Gençlik, Gündem

Çöle Su Olmak (2)- Can ÇILDIR & Bekir AÇAR

“ İnsan bir kez yaşar bir kez ölür. Devrimci her ikisini de doğru yapandır.” (Ulaş Bayraktaroğlu)

Bizler halkın ekmeğini, yoksulun rızkını çalanlara karşı savaşanlarız. Bizler kırıntıları değil, dünyayı isteyenleriz. Hedefimiz, bu sömürü düzenini baştan aşağıya yıkmak ve komünizmi kurmaktır. ‘Zafere kadar hep birlikte’ şiarıyla dinlenmemek üzere yola çıkanlarız. Yürüdüğümüz yol; uzun ve engebeli bir yoldur. Bu yolda bazı anlarda daralma, tıkanıklık baş gösterebilir. Yolun haritasını çizecek olanlar da engebeleri aşma iradesine sahip olanlar da bizleriz. Bu köhne düzeni yıkma ve komünizmi kurma faaliyetini bir meslek olarak değil, bir oldurma sanatı olarak tarif ediyor ve yazımızı bu temellerde kaleme alıyoruz.

Devrimcilik bir meslek mi yoksa bir yıkıcı-kurucu oldurma sanatı mı? Kravatlılar için en başından beri meslektir, kravatlılar girdikleri alanın bir çalışma olduğuna inanır ve değişimin değil aynılığın, üretimin değil tüketimin, sınırsızlığın değil dar zamanın kazandırdığı küçük zaferlere güvenirler. Oysa on kat aşağıda çay yapanlar bir ‘oldurma sanatı’nın içerisinde olduklarını bilirler. Onlar, gösterişli takımların altındaki şablonu çoktan kırmış, emeğin, alın terinin tarifini bizatihi göstermişlerdir. Var etmek ve varolanı değiştirmek oldurucuların elindedir. Yani yıkıcı-yapıcı gücün kendisi mesleğin değil, oldurmanın sanatıdır. Böyle bir benzetmeden sonra kısaca açıklayalım: Devrimcilik meşakkatli, özverili ve sabırlı olmayı gerektiren bir emek sürecidir. Böyledir, çünkü devrimci olduğu iddiasında bulunan ve devrimi hedefleyenler, bir yıkma-kurma faaliyeti içerisindedirler. Az sonra üzerinde tekrardan duracağımız gibi, karşımızda yüzyıllardan bu yana hüküm süren kurulu bir düzen vardır. Bizlerin asli amacı, bu düzeni topyekûn yıkmak ve yerine yeni bir düzeni kurmaktır. 

Devrimci mücadele bizler görelim ya da görmeyelim, hissedelim yahut hissetmeliyim her an düzenin saldırıları altındadır. Bizlerin görevi ise hem bu saldırıları savuşturmak hem de bu saldırılar altında yarını kurmaktır. Doğrudan sistemi hedef alan, sistemin fay hatlarını, kırılgan yanlarına yönelen, çizili sınırların dışına çıkan bir devrimci mücadelenin ancak zaferi getirebileceğinin bilincindeyiz. Devrimciler, dünyayı değiştirme gayretindedir ve yapılması gereken mücadeleyi her koşulda iktidar hedefli bir perspektifle sürdürmek, her bir mücadele ortamında aktif rol almak ve devrime hizmet etmektedir. Bizlerin mücadelesi, haklı ve meşru bir mücadeledir. Düşmanının çizdiği sınırlar içerisinde kalanlar, ancak muhalefetçilik yaparlar.

“Muhalefetçilik sistemiçi işbirlikçi bir yaşam biçimidir. Sistemle muhalefet arasında karşılıklı faydalanma ilişkisi vardır. Muhalefetçi sahtekârca işçi sınıfı ve halkın potansiyel devrimci enerjisinin harekete geçmesini durdurmaya çalışır. Bu görevin ifası karşılığında burjuvazi muhalefetçiye dokunmaz ve muhalefetçinin bulunduğu konumun imkanlarından faydalanmasına izin verir. Adı konsun ya da konmasın işbirlikçi muhalefetçiyle sistem arasındaki anlaşma budur.” (Ulaş Bayraktaroğlu)

Bizlerin derdi ise muhalefetçilik değil devrimcilik yapmaktır. Bizlerin hedefi, iktidardır ve iktidar, egemenlerden ezilenlere masa başında oturarak değil bizzat yaşamda, canımız pahasına mücadele edilerek alınacaktır. Biz devrimcilere zaferi getirecek olan devrimci mücadelemizdir ve bizleri düz asfaltlı yollar değil, sarp yamaçlı yollar beklemektedir.  

