Gövdesi oldukça büyümüş lakin o oranda da onu konfederal devrimci sisteminin temel ilkelerinden biri olan iş rol koordinasyonunun gerektirdiğince eğitimli, örgütlü ve nitelikli doğru konumlandırılmış bir hale getiremediğimiz acımasız bir gerçek canımızı yakmaya devam ediyor. Görsek de, görmesek de, ilgilensek de, ilgilenmesek de canımızı yakan, acıtan bu gerçeğin bize işaret ettiği çarpıcı bir nokta bulunmaktadır; bütün bu yaşanan sıkışmışlığımızı izah eden. Mücadelenin kaidesi gereği mevcut olan zorlukların, yitimlerin, sıkışıklığın dışında bir durumu anlatıyor bu gerçek. Gelinen aşamada dört parçada ve sürgünde dünyanın en büyük devrimci gücüne denk gelirken birkaç yılın sıkışmışlığını aşamıyor olmanın bir izahı tanımı ve bir çıkışı olmak zorunda.
Devrimimiz ilk başta, bu halkın en seçkin ve fedakar evlatlarının omuzunda temelleri atılıp serpildi. Onların en küçük davranışlarından, en büyük pratiklerine kadar, bize tarihe yön verecek bir iddia ve sorumlulukla geliştirdiler bunu. Denilebilinirki, bireylerin kilit rolde olduğu ve onların gelişkinliklerinin devrim mücadelesini belirlediği bir kuruluş sürecinden geçerek büyüme sürecine taşındık. Milyonları bulan kitlesel bir hareket olurken, onu yönlendiren yine bireylerin öncülük rolünü oynayabilmeleriyle gelişti bu durum. Olumlu anlamda belirleyiciyken bu öncülük tersi durumda da öyleydi. Düşkün, işbirlikçi, ajan ve itirafçı kişilikler mücadelenin gelişiminde ket vurmada önemli bir rol oynamışlardı. Özellikle, mücadele tarihimize de Dörtlü Çete (Şemdin Sakık/Zeki-, Şahin Baliç /Topal Metin-, Halil Kaya/Kör Cemal ve Cemil Işık /Hogır-) adıyla giren bu kişiliklerin mücadeleye verdikleri zararın hesabı oldukça kabarık olduğunu iyi biliyoruz. Demek ki öncülük iki yönlü bir durumu anlatmaktadır. Doğru olunca devrim mücadelesi büyürken, sorunlu hastalıklı olunca da o devrime korkunç bir zarar verebiliyor.
Başta belirttiğimiz sıkışmışlığımızın izahı ve tüm bu yaşananların işaret ettiği odak nokta, yetkin öncülükle alakalı olduğunu görüyoruz. Bu o kadar net ki, nerdeyse bu neden orta yerimizde durarak, davul eşliğinde bağırmaktadır. “Sorun öncülük rolünü yerine getiremeyen, öncü kadro, çalışan ve kurumlarımızdadır” diye! Bizim ve genel devrimler tarihi, bu konuda oldukça yeterli bir tecrübeyi bizlerin değerlendirmesine sunduğu gibi, konunun bu bağlamda ele alınması gerektiğini de bizlere hatırlatmaktadır. Asıl olan bunu görüp, gereğini yerine getirebilmektir.
İsterseniz o örneklerden en önemlilerinden biri olan Sovyet pratiğine, hemen devrimin ön günlerindeki mevcut gidişata Bolşeviklerin ustaca müdahale edişiyle devrimi nasıl zafere taşıdıklarına bakalım, hatırlayalım.
Şimdi, Sovyet topraklarındayız. Şubat 1917 demokratik devrimiyle birlikte, çarlık yıkılmış Krenski burjuva hükümeti kurulmuştur. Halklar hapishanesi olan Rusya’nın tüm coğrafyası şimdi birçok grubun var olduğu bir örgütler, partiler mücadelesine şahit olmaktadır. Bu mücadele, Çarlık yanlısı karşı devrimcisinden, küçük burjuva kitleden kopuk maceracı gruplarına ve tabii Bolşeviklerine kadar çok farklı grubun amansız rekabetine sahne oluyordu.
