Gündem, Umut Yazıları

Ölümsüzlere yoldaş olanlar anlatıyor. Savaşanlar Konuşuyor… -1- Hazırlayan – Derleyen: Bekir Yaman

Başını önüne eğerek bir süre gözlerini masaya dikti. Gözündeki gözlüğü sol eliyle kavrayarak öne doğru itmesi ile aldığı derin nefes, az sonra anlatacaklarının derinliğine dalmak üzere olduğunun son işaretiydi. “İzliyor biliyorum, bizi izliyor” diye başladı söze. Belirli belirsiz esen rüzgarın ani ivmelenmesiyle hemen sağ tarafta yer alan şemsiye ağacığının gövdesinden bir çatırtı yükseldi. Çatlayabilir diye düşünürken sağa doğru çevirdiğim gözlerim gövdenin büyüklüğüne odaklandı. Ağaç gövdesinde yer alan izler “kaç fırtına, kaç kuraklık yaşadım da toprağa saldığım kökler üzerinden boy vermeye devam ettim” der gibi yaralarını kabuklaştırmıştı. Başımı yeniden sola çevirdiğimde aynı düşünceler sanki onun için dikilen bir gömlek gibi durdu. “Ne kadar yaralanmış, kaç fırtınada kalmıştı kim bilir?” o da tıpkı ağacın gövdesi gibi giyindiği siyah renkli elbiseler ile kapatıyordu yaralarını. Belli ki o da tıpkı gücünü toprağa bıraktığı köklerinden alıyordu. Rüzgarın ani hareketini, söylediklerine birazdan delil olarak sunacağı cümlesine hafif bir tebessüm ekleyerek devam etti. “Ben sana demedim mi izliyor? ”

Bundan dört gün önceydi sıcak suyun çaydan önce bardağa doldurulduğu bir coğrafyaydı burası, oturduğum ağacın altına getirdiği usulüne uygun çayları masaya bırakarak sandalyeye yerleşmek üzereyken “kırmızı” dedi. Sandalyeden gövdesini hafif öne eğerek aldığı çayı yudumladı. Bardağı ağız hizasında tutuyordu, gözleriyle hafif dalgalanan çayı izlerken “O gün” dedi. Bir an benimle mi, yoksa çayla mı konuşuyordu tam karar verememişken hızlıca kafasını kaldırarak devam etti. “O gün kapıda gördüğüm kırmızı bayrağın karşısında, ömrü boyunca büyük adımların başlangıcını yapacak olan, emekleyen bir bebeğin ilk ayağa dikilmesi gibi heyecanla dikilmiştim. Yerde emeklemenin acizliği ile ayakta durmanın özgüveni arasında, ince çizgide durmak gibiydi. Bir önceki halden geri dönüşü olmayan bir kopuş gibiydi. Görmediğin bir elin sürekli ensenden tutarak yön verdiği emekleme halinden kendi kaderimize yön verebilmenin ilk adımına başlama gibiydi. Onlarca duyguyu birbirine girmiş biçimde yaşadım. Tıpkı o ilk dikilme an’ı gibi bir kaç saniye öylece ona bakarak kaldım olduğum yerde…” Bir zaman makinesinin içinde değildik elbette ama insan kendi belleğinden hayatına yön veren büyük adımları geri çağırdığında, bellek o ayrıntıları tüm duygularıyla beraber zamanda yolculuk gibi geri getirir önümüze. O duygular onun için yeniden karılıyordu. Ondan önce gelenleri gördü açılan kapının ardında. Ondan önce gelenlerin isimleri ayrıldıkları yerde sesli söylenmezdi, herkes bilirdi onları, içinden sıralanırken isimler, dışarıya “bizimkiler” denirdi. Şimdi yeni geldiği yerde de söylenmiyordu o isimler, bir tek duvarda asılı resimlerde yazıyordu İnce Memed’in Bedrettin, Tamer’in Mahir olduğu. Orada olduğunu tahmin ettiği bütün arkadaşlarını az önce girdiği evde görememişti. Sohbetlerden savaşın farklı cephelerde sürdüğünü ve arkadaşlarının buna göre dağılım gösterdiğini düşündü. Oturdukları yere dizili minderlerin dayandığı duvarda herkese yetecek kadar AK-47 duruyordu. Diğer duvarda ise bir bağlama. Dışarıda AK-47’yle, içeride bağlamayla konuşulduğu zamanlardı. Ve şimdi içerde, içerleyerek baktıkları duvarda asılı resimle konuşma zamanıydı.