 Devrim ve devrimcilik birbirine kopmaz bağlarla bağlanmış iki kavramdır. Bu iki kavram ancak bir araya geldiği zaman bir bütünlük ortaya çıkar. Devrim ve devrimcilik birbirlerinden ayrı ele alınırlarsa ortaya hedeften bihaber, ne yaptığı belli olmayan insanlar toplamı çıkar. Devrimciler, devrim için mücadele eden, savaşan kimselerdir. Devrimcilik de devrimi yapma gayesinde olan bizlerin verdiği savaşımdır. 

İnsanı insan yapan en önemli özelliklerden biri de emektir. İnsan olma sürecini üretimiyle ve emeğiyle ilerletir. Herhangi bir emek ortaya koymayan kişi/kişiler gittikçe insan olmaktan da uzaklaşırlar. Mademki emek insan için bu kadar önemli o halde, devrimcilikte emekten kopuk olamaz. Üretmeyen, emekten kopmuş insan başta kendisine daha sonra topluma yabancılaşır. Devrimcinin emeği, “örgütlemektir”. Bir insanı, eylemi, imkanları, ilişkileri, bütün bir hayatı örgütlemektir. Bugün bizlere önceden yaratılan hiçbir olanak ve imkanla yetinmemeli, kendimize yeni imkanlar ve olanaklar yaratmalıyız. Bizlere bugün verilen olanaklar zamanında yoldaşlarımızın bedeller ödeyerek kazandığı olanaklardır ve bizler bunları tüketen pozisyona düşersek mirasyediliğe mahkûm kalırız. Parti bürolarımız, yayınlarımız, bin bir emek sonucu ortaya çıkmış şeylerdir. Her daim aklımızın bir köşesine not alıp mevcut olanakları aşan bir pratik sergilememiz gerektiğini unutmamalıyız. Hiçbir üretim faaliyetinin içerisinde yer almayan insan kendisi ile yabancılaşmanın önünü açar. Bizler tüketen/tüketici değil üreten/üretici olmalıyız. 

 Günümüzde devrimcilik “irtifa” kaybettirilmeye çalışılmaktadır. Gezi direnişi ile sokaklara çıkan milyonlar, artık eskisi gibi yönetilmek istemediğini açıkça beyan etmiş, köklü bir değişim talebinde bulunmuşlardır. İktidar, halkların öfkesinin kendini alaşağı edeceğini bildiği için dindirmek için Gezi sonrası süreçte devrimcilere yönelik saldırılarını arttırmıştır. Ülkenin dört bir yanında katliamlarla, gözaltılarla, tutuklamalarla, devrimcilere yönelik baskı, imha ve tecrit politikasını arttırmıştır. Devrimcilerden yana esen rüzgârı tersine çevirmeye çalışmıştır. Bugün yalnızca baskının karşısında bir güç örgütlemekle beraber ideolojik ve kültürel anlamda da bir güç olma çalışmalarımıza önem vermemiz gerekmektedir. Özellikle 2015 sürecinden sonra yoğun saldırılara maruz kalan devrimci hareket, nicel açıdan güç kaybetmesinin yanında ideolojik olarak hegemonyası da ağır bir tahribat almıştır. Egemenlerin sindirme politikaları, devrimciliği belirli bir alana sıkıştırma çabaları, devrimcileri zayiata uğratmıştır. İdeolojik ve kültürel hegemonyasını açıktan hissettiren iktidar, Grup Yorum’un konserlerinin yasaklanması, üyelerinin tutuklanması ve kırmızı listelere alınması, iktidar karşıtı söylemleriyle soruşturmalar geçiren sanatçıların olması, AKP iktidarının kendine ait nüveleri barındırmayan, topluma başka bir yaşantının var olabileceğini gösteren her türlü olaya karşı açmış olduğu savaşın, kendi kültür yaratımını üretmeye çalışmasının boyutlarını ortaya koyan onlarca örnekten sadece bir kaçıdır. AKP karşısına çıkan sıkıntıların her birinden (ekonomik kriz, toplumsal muhalefet gibi) kendi hegemonyasını gündelik hayatta kitleler nezdinde yeniden üretebilmeyi başarmıştır. Devrimcilik, yalnızca kitlelerin bize yaklaştığı zamanda yapılmaz. Aslolan ve olması gereken içinden geçtiğimiz süreçlerde de devrimcilik yapmak ve devrimci kalabilmektir. Bugün bizlere düşen kültürümüzü ve ideolojimizi gözümüzün gördüğü, ayağımızın gittiği, elimizin dokunduğu her alana taşımak ve yaşatmaktır. Sistemin ideolojik-kültürel hegemonyasını ancak kendi öz-kültürümüzü ve ideolojimizi yaşayarak, yayarak, yaşatarak alaşağı edebiliriz. 