Soru şuydu; işçiler, köylüler, askerler, memurlar, öğrenciler kimin etkisine girecek ve kimin programıyla bir devrim ya da karşı devrim yapılacaktı. Şubat devrimi sonrası Menşeviklerle, Sosyalist devrimciler Duma’daki sandalye pazarlığını yaparken, Lenin İsviçre’den gönderdiği mektuplar, devrimin sürdürülmesi ve örgütlenmenin muazzam örneğini yoldaşlarının göstermesi gerektiğini salık veriyordu. Bunun sonucu olarak oluşturulan ajitasyon ve propaganda komiteleriyle, geniş Sovyet ülkesinde durdurarak bilmeyen, en gerçekçi taleplerle Sovyet halkları örgütlenmenin çabasına girildi. Sonrasında “Tüm iktidar Sovyetlere!” denilerek devrimin kendini duraksatmadan, sosyalist devrim noktasına taşıması gerektiği propagandasıyla, Bolşevikler çalışmalarını ivmelendirdiler. Böylece Sovyet Devrimi, Bolşeviklerin öncülüğünde devrimini kucaklayarak, yarim kalan iş tamamlanmış olucaktı. Doğru bir tahlil – teori ve yalnız onunla yetinmeyen, o oranda da bir pratiğin üstesinden gelemeyeceği hangi sorun engel vardır ki?! Sovyet pratiği de bu temelde, üst aşamaya çıkarak modern tarihin ilk (Paris Komünü sonrası) eşitlikçi devrimi hayal olmaktan somut bir olguya dönüşüyordu. Bu kapsamda değinmek zorunda olduğumuz bu konu, dinamikler, coğrafya, stratejik ve taktiksel farklılıkları barındırsa da, Kürdistan devrimine de yol gösterici bir anlam taşımaktadır. Mücadelemizin başlangıç ve gelişim sürecinde önem durumu bu kadar belirgin bir yeri işgal ediyorken gelişkin öncü birey konusu, devrimin sonuca götürülmesinde de yine kilit rolde olduğunu gösteren zaman aralığında bulunmaktayız. Bolşevikler, Şubat Devrimden, Ekim Devrimine kadar ki bir seneden az bir zamanda, yüzyıla yön veren bir devrimin gelişimine bu şekilde önayak olurken, Kürdistan devrimcileri bunu niye başaramasın?!
Milyonları bulmuş olsak da, bu milyonların gerçek anlamda, devrimin kıstaslarına göre konumlandırılması, plan, programa bağlanması gerekmektedir. Yaşanan çok yönlülüğünün bir gereğiymiş gibi algılanan dağınık parçalı durum ve kendiliğindenliği aşmamız bir zorunluluk. Ve asıl konu olan, ehliyet sahibi, kitle toplum örgütlenmemize öncülük misyonunun gereğini yerine getirebilen kadro çalışan yapısını oluşturabilmek gerekiyor. Kitle hareketimiz devrime yeterince omuz veremiyorsa, ülkede ve Türkiye’de büyük bir sessizlik var ise Avrupa’daki kurumlarımız varolanı korumaktan öteye gidemiyorlarsa, toplumun en dinamik ve aynı zamanda devrim stratejimizin iki öncü kesimi olan kadın ve gençlik yeterince örgütlenip faal hale getirilemiyorsa, elbetteki bunun nedenlerini çalışan öncü yapının arama zorunluluğumuz var. Örgütsüz, niteliksizlik, dağınıklık bir sonuç getirebilir; lakin bunun devrime hizmet etmesi çok düşük bir ihtimaldir. Bu halk yeterince, bedel ve emek veren bir halk olageldi. Onu örgütlerken, geçmişin onu tribünde tutan, yanlış profesyonel- hiyerarşik, devrimimizin örgütlü toplum ruhuna ters çalışma tarzlarına bulaşmamak da önemli, onu işin öznesi haline getirmek gerektiği açık; fakat şunu kesinkes anlamak zorundayız ki, doğru yeterli yetkin öncülükle bu nedenleri, sorunları ortadan kaldırabilir ve kendimizi istenen ideal bir aşamaya çekebiliriz.
Mücadelemiz, dağda, ovada, şehirde, zindanda fedai bir direniş ortaya çıkartırken, dünyanın dört bir yanındaki en dinamik kitle olan halkımızı ne oranda devrimin her anlamda bir dinamiği haline getirebiliyoruz?!
Köklü çözümler üretmenin adı, tanımı özcesi kendisi, öncelikle yaşananları normal gören algı dünyamızdan sıyrılıp olağanüstü bir dönemi yaşadığımızı anlamaktan geçmektedir. Ve tabiiki bu olağanüstü dönemin tanımı, öncülerin omuzunda gelişecektir. Halkımız, gençliğimiz, kadın ve yaşlımız özcesi yüreği özgürlük mücadelesiyle atan herkesin beklediği budur. Onlara gerçek anlamda öncülük edicek, onları yaşamın her alanında örgütleyip mücadelenin aktif bir dinamiği haline getirecek olan öncülerini beklemektedir.
Olağanüstü bir dönem ve onun yükümlülüklerinin ilanı, önümüzde duran tarihi fırsatları değerlendirebilmeyi getirebilecek ve kazanmayı yaratacak biricik yöntemdir. Tek seçeneğimiz budur! Tarih ve günümüzün devrim çağrısı bunu bizden istemektedir.
Kaynak: https://yeniozgurpolitika.net/devrimin-cagrisi-aziz-adali/
