Uzun yıllardır “kadınların tarihsel yenilgisini” ve patriyarkanın üzerimizdeki sistematik baskısının, tahakkümün, cinayetlerin, tecavüzlerin, tacizlerin sonunu getirecek “büyük mücadeleyi”, kadınların kurtuluşunu tartışıyoruz, yazıyoruz, kavgasını veriyoruz; bu mücadelede birlikte yürüdüğümüz her kadınla tanışmamızda biraz daha umutlanıyoruz. Gittikçe büyüyoruz ve güçleniyoruz. Gücümüz, dünyanın farklı yerlerinde patriyarkanın kurumlarını ateşe verecek kadar, meydanları adım atamayacak yer kalıncaya dek dolduracak kadar büyük. Büyüyen kadın direnişinin karşısında patriyarka saldırısını, araçlarını geliştiriyor. Diğer yandan, bu direnişin büyüklüğü karşısında artık bugün açıkça savunamıyor da varlığını. Farklı görüngülere, “kadın ve aile politikalarına”, liberalizme ve küçük reformların ardına gizliyor baskıyı. Buna rağmen, her gün ölüm, dayak, baskı devam ediyor. Her şey açıkça ortada: inancının peşinden giderken “aileyi” ve “kocayı” reddeden Meryem’den bu yana süregelen “var olma” mücadelemiz bugün hiç olmadığı kadar güçlü. Hikayeye göre Meryem, Magdala’da yaşarken, açlığın ve sömürünün olmayacağı bir düzen vaadiyle gelen İsa’nın peşinden sorgulamadan yola düşmüş ve idealindeki düzenle arasındaki “büyük taşı” gören ve bunu nasıl kaldıracağını sorgulayan bir kadına dönüşmüştü. Erkek egemen bir dünyada, sömürüsüz bir düzen idealiyle Meryem olabilmek ve o “büyük taşı” kaldırmak için bir yol arayışı, bir metafor olarak bilincimizin bir köşesinde dursun. Hikayenin bugününe gelelim şimdi.
“Pes artık”
Yeni infaz yasasıyla birlikte serbest kalan katillerin ardından böyle dedik: “pes artık”. Serbest bıraktıklarınız, kadınları döven, ezen, tehdit eden erkekler, daha fazla kadın katliamının önünü açacak diyerek “uyardık”. Bu diyaloğa karşı taraftan gelen cevap şu oldu: “hayır, bu katil yeni infaz yasasıyla değil, bu düzenlemeden daha önce serbest bırakılmıştı.” Katile katil diyerek, patriyarkanın “milletvekili”, bu cinayetteki payını görünmez kılıyordu. Uzunca bir zamandır, söylemi tekil tecrübenin hukuki detayları üzerinden kurduğumuz için, hesap sormak yerine patriyarkayla karşılıklı bir tartışma halindeyiz. Oysa, söylem ve eylem, politikayı birincil olarak ve birlikte belirler. Birbirlerini birlikte, karşılıklı olarak var ederler. Ve gördüğümüz gibi, “pes artık” diyerek kınamak, “yeter artık” dedikten sonra devamını eylemle örgütleyememek, politik bir yılgınlıkla sonuçlanıyor. Güçsüz, yılgın ve çaresiz hissediyoruz çünkü nereden, kimden güç alacağımızı göremediğimiz bir bulanık hat var karşımızda. Hapisten bir elinde bavulu, diğer eliyle bozkurt işareti yaparak çıkan, kendisini “affeden” devletini kutsayarak evin kapısını çalan adama karşı kapıyı açmadığında eziyetin daha da büyüyeceğini ve bu adamı kimsenin durdurmadığını düşünen her kadın, evin kapısı bir kez daha ve mecburen açıyor. Peki neden? Çünkü evin kapısını, içerden, kadınlarla birlikte bu adamların yüzüne çarpacağımız bir örgütlülüğe ihtiyacımız var; “pes artık” diyerek patriyarkayla diyaloğa, tartışmaya girmeye değil… Bir kadın, eski kocası tarafından kaçırıldığını, alıkonduğunu, dövüldüğünü, tehdit edildiğini sosyal medyadan haykırıyorsa, adamın ismini açık açık veriyorsa, bunun tek bir anlamı var: “bu adamı durdurun” demek. Şimdi şunu sormalıyız kendimize. Bu adamları durduracak olan kim? 9 yaşındaki Ceylan’ın katilini eşine şiddet uyguladığı için tutuklayıp 6 ay sonra tutuksuz yargılamak üzere serbest bırakan yargı mı? Kendini, “bu adam bizim infaz yasası düzenlememizden daha önce serbest bırakılmıştı” diyerek aklayan devlet mi? Bir kadının şiddet gördüğünü, tecavüze uğradığını sadece kayda almak için bile faille arasında bir ilişki olmadığına ikna olmak isteyen kolluk mu?
Son darbeyi vurmak
Hikayeye dönersek, yola çıktığında Meryem, aileden, babadan, evlilikten özgürleşerek kadınlara, “yenilginin tarihsel olmadığını” hatırlatıyordu. Bu metafor, bugün bizim için de geçerli. Tek bir ihtiyacımız var: kurtuluşumuzun önünde bir büyük “taş” var. O taşı yerinden kaldırmaya tek başımıza gücümüz yetmiyor. El ele vererek kaldıracağımız taş, son büyük darbe, “pes artık” diyerek patriyarkayı teşhir etmenin ötesine geçerek yerinden oynayabilir ancak. Hiçbir kadın, kurtuluşunun önündeki o ağır taşı tek başına kaldıramaz. Evet, o taşın var olduğunu gördüğümüz ve kurtuluş için bir yol aradığımız bir tarihsel süreçteyiz. Kimse baskıya, tacize, tecavüze, dayağa, ölüme boyun eğmek istemiyor. Aslında yenilgimiz tarihsel değil. Aslında yenilmedik. Direniyoruz ve savaşıyoruz. Fakat bunu tekil olarak, hayatta kalmaya dair bir içgüdüyle yapıyoruz, örgütlülükle değil. Örgütlülüğümüz ve dayanışmamız halen evleri doldurmadı, halen hayatları dönüştüremiyor ve halen hesap soramıyoruz. Şimdi kadınlar bize soruyor: “kim kaldıracak bu taşı?” Artık bir araya gelip, yaşamak isteyen kadınların çağrısına nasıl cevap vereceğimizin, nasıl hesap soracağımızın ve sorulacak hesabı nasıl patriyarkanın insafına bırakmayacağımızın cevabını bulmamız gerekli; çünkü bu çağrıya cevabı devlet-kolluk-yargı üçgenine hapsolmuş bir şekilde aramaya devam ettiğimiz müddetçe, kurtuluşumuzun önündeki o taşı kaldıracak darbeyi vurabileceğimiz güce erişemeyeceğiz.