Devrimci mücadele bizlere bazı ihtiyaçlar da dayatmaktadır. Gösterişte takımlarının üzerine buruşuksuz kravatını çekenler, bulundukları şablon itibariyle bu ihtiyacı göremeyecek ve karşılayamayacaktır. Ancak ‘olduran’lar, ruhunu zamana ve mekâna ayarladıklarında ruhları, dönemin ruhu ile bütünleşecektir. Dönemin getirdiği pozitivist, aydınlanmacı insandan farklı olarak, ‘oldurucu’ların ruhu yakalayabilme yeteneğinde olmaları; onların yaratıcı gücünden soyut, genel geçer, şabloncu olmamaları/olamamaları, mevcut düzenle bilinç ve yaşamsallık anlamında çelişmeleri ve somut-pratik, özgünlük noktalarının bilinçlerinde kendiliğinden bulunmasıdır. ‘An’da farklılaşan koşulların gerektirdiği ve ihtiyaç duyulan, tarz, yöntemleri alıp yayarak, geliştirerek yeni ile uygulamaktır. Peki yeni dönem bizden ne bekliyor? Çok açık ve net: Düne göre daha dar anlamıyla açığa çıkan, ancak potansiyelinden bir nebze kaybetmemiş içten içe büyüyen enerjiyi militan meşru mücadele ile cüret edip dövüşenler gücüne dönüştürmektir. Dönemin ihtiyacı, artan faşizm baskılarının, açlığın ve ölümün karşısında geriye çekilmiş, beklemeciliği örgütlenmiş kitleleri moral ve cüretle faşizm karşısında direnişe örgütlemektir. Aynı zamanda dönemin ve mücadelenin ihtiyacı, uygulanacak ve uygulanmakta olan tarz ve yöntemlerle sınanacak daha berrak yollara yön gösterecektir. Devrimciliğe irtifa kaybettirilmeye çalışılıyor ama unutmayın bu geminin kaptanı bizleriz, rotamız net, zeminimiz sağlam. Örgütlülüğümüzü gücümüzden cesaretimizi tarihten alıyoruz.

Yaratıcılık sorunu devrimci hareketin karşısına yıllardır çıkan bir sorundur. Belli pratiklerle bu sorun dönem dönem aşılmış ancak hala sorun olmaktan çıkamamıştır. Sürekli yeniyi düşünmek her bir devrimci kadronun önceliğidir. Kitleler ile kuracağımız bağın kapsamı ne kadar geniş ise yaratıcılığımız da o kadar geniş olmak zorundadır.  Engellere ve sorunlara kilitlenmiş gözler devrimci yaratıcılığa sahip olamazlar, engeller arasına sıkışıp kalırlar. Oysa bizim yapmamız gereken her ne durum da olursa olsun imkanlarımızı sonuna kadar kullanmak ve yeni imkanlar yaratmaktır. Bu da ancak soruna diyalektik bakabilen göz ile başarılır. Karşımıza çıkan ihtiyaçları ve sorunları ancak yaratıcılığımızla çözebiliriz. Üreten ve yaratan pozisyonda olduğumuz sürece hem bu özelliklerimiz gelişecek hem de ihtiyaçlara hızlı çözümler üreteceğiz. Bizler dünyayı değiştirmekten bahsediyorsak, asla kendimizi sınırlandırmamalıyız çünkü gecenin en karanlık anı, şafağa en yakın anıdır.

