Neşeli günler: WAR OF MASKS
Körfez savaşını yasamış dostlar, hali hazırda Suriye’de devam eden savaş ve onun ekseniyle süren bölgesel krize atıfla ve Filistin halkına uygulanan zulmü hesaba katarak üçüncü dünya savaşının bu bölgede devam ettiğini vurgularlar. Seyreden bu durum ister bölgesel ister dünya ölçeğinde bir savaş olsun, yıkıcı ve insani değerlerin aşağılandığı bir alana dönüşeli çok oldu. En azından, oradan bir IŞİD geçti. İnsanlığa dair ne varsa yerle yeksan ederek…Pek çok masumun bir avuç su içemediği için öldüğü kirli ve yalnızca egemenlerin himaye gösterisine dönen bir saha oldu Suriye. Bu nedenle, savaşların en vahşisini görmüş bu halklara tek bir soru sorarsanız şaşırırlar: Maske savaşına hazır mısınız?
Peki, bir, iki yahut üç kat olarak değişen, ffp2, ff3 ya da n95 terimleriyle hayatımıza yeni bir savaşın gireceğini hiç duydunuz mu? Bu savaş, salt bir maske savaşı değil, tıbbi malzemeleri üreten, satan, aracılık edenlerin öncülük ettiği ve bunlara ihtiyaç duyanları ölüme terk ettiği bir savaş.
“Maske takılması konusunda karar vereceğiz. İnsanlar maske takmak istiyorsa takabilirler. Ancak çoğu zaman şal ile yüzünüzü kapatmak daha iyi”. Trump’ın bu cümlesi tercüme edilecek ve birden yeni bir tanımlamayla hem sağlık çalışanları hem de olası vakalar maskesiz oldukları için bir nebze olsun rahat nefes alacaklarken, o da nesi: “ABD, Almanya’nın parasını peşin ödediği maskelere el koydu!” Peki ya o ipek şallar? Peki yazmalarımız, bir nebze içimize su serpen artistlik fularlarımız? Maskeye ne hacet?
Ardından “Çekya İtalya’nın maskelerine, solunum cihazlarına el koydu” haberi yayıldı. Fransa’da derhal İspanya’nın tıbbi malzemelerine el koymuştu! Bu sürdürülebilir gibi gözükmeyen durum, başka bir hal alır mı diye çokça üzerine konuşuldu.
Bu haberlerin sonuncusu, vaka sayısı binin altında, ölü hastası bulunmayan Küba ve İsviçre arasında yaşandı. İsviçre, Küba’ya solunum cihazı satmaktan vazgeçti. Gerekçe olarak Amerikan ambargosuna sığınsa da esas çok geçmeden anlaşıldı: Kübalılar İsviçre solunum cihazlarını asla kullanamayacaklar! Küba, uzun yıllar medikal malzeme için birlikte balistiği iki büyük şirket IMT Médical AG ve Acutronic Médical Systems AG, Amerikan yaptırımlarını dile getirerek solunum cihazlarını satmayı reddettiğini açıkladı. Uzun yıllar Küba’dan hem bilgi ve birikim ve karşılığında medikal malzeme satan bu iki dev firma Küba’nın en çok ihtiyacı olan malzemeyi satmayı, sadece basit bir ticari vergi ödemekten korktuğu için vazgeçebiliyor. Yani ister WHO adına pandemi desin ister epidemi, ambargolar hala mevcut, hala insanlar imkânsızlıktan ölümü beklemekte.
“Bu yaşadıklarımız hayalden ibaret, ertesi sabah yeni bir güne uyanacağız” diye düşünebilirsiniz. Esas yenilgiyi gizlemek için, bunu “çekik gözlü” bir virüsün yayılan saldırısı diye betimleyebilirsiniz! “Global Dünya” der, saldırgan kapitalist üretim ilişkilerini örter, “yarasa, kurbağa, yılan, sinek” yiyorlardı noktasına gelir ve o meşhur handikaba da sarılabilirsiniz. Bu handikap, gerçeği kabul etmektense, gizli bir silah yaratma durumudur! Yani, var olanı algılamaya uğraşmaktansa, yaratılan sahte bir gerçek arkasında o gerçeği besleme telaşıdır!
