıkmış değildir. Özellikle iflasların ve emekçilerin yaşamlarına yönelik etkilerin büyük ölçüde önümüzdeki aylarda ortaya çıkacağı görülüyor. Yani önümüzde henüz görünür olmayan bir yıkım var.

Halihazırda iktidar, insanları hastalanmaktan korumak yerine virüsün yayılma hızını denetlemeye yönelik bir strateji izliyor. Bu şekilde, sağlık sistemindeki yığılmaları önleyebileceklerini düşünüyorlar. AKP’nin virüsten etkilenen herkesin hayatını korumak gibi bir niyetinin olmadığı açık.

Özetle hem küresel hem de yerel boyutta toplumsal ısınmanın yaşandığı bir sürece giriyoruz. Öncelikle sürece müdahale etmeye yönelik, asgari ortak talepler etrafında bir eylem birliği zemini sağlanmalıdır. Bu devrimcilerin önündeki en öncelikli görevdir.

Ancak mücadelenin geneli açısından ezilen tüm kesimlerin taleplerini dolayısıyla da mücadele imkânlarını ortaklaştıran acil ve uygulanabilir bir programa ve örgütlenmeye ihtiyaç var. Bu anlamda birleşik mücadele için sorumluluk almak her zamankinden daha fazla önem taşıyor.

Bu süreçte mevcut sisteme karşı alternatif olan bütün sınıf ve katmanlara ulaşmayı hedefleyen bir anlayışa/görüşe sahip olmak zorundayız. Bu amaçla, sürece katılma potansiyeli taşıyan öznelerin eksiklerini ve farklarını değil ortaklıklarını yanlarını dikkate alarak, sisteme karşı olan bütün kesimleri cephesel tarzda örgütlemek acil bir ihtiyaçtır ve devrimcilere yabancı olan bir yöntem/tarz değildir.

2. SORU

Birleşik mücadele, Leninist Devrim Anlayışı’nın gereğidir; olmazsa olmaz önemdedir. “Hem parti hem Sovyet” diyen Lenin’in, “Tüm halkı savaştırmalıyız” diyen Giap’ın, “İçinde bulunulan tarihsel anda devrimden yana çıkarı olan bütün sınıf ve tabakalar halktır” tanımını yapan Mao’nun, parti-cephe bütünlüğünden söz eden Mahir’in işaret ettiği perspektiftir bu.

Mevcut koşullarda, “yalnızca öncüyle zafer olmaz; devrim kitlelerin eseri olacaktır” diyen Lenin’e kulak vermek durumundayız. Bu bağlamda devrimcilerin aktüel görevlerinin baş çelişme tarafından tayin edildiği, baş çelişmenin de açık faşizm ile halk arasındaki çelişme olarak değerlendirildiği bu tarihsel kesitte, birleşik mücadele tarihsel bir sorumluluktur, devrimde ciddiyet ısrarıdır.

Asgari demokratik bir program çerçevesinde oluşturulacak cephesel bir örgütlenmeyi mücadelenin başarısı açısından da asgari bir şart olarak gördüğümüz için birleşik mücadelenin geliştirilmesi konusundaki çabalarımız yıllardır olduğu gibi şimdi de gündemimizin ilk sırasındadır.

Tüm birleşik mücadele çağrılarına olumlu yargılarla/iyi niyetle yaklaşılması gerekir . Aynı yazıda “‘ol’ deyince gerçekleşen cinsten bir olay olmadığı geçmiş mücadele pratiklerinden çokça bilinen ‘birlik’ meselesi, bugüne dek ‘ya hep, ya hiç’  biçiminde ele alınmıştır. Türkiye sol geleneğinde birlikler, çoğu kez öznelerinin aralarındaki farkın altını çizmesiyle işe başlamış ve bu farkı büyütmüştür. Birlik olamama sebepleri dahi bir ayrıcalık, bir üstünlük gerekçesi olmuştur. İşte bu gelenek, bir araya gelinmesi gerektiğinde doğal olarak ‘birlik olmak için birlik’ ve birliğin hafife alınması biçiminde ürünler vermiştir. Birleşik mücadelenin, farkları yok eden değil farklara rağmen yürütülen bir zemin olduğu gerçekliği hemen herkes tarafından kabul görse de uygulamada farkların öznelleştirici etkisinin aşılamadığı, damar sertliği yaratarak kolektif çalışmayı güçleştiren (örgütte) dar grupçu, (bireyde) “ben”ci/bireyci alışkanlıkların sık sık nüksettiği görülmüştür.