Bizler, sistemin dayattığı ataerkil, erkek egemen yanlarımızla savaşmalı ve bu savaşımı kendi içimizde sürekli kılmalıyız. Devrimci saflarda mücadelenin baş düşmanlarından birinin erkek egemenlik olduğunu kendimize sık sık söylemeliyiz.

Devrimci mücadele insanı ve insani değerleri savunma ve sahip çıkma, karşı değerlerle savaşma mücadelesidir. İnsanın insana, kendisine yabancılaştırıldığı, insanın özündeki komün ruhunun ise sistem tarafından saldırı altında olduğu hissedilir bir gerçektir. Bizlerin özünde bulunan ve bugün yok edilmeye çalışılan ancak zaruri durumlarda ağızlara gelen paylaşma, dayanışma gibi kavramların içinin boşaltılmasına izin vermemeliyiz. Bu gibi değerleri yaşatacak olan biziz ve bunları pratikte sergilemeliyiz. Komünal değerlerimiz günden güne tahribata uğramakta, sistem tarafından içi boşaltılmaktadır. “Biz” den “ben”e doğru giden, dayanışmadan ziyade benciliğin öne çıktığı bir dönemden geçiyoruz. Kendi komün değerlerimiz bizlerin sahip çıkacağı ve hayatımızı idam ettirirken bizlerin aynı zamanda yaşatacağı değerlerdir. Her fırsatta bu değerlere yoğunlaşmalı ve yeniden yaşama nüfuz ettirmeliyiz. 

Bizler, yoldaşlarımızdan bizlere miras kalan mücadele birikimini yeterli bulmamalı, bu birikimin üstüne koyma gayretinde bulunmalıyız. Unutmayalım ki, uğrunda dünyayı değiştireceğimiz bir mücadeleden bahsediyoruz. Asla hazır olanla yetinmemeliyiz. Yoksa bu birikimi sahiplenmekten ziyade, mirasını yeme durumuna düşeriz. Zamanında yaşanan ve bizlere taşınan birçok pratik, somut örnek ve olaylar önümüzdedir. Hazıra konan bir anlayış hem bizlerin düşünce dünyasını daraltır hem de mücadelenin sınırlarını daraltır. Geçmişte yaşanan pratiklerden, bizlere kalan mirastan gereken dersi çıkarmalı ve yeni yaratımlar üzerine vakit kaybetmeden çalışmaya başlamalıyız.

Aynı zamanda devrimcilik, döneme veya konjonktüre göre sınırlandırılmamalıdır, ufkumuzu dönemin ruhu ile birlikte genişletmeliyiz. İçinde bulunulan sürecin devrimci görevleri, ihtiyaçları ile kendi hareketimizi kısıtlarsak devrimciliğimizi tek bir alana sıkıştırmış ve dolayısıyla hapsetmiş oluruz. Örneğin; 80 öncesi mücadele döneminde, diğer dönemlere göre kitlelerle buluşma, sınıfla buluşma daha ileri safhadaydı ancak devletin sivil faşistleri organize etmesiyle birlikte mücadele sadece anti-faşist mücadele alanına sıkıştırılmış oldu. Anti-faşist mücadeleye bir itirazımız söz konusu olamaz ancak iktidar perspektifinden uzak, yalnızca bir alana sıkışmış, devletin taktik-yönetimi altına girmiş mücadele, dönemin konjonktüründe sınırlı kalmıştır. Devrimcilik, devri tanımlamaktan geçer. Bizler, yaşadığımız süreci bütünlüklü olarak ele almalı ancak kendimizi bir alana hapsetmemeliyiz. Önümüzde devrimden sonrasını da örgütleyeceğimiz bir dünya var. Mücadelemiz hiçbir zaman bunun aşağısını hedeflememelidir, ufkumuzu geniş tutalım, sınırlarımızı yok edelim. 