Harari okuyor musunuz? Harari, önemli gün ve haftalarda kurcalanacak iyi bir tarih yazarı. Korona ile alakalı olarak, ilginç gerçekleri önümüze taşıdı. En önemli tespiti ise, sınırların kapatılarak bu salgının önlenmesi düşüncesine olan saldırısı. Bunda sonuna kadar haklı. Neden mi? Çünkü, ortada var olan gerçeklik gösteriyor ki Çin Hükümeti, kendisine karşı sınır kapılarının ve hava sahasının kapatılmasına rağmen, hala tıbbi donanım alanında en önde. Ucuz maskeyi sıradan bir kumaştan, pahalı malı ise en kaliteli mamulden üretecek kadar çok alternatifli bir alışkanlığa sahip. Bunu korona dahi etkileyemedi. İlk günler maske sorunu yaşamasına rağmen hemen toparlandı. ABD mi? Trump hala İran’a nasıl saldırırım diye düşüne dursun, büyük bir yayılıma mâni olmaları imkânsız hale geldi.
Bu Amerikan hükümranlığı, “Çin virüsü” saldırganlığına rağmen hala Çin’den maske, yelek, önlük satın almak isteyen beyzadelerin çaresizliğinin ortaya çıkmasıyla, zor bir sınavdan geçiyor. Harari, bu mevzuyu şöyle betimliyor: “Sınırlarını Çin’e yahut en yakın komsuna kapatırken, bu virüsün yayılmasına çare olamıyorsun, bunu diliyorsan, orta çağdan da gerisine gitmen gerekiyor!” Tam olarak bu mevzu üzerine tespiti tarihsel dinamikler ve geçmişte yaşanan felaketler üzerine seyretse de kapitalist yayılmacılık dönemine dek gerçeklesen baharat, kumaş vs ticaret yollarının var oluşu, Harari’yi haklı çıkartıyor. Yani, orta çağda bile, böylesi bir virüsün durdurulması epey zor bir ticari piyasanın var olduğunu bize gösteriyor.
Küba’nın solunum cihazı ihtiyacının karşılanamaması mevzusuna dönersek, ne ticaret kapılarını kapatarak pandemiye karşı topyekûn bir mücadele vermek mümkün ne de ambargo kuralları, sınırlarını komşularına kapatarak kendi içindeki salgını durdurman mümkün.
Yeni bir dünya kurulacağı kesin. Adına kapitalizmin en saldırgan aşaması denecek belki de. Fakat şu gerçek ki, bu yeni dünya, ticaret savaşlarının seyriyle şekillenecek. Daha şimdilerden petrol fiyatlarının sıfırın altına inmesiyle bile görünüyor. Bu yeni dünya, İtalya’daki durum kontrolden çıkınca oraya karşılık beklemeden onlarca doktor gönderen Küba’nın, kendi parasıyla solunum cihazı alamayacak olması gerçeği üzerine kurulacak! Devletlerin kargo uçaklarına el koymasıyla! Son olarak, sermayedarların, kaybettikleri onlarca milyar doları, kısa sürede geri kazanmak istemeleriyle kurulacak! Vahşi, saldırgan ve daha da gaddar!
Türkiye halkları açısından, maskeyi zorunlu kılıp maske dağıtmayan, Diyanet aracılığıyla farklılıklara savaş açan, kolluk kuvvetleriyle sokağa çıkana kursun sıkan, medyasıyla propaganda yağmuru yağdıran, tüm kurumları “korona sürecinde çok iyi çalıştık” yalanını pompalamaya zorlayanlara karşı derin bir mücadele bekliyor! Bu, öyle çetin geçecek bir mücadele ki, tek kullanımlık maskeye erişmek bile “varlık” nedenine dönüşecek! Bu, öylesine hırçın ve saldırgan bir zemine karşı gerçekleşecek bir mücadele ki, daha dün Suriyeli Ali’yi sokak ortasında vuranlara karşı verilecek!
Bu mücadelenin belki de en anlamlı noktası, artık seçmemiz gerekecek! Ya onurlu bir dik duruşla, çok uzun sürecek olsa da egemenlere meydan okuyacağız, ya da onların inatla kapıları açıp, isçileri fabrikalara koşmasına seyirci kalacağız!
Umurlarında olmayan sağlık hakkımız, onların hırslarına teslim edilemez! Hep dillendirdikleri gibi, “hepsi aynı gemide”. Emekçi yığınlar, su almaya başlayan ve adi bir ahşaptan ürettikleri bu faralar tarafından istila edilmiş bu gemiyi terk etmeliler! Yeniden “vira” diyecek bir liman arayan “kapitalizm”, salgınlarla mücadele etmek yerine, emekçi bedenlerini “tane tane” sayıyorken, artık birlikte hareket etmek zamanıdır! Artık, bizim olana daha fazla sarılma zamanıdır: Yaşama!
Nurullah Yildiz