Demokrasi bilinci, birleşik mücadele çabalarının tutkalıdır. Böyle bir bilincin olmadığı yerde farklılıklara tahammülsüzlük vardır; gerçekte bu, cepheleşmenin önündeki en büyük engellerden biridir. Birlikte hareket etme alışkanlıklarını geliştiren, örgütler arası mesafeleri engel olmaktan çıkaran ön adımlar gibi ön oluşumlar da gereklidir. ‘Birlik’ adımları somut ve uygulanabilir olmalıdır.

Aslında bugünkü koşullarda çeşitli biçimlerde gerçekleşen, birimler düzeyindeki eylem birlikleri yaygınlaştırılabilir ve ortaklaşabilmenin kültürünü örmeye hizmet ederse, en büyük adımlardan daha büyük işlevler görecektir. Aynı zamanda bu türden pratikler, çekincelerin yaşam içerisinde sınanması şansını vereceği için, daha ileri adımların da yolunu açacaktır. 

3. SORU

Düzeninin eksenine insanı değil kârı; dayanışmayı değil bezirganlığı koyan ve bu amaçla yağmayı, doğa talanını, tahribatı geliştiren sermaye güçleri, salgın vb. durumlarda ihtiyaç duyulacak araçları tek tek yok ettikleri için, bugün bu küresel bocalama yaşanıyor. 

Büyük olasılıkla kısa sürede devletin olağan dışı müdahaleleriyle daha dolaysız biçimde yüzleşeceğiz. Bu nedenle süreç, salgına da sınıfsal bakmayı, kolektif davranmayı, dayanışma ve ihtiyaç ağları içinde yer alarak sorumluluk üstlenmeyi gerektiriyor. Bugün salgın nedeniyle kimi noktalarda “sokaklardan çekilme” gündeme gelmiş olsa da dünya ölçeğinde ezilenlerin çeşitli nedenlerle ve yaratıcı yöntemlerle tepkilerini sokakta milyonların gücüyle ve birleşik sesiyle ifade eder hale gelmiş olması da sürecin niteliğine, sınıfsal gerilme ve ayrışmanın boyutuna dair bir kesittir.

İnsiyatifi ele almak, halka seslenmek, halkla beraber hareket etmek için zemin çok uygun. Sınıfsal algının üstünü örten “Koronavirüs eşit davranıyor” veya “hepimiz aynı gemideyiz” yanılgısına düşmeden saflaşmayı sınıfsal temelde sağlayacak yaratıcı yöntemler geliştirilmelidir. 

Bu süreçte, dünyanın çeşitli noktalarında gösteri yapan insanların eylemlerinde düşme/yavaşlama olacak; ancak kapitalizmin teşhiri, kârın değil insan eksenli projelerin, bireyciliğin değil kolektivizmin öneminin anlatılması ve anlaşılması için uygun zeminler oluşacaktır.

Bugün artık maddi zeminin uygunluğuna rağmen hiçbir kazanım kolay değildir ve kendiliğinden olmayacaktır. Bu sürecin insanları kolektif tavır alışlara yönelten niteliği çeşitli açılardan öğretici olacaktır. Virüsün etkisinin ne kadar süreceği belirsiz; ancak daha önce deneyim içinde kazanılmış örgütlenme ve dayanışma pratikleri bugün için nasıl gerekli ve değerli ise bu süreçte oluşacak deneyimler de sonrası için yararlı olacaktır.