Devrim yalnızca şiddeti içermez. Devrimci zor, devrimin kopmaz ve sarsılmaz bir yanıdır ancak devrim kültürel, ahlaki, sosyal ve ekonomik her bir alanda kökten sarsıcı bir değişimi de içerir. Burada da karşımıza devrimci bilinç ortaya çıkar. Devrimci bilinç, yalnızca yaşanılan anı, devrimi değil devrim sonrasını da düşünür. Devrimci bilinç, gerekli anlarda değişime uygun kararlar alan, inisiyatif sahibi bilinçtir. Devrimci bilinç devrimciyi hedefe(devrime) götüren, mücadeleyi üst safhalara çıkarmasını sağlayan, yaşamın her bir alanını örgütleyen/örgütleten bilinçtir. Devrimci bir bilince sahip olmayan, devrimcilik iddiasında bulunan bireyler hayatı okurken öyle ya da böyle burjuvazinin saldırılarından nasibini alır. Bilincimiz bizim en önemli mücadele silahlarımızdandır. Her birimiz gereken anda gerekli yerde değişime özgü kararlar alıp uygulayabilen, aynı zamanda her bir süreç içerisinde inisiyatif ve sorumluluk alabilen, devrimci bilincini sürekli açığa çıkaran ve bu bilinç doğrultusunda hareket eden devrimciler olmalıyız. 

Devrimci, tasfiyeciliğin, statükonun, reformizmin, düzen sınırları içerisine hapsolmuş “devrimciliğin” karşısında her zaman kendini yeniden üreten pozisyonda ve tam karşısında yer almalıdır. Hiçbir şey değişmez değildir. Günün ihtiyaçları, mücadele araçları değişim göstermektedir. Bu değişim karşısında devrimciler günün ihtiyaçlarına göre hareket edebilmelidir. Kalıplaşmış ancak günün ihtiyacını karşılamayan her türlü mücadele yönteminin, yapılan eksik/yanlış okumaların terk edilmesi öncelikli görevlerimizdendir. Burada statükocu bir yaklaşım, hem devrime hem de devrimciye zarar verir. Bizler, devrim ve sosyalizmi uzak bir gelecek olarak değil ‘an’da görüyoruz. Düzenin sınırları içerisine daralan, reformist çizgiler bizim ayrıca mücadele edeceğimiz, teslim olmayacağımız yaklaşımlardır. Bizler biliyoruz ki, sınıflar arası uzlaşmaz bir çelişki vardır ve zaferi işçi sınıfının savaşımı getirecektir. Ancak reformizm sınıfların mücadelesini değil sınıflar arası iş birliğini savunur. Mücadele içerisinde karşılaştığımız bu tarz çizgilere alanlarımızı bırakmamalı, her fırsatta hesaplaşmalıyız. 

“Bir eliyle reformları veren liberal burjuvazi, öteki eliyle bunları durmadan geri alır, hiç derekesine indirir, işçilerin köleleştirilmesi, tek tek gruplara bölünmesi, emekçilerin ücretli köleliğin ölümsüzleştirilmesi için bunlardan yararlanır. Bu yüzden reformculuk, tam anlamıyla içtenlikle söylenmişse bile, gerçekte burjuvazinin işçilerin isteğini kırmasına ve güçlerini ellerinden almasına yarayan bir alete dönüşür. Tüm ülkelerin deneyimleri gösteriyor ki, işçiler ne zaman reformculara inanmışlarsa, hep aldatılmışlardır… Reformcular, sadaka yardımı ile işçileri parçalamayı, onları aldatmayı ve onları sınıf savaşımından döndürmeyi düşünürler…” (Lenin, Marksizm ve Reformizm) 

Ajanlığın, itirafçılığın, işbirlikçiliğinin, zamanında yan yana mücadele yürüttüğü insanları yarı yolda bırakıp, kendi çıkarları doğrultusunda iş birliği yapanların varlıkları mücadele içerisinde karşımıza çıkmaktadır. Bu gibi durumlarda, örgütlü devrimci yaşam çerçevesinde düşünmek kazandırıcıdır. Kişilik bozumuna uğramış, kaçarken bataklığa saplanmış olanlar kendi “haklılık(!)” paylarını çıkararak devrimci saflarda duygusal tahribat, moral ve motivasyon düşüklüğü yaratmaya çalışır. Bu çalışma biçimi, kendinin çıkamadığı bataklıkta yalnız kalmamak, toplumdan dışlanmamak ve ihaneti de derinleştirmek, genelleştirmek için oluşmaktadır. Bizim yoldaşlarımızla duygusal bağımız, değer ölçütümüz toprağında altında olanlardan gelir. Toprağın üstündekilere yaklaşırken de tedbirin, gelişimin, mücadeleye, halka ve partiye inancın elden bırakılmadan yaklaşılması gerekilmektedir. Unutmayalım ki, devrimcilik yalnızca onurlu insanların ve onuruna sahip çıkanların omuzlarında yükselir. İnsana, insanlığa yakışır bir mücadele dünyanın en onurlu ve meşru mücadelesidir. Bugün bu mücadele, her şeye rağmen bizlerin omuzlarında yükselmektedir. 