“…duvarın dibinde resmim aldılar
ak kağıt üstünde tanıyın beni gardaş
dayan ince memed dayan
n’idelim gardaş n’idelim
tut elimden ince memed
gidelim dağlar gidelim…”

Şimdiden beş yıl önceydi. Faşizme karşı savaşta Alman tanklarına karşı direnmeye yaşımız yetmese de, bize de Alman tellerine karşı direnmek nasip olmuştu. Hava gündüzü karanlığa teslim etmek üzereydi. Sıralı biçimde ilerliyorduk. Yürüyüşümüze eşlik eden tek ses, aldığımız nefesin burunlarımızdan süzülerek geçtiği içimizde, yolculuğunu tamamlayarak, çıkıp gitmesinin sesiydi. İnsanın doğaya bıraktığı en gerçek ses. Derken orkestra şefinin elindeki çubuğu havaya indirip kaldırması ile hızlan talimatını alan bir müzisyenin daha güçlü üflemek için yanaklarına doldurduğu hava kadar nefese ihtiyaç duymuştuk, tek ritimli ses ortadan kaybolmuştu. Yükselen nefes seslerimize, dışarıdan başka sesler eklenmiş, ortaya çıkan melodi müzik tarihinde hiçbir yer tutmayacak olsa da o an için heyecan verici bir besteye dönüşmüştü. Nefesimizi şiddetlendiren, tempomuzu yükselten bu sesin uzaktan hoş gelen davul sesi olmadığını söylemek isterim. Havayı yırtan ses, o icat edilince mertlik bozuldu denilen tüfek sesleriydi. Henüz savaş düzeninde yürümekte acemi olduğumuz ortaya çıkan durumla belli olmuş, mesafelerimizi koruyamadığımız bir koşturmaca başlamıştı. İlk ve son defa bu yürüyüşte kaderin bizi buluşturduğu iki kişi tellerin diğer tarafına kendini atmış, birlikte yola çıktığımız iki kişi geçilmesi gereken tellere yaklaşmış, ben ise tam sıfır noktasında pantolonumu çeşitli yerlerinden yakalayan Alman tellerinin üzerinde kıyasıya mücadeleye başlamıştım. Silah sesleri, nefes sesleri, ayak sesleri, tellerin gıcırdama sesleri… Birlikte yola çıktığımız iki kişinin konuşması da bu koroya dahil olmuştu. -Geri dönelim yarın yine deneriz. “Siz dönün, ben dönmeyeceğim” dedim. Onların geriye doğru takip ettikleri ayak izlerine yönelmesi ile kısa mola verdiğimiz Alman teliyle kavgamız yeniden başladı. O bana, ben ona derken, bedenimde küçük bazı yaralar açılsa da bitirici hamleyi ben yaptım. Birkaç adım attıktan sonra dönüp baktığım Alman telinin halini görmeliydiniz. Ezik büzük olmuş kollarıyla, yerde dümdüz yatıyordu. Halkları bölen sınırların sonu diye gülümseyip, gecenin içinde yoluma devam ettim. Ulaştığım askeri noktada kim ve kimlerden olduğumu, nereye varmak istediğimi anlattım. Şimdiki gibi değil, olanaklar çok kısıtlı, araç yok, dört gün orada beni götürmelerini bekledim. Sanırım üçüncü gündü, tellerde ayrıldığımız iki arkadaş tekrar denemiş ve olduğum noktaya gelmişlerdi. Her ne kadar ilerleyen zamanda biri “Geriye yeniden dönecek” olsa da o gün ki buluşmamız mutlu etmişti. Dördüncü günün sonunda siper yoldaşlarınca kullanılan bir araçla yola çıktık. O dört gün içinde, kime nasıl araç bulacağımı sorsam hep aynı cevap tekrarlanıyordu. Az sonra gizli bir plan açıklayacakmış gibi ciddiyetle yüzüme bakarak, bir elinin avucunu havaya kaldırarak ve havada hafif bir kavis yaratarak, “Denk gelirse”… Gerçekten tek seçenekli somut duruma uygun bu plan, saat gibi işliyordu. Mutlaka varacağınız güzergaha bir denk gelen oluyordu. Bizde denk gelen araçlarla o varılması gereken yere varmıştık. Siper yoldaşlarından biri bir bina işaret ederken araba durdu. Kapıları açıp araçtan indik. Kapıda büyük kızıl bayrak. işçi sınıfının kızıl bayrağı. İşte o gün kapıda gördüğüm kırmızı bayrak geri dönüşü olmayan bir kopuşun amacını başka bir söze ihtiyaç duymayacak sadelikle mıhladı kafama. Gerisi artık bu onuru hakkıyla taşımak.