Bilinir ki kitlelerin pratik/eylem içinde bilinçlenmesi de örgütlenmesi de daha hızlı/kolay olur. Süreç, niteliği gereği eleştirel bakanları, kolektif davranma eğilimi gösterenleri, dayanışma içinde olanları bir araya getirecek, yeni deneyimler kazandıracaktır.

Devrimciliğin hazır kalıplara sığmadığı, her durum için geçerli mücadele formüllerinin olmadığı gerçekliğinden hareketle söylersek, bugünün mücadele ihtiyaçlarının doğru okunup gerektiği gibi değerlendirilmesi, süreci güncel ihtiyaçlar eşliğinde uzun erimli bir ufukla karşılamayı gerektiriyor.

4. SORU

Küresel çapta devrimci bir durumun olgunlaştığını ve toplumsal ısınmanın ufukta olduğunu yukarıda söylemiştik ancak gerçekçi de olmak durumundayız. Biliyoruz ki ne virüsler, ne savaşlar ne de doğal felaketler sermayenin sınıf tavrını değiştirmez, hiçbir hak mücadelesiz kazanılmaz. Bu gerçeklik bize, döneme uygun ittifak seçiminden hedef tayinine kadar hemen her konuda sınıfsal ölçekler dahilinde bütünlüklü ve programlı davranmak gerektiğini gösteriyor.

Bu tablo, bilinç ve örgütlülük anlamında hazırlıklı bir toplumla karşılanabilmiş olsaydı sonuç çok farklı olabilir, gerçekten kimilerinin sandığı veya umut ettiği gibi adaletsizlikle, sömürü ve baskıyla malul iktidarların ve hatta kapitalizmin sonunu getirebilirdi. Ancak mevcut tablo bugün için böyle bir değişimi haber vermiyor.

Hastalıkların felaketlerin vb. kendiliğinden, soyut bir anlayışla olumluluklar, toplumsallık veya komünizm doğuracağı ütopiktir, gerçekçi değildir. Kapitalizm koşullarında bu türden doğrudan sonuçlar beklemek, kapitalizmin bozucu etkilerini, boyutlarını ve neler üzerine nasıl tahkim edildiğini anlamamaktır.

Toplam tabloya bakılırsa bu türden gelişmeler insanları kendiliğinden sosyalizme doğru zorlamıyor, böyle bir toplumsal zemin yok. Aksine, (ülkemiz özgülünde söylersek) sınıfsallık üzerine Yenikapı ruhunun/şalının tekrardan örtülmesi ihtimali var. Burada gerçek nedenlere işaret etmeden, burjuvaziyle aynı gemide olunmadığı, virüsle mücadelede de adaletsizliğin olduğu öne çıkarılmadan, bu bilinçle örgütlenmeden doğacak kendiliğindenci sonuçlar halkların lehine olmayacaktır.

Bu tartışma kriz kavramıyla beraber sürdürülebilir. Bilindiği gibi kriz için de mücadele isteğini açığa çıkatıcı niteliklerden söz edilir. Ancak hiçbir krizle sistemin kendiliğinden yıkılmayacağı da bilinir. Bugün artık kapitalizmin etkisi, ütopikler döneminden çok daha öte ve köklüdür. Ütopiklerin akıl, aydınlanma çağına dair naiflik de içeren yaklaşımı anlaşılır niteliktedir. Ama bugün için, ütopyalara sahip olmanın olumlu yanları olsa da sistemin hiçbir zorlanma noktasında kendiliğinden çökmesi veya çözüm doğurması beklenmemelidir.

Anlatmaya çalıştığımız ve üzerinde durulması gereken olgu, kriz dönemleri dahil hiçbir sarsıntı veya tıkanmanın sistemi kendiliğinden yıkmayacağı, alternatifini üretemeyeceğidir. Evet bu tür gelişmeler insanların sistemi sorgulamalarını, çözüm arayışlarını vb. hızlandırabilir; ancak buna mutlaka örgütlülüğün, mayalayıcı, hızlandırıcı ve bilinçlendirici bir mücadelenin/çalışmanın eşlik etmesi gerekiyor.

Paylaşın