Devrimcilik anlayışımızı dağınık, bozuk, iktidar perspektifinden uzak anlayışlar karşısında yeniden ve yeniden üretmek, savrulmuş kişiliklerle ve içimizdeki savrulmalarla mücadele etmek en temel zorunluluklarımızdan biridir. Bizler iktidarı hedefliyor ve alacağımızı söylüyorsak karşımıza bizzat iktidar aygıtını koymak zorundayız. Yarının yönetenleri bizler olacaksak, bugünden iktidara yönelmeliyiz. İktidardan uzak bir perspektif bizleri olduğumuz yerde saymaktan geriye götürmekten başka bir şeye yaramaz, var olan potansiyel ise devrimci enerjiyi sömürür. 

Tüm bu yazdıklarımızın yanında bizlerin her zaman yanı başında olan ve bizlerle aynı yolu yürüyen yoldaşlarımız vardır. Yoldaşlarımızla, şeffaf, saf bir ilişki zemininde, dostlar meclisi içerisinde dertlerimizi paylaştığımız, sıkıntılarımızı giderdiğimiz, dayanışmanın sürekli kılındığı, birbirimizi daima ilerleten, adım adım devrimi ören bir ilişki temelinde bağ kurmalıyız. Devrime yürüdüğümüz beraber devrimcilik yaptığımız yoldaşlık ilişkisinin doğru kurulduğu takdirde bizim için vazgeçilmez bir bağdır. Çünkü devrim mücadelesini beraber omuzluyor, her türlü zorluğa karşı beraber göğüs geriyoruz. Aynı anne karnından doğmamışızdır ancak bizden öte kardeş de yoktur. Yoldaşlarımız bizim devrimciliğimizi ilerleten, devrime bizleri adım adım yaklaştıran rehberimiz ve hayat paylaştığımız insanlardır. Yoldaşlarımıza sıkı sıkıya bağlı olmalı ve kurduğumuz ilişkide yapaylıktan, sahtelikten uzak durmalıyız. 

Engeller, sorunlar, yanlışlar, hatalar nasıl bizim ile var oluyorsa, çözümler, doğrular da bizim ile vardır. Yeter ki kendimizi sınırlandırmadan, sürekli üreten, emek veren, örgütleyen olalım. Ufukta görüneni değil, görünmeyi bulmanın sırları bizde yeter ki ufkumuzu görünenle yetindirmeyelim. Hakikatinde Hakk’ın da defteri, kelamı bizde gizli yeter ki Paramaz’ın sesine kulak verip yüreğimizdeki devrimci hücreleri uyandıralım. Çöle su taşımaktan korkmak, çöle su olmaya çalışırken susuzluktan ölmek, bu düşünceler bizleri duraksatabilir ancak unutmayalım, toprağın altı da bir üstü de, korkunun ecele faydası yok ise ilke ve ölçüler çerçevesinde sınırsızlığın, militanlığın, cüretin örgütleyiciliğini kuşanalım. Çöl muhteşem gözüküyor, çöle su olmak için yola düşenler yaşamın, kâinatın, hakikatin özüyle buluşacaktır. Gün yeni kuşakların günüdür, gün, çöle hapsedilip ölüme terk edilmiş olanların su olma kudretiyle, çöle hapsedenlerin düzenini tarumar edecektir. 

Unutmayalım, toprağın altı da bir üstü de bir demiştik; düşenlerimizin ölümsüzlüğü bir çağrıdır, nesillere, çağlara, dağlara. Çağrıları, yüreklerimiz de. Onlarsız ama onlarla ‘zafere kadar hep birlikte’.

Paylaşın