“…çakmağı yandıran kavdır, demiri dövdüren tavdır, dayan ince memed, şimdi direnecek çağdır…” o günlerde bizim için birbirini tamamlayan ve belki de eskiye göre duvarda asılı resimlerle yeniden anlamlanan ikinci parçaya geçişimiz onlara verilen söz gibiydi. “Bize ölüm yok. Bu yürek hiç susmayacak” mızrabın tel üzerinde son gezintisi de tamamlanınca, bağlamayı eski yerine duvara diken arkadaş yatma zamanı geldiğini de cümle kurmadan ifade etmiş oldu. Kıpırdanmalar başlamıştı. Diğer arkadaş bizim için hazırlanmış olduğunu düşündüğümüz odayı göstererek yeni gelenlerin burada yatacağını söyledi. Kendisi de bizimle odaya girerek pijamaları işaret etti. “Bunları giyersiniz” Sabah rojbaş saatini de söyledikten sonra odadan ayrıldı. Giyindiğimiz pijamalarla uykuya dalarken sabah bizi bekleyen tezgahtan habersizdik. İçtima çağrısı ile herkes gibi kapıya dizildik. İçtima alacak arkadaş bizi süzüyordu. Ben de eski arkadaşları süzmeye başladım. Aramızda bir farklılık vardı. Onlar bir savaş cephesinde, biz ise bir öğrenci yurdunda uyanmış gibiydik. Herkesin tam tekmil durduğu yerde, biz pijamalılar olarak ayrıksı biçimde herkesi kendimize güldürüyorduk. En çok da gece pijamaları veren arkadaş hazırladığı tezgahın başarısından iki kat keyifle gülüyordu. İçtima alan arkadaş ise durumun ciddiyetini, ciddiyetli bir üslupla anlattıktan sonra bizi azad etti. 24 saat bir devrimcilikle, 24 saat savaş gerçekliği ile yaşanıyordu. Yatarken, uyanırken, yemek yerken, ezcümle her an tam tekmil hazır olmak gerekliydi. Ancak ağır bir savaşın içerisinde bile olsanız gülmek insan kalabilmekti. O yüzden bizimkilerin hep gülen fotoğraflarını görürsünüz, çünkü savaşımımız insan olmak ve insan kalmak savaşıdır. Buralarda büyük katliamlar oldu, insan yakmalar, kafa kesmeler, binlerce tecavüz, sayısız örnek var. Yaydıkları korkudan bir çoğunun sınırın diğer tarafına göç ettiği günlerde, biz o sınırlara tersinden göç başlattık. Buraya ateş hattına geldik. Neden mi? Çok sade bir cevabımız vardı. Çünkü insan kalmak, onurlu yaşamak ve insanlığımızdan utanmadan gülebilmek istiyorduk. O yüzden başımız dik “Güleriz”… Pijamalardan kurtulup savaş gerçekliğine uygun giyindikten sonra esaret örtüsünü yırtacak, özgürlüğün gücünü temsil eden kızıl yıldız üzerine sarı orak çekiçli armaları göğsümüzün sol kısmına yani tam kalbimizin üstüne sabitledik. Bu arma kalbime yeni bir ritim, kalbimin de ona yeni bir hareket vermişti. Hiç vakit kaybetmeden eğitimlere alındık. Hem ideolojik, hem askeri eğitim aynı anda iç içe sürüyordu. Bir ayın sonunda benim için artık cepheye gitme zamanı gelmişti. Hazırlıklarımı yaptıktan sonra odaya, duvarında resimler asılı salona girdim. Kendimi onlara göstermek istemiştim. Önlerinden yavaş adımlarla geçerek tekrar kapının önüne geldim, başımı kaldırıp gözlerine baktım… Genellikle bir durumu anlatmanın en kolay halidir konuşmak, cümleler kurmak ama bu durum öyle değildi. Üzerine binlerce sayfa yazılan yoldaşlığın, kader birliğinin, cesaretin, haklılığın, zafer sözünün, bedel ödemenin, bedel ödetmenin, anıların, onlarca yıllık zamanın üç saniyeye yüklendiği ve bunun da tek bakışta cisimleştiği bir an düşünün. Tıpkı her şeyin özü olan, gözle görülemeyen, elle tutulamayan atom altı parçacıkların mikro ölçekteki küçüklüğüne her şeyin özü olma büyüklüğünü sığdırması gibi. Öylece baktım gözlerine, öylece büyük baktılar gözlerime…


* Bu yazı dizisi yarın devam edecektir…

Paylaşın