Eşber Kaya, Umut Yazıları

Tarımsal üretimde plansızlığın bedelini üretici ve tüketici ödüyor – Eşber Kaya

Domates, dünyada en çok üretilen, tüketilen ve ticareti yapılan bir tarım ürünü olmasının yanında gıda sanayisinde konserve, salça olarak değerlendirilip kullanıma sürülen de bir ürün. Dünyada neredeyse tüm ülkelerde yetiştirilen domatesin ülkemizde de iklim koşullarının uygun olması sebebi ile üretimi çokça yapılıyor. Üretim istatistiklerine bakıldığında sanayi tipi domates üretiminin, Ege, Marmara illerinde ve başta Balıkesir, Bursa ve Çanakkale illerinde yapıldığını, sofralık tip domates üretiminin ise; Akdeniz, Ege ve Batı Karadeniz Bölgelerinde sıkça gerçekleştirildiğini görüyoruz.

Geçtiğimiz hafta içerisinde basında (1) yer alan bir haberde, domateste üretici maliyetlerinin fiyatın altında kaldığı, üreticinin 45 kuruşa mâl ettiği domatesin fiyatının 35 kuruşa kadar düştüğü yazılıydı. Başka bir haberde (2) ise Ege Bölgesi’nde hasadın başladığı bu günlerde sanayi domatesinin piyasa fiyatının 30-35 kuruşa düşürüldüğü bilgisi vardı. Bu düşüşü salça üreticilerinin alım yapmamasına bağlayan üreticiler, salçalık domateste üretim maliyetinin kilo başına 45 kuruş olmasına rağmen, fiyatın 30-35 kuruşa düşürülmesi ile birlikte şirketler tarafından zarara uğratıldıklarını dile getiriyorlar.

Aynı habere göre geçen sene ithalata verilen destekler sebebi ile 25 bin ton salça ithalatı yapıldığını hatırlatan üreticiler, üretim maliyetlerini karşılayan bir fiyat bile alamayan çiftçiler yerli üretimin bitirilmeye çalışıldığını dile getirdiler.

Geçen yıl salça üretiminde kullanılmak üzere Şili’den 25 bin ton işlenmiş konserve domatesin sıfır gümrükle ithalatına izin veren AKP iktidarı, bu yıl sanayi domatesinde yüksek maliyet, düşük fiyat krizi ile karşı karşıya kaldı. Krizin temel nedeni ise üretim maliyetleri artarken üreticinin sattığı domates fiyatının gerilemesi. Çiftçilere göre bu yıl domateste hem hava şartları hem de yoğun olarak görülen mildiyö hastalığı nedeniyle üretim maliyetleri çok yükseldi.

Türkiye’de domates üretiminin planlamasının yapılmaması, üreticilerin bir kooperatif üzerinden ürününü piyasaya arz edememesi,  fiyatta belirsizliğe neden oluyor. Bunun neticesinde de yıldan yıla değişen üretim miktarları ile karşılaşıyoruz. AKP iktidarının tarımdaki artık üreticiye kötülük yapma olarak adlandırılabilecek uygulamaları sebebi ile çiftçiler olabildiğince zor koşullarda üretimlerini sürdürmeye çalışıyorlar. Özel şirketlerin ve uluslararası kartellerin emellerine hizmet eden tarım bakanlığı yaptığı her uygulama ile üreticinin önünü görmesine engel olurken, tarımsal üretimde planlama çalışmalarına asla yanaşmıyor.

Bu durumun farklı bir örneğini ise üretici pamukta da yaşıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı Ürün masaları tarafından yayınlanan Pamuk Raporu’na göre, Türkiye’nin lif pamuk ithalatı 2018 yılında 766 bin 947 ton oldu. 2019 yılında ithalat 950 bin 590 tona ulaştı. Üreticilerin daha üç yıl önce lif pamuk üretimini 1 milyon tona çıkarma hedefi ise tarım bakanlığının uygulamaları yüzünden boşa düşürüldü. Geçen sene 818 bin 511 ton olan lif pamuk üretimi bu yıl yüzde 40 oranında düşüşle 626 bin ton civarında olması bekleniyor. Üretimim %40 oranında azaldığı son dönemde ise ithalat %40 artarak 1 milyon tona yaklaştı. Yani üretimde hedeflenen 1 milyon ton hedefi, ithalatta yakalanabildi. Üreticinin koyduğu hedef, yanlış politikalar, verilmeyen destekler nedeniyle gerçekleşmedi. Üretici büyük hayal kırıklığına uğradı ve üretimi azaltmak zorunda kaldı. Hükümet, kendi pamuk çiftçisine destek vererek üretimi artırmak yerine, Amerika, Yunanistan, Brezilya, Azerbaycan, Tacikistan, Meksika, Sudan, Kazakistan, Arjantin, Türkmenistan, Avustralya, Hindistan, Özbekistan, Uganda, Benin, Burkina Faso, Tanzanya, Togo, İsrail, Güney Afrika, Kamerun ve daha birçok ülkenin pamuk çiftçisine destek olarak ithalatı patlattı. İç savaşın sürdüğü Suriye’den, tarım arazisi kiralayıp üretim yapacağımız Sudan’dan bile pamuk ithal etmişiz.  (3)

Son örnek olarak da Venezuela menşeili bazı tarım ürünlerinin ithalatında tarife kontenjanı uygulanmasına ilişkin Cumhurbaşkanı kararının yayınlandığı bilgisini verebiliriz. Karara göre bu ülkeden “500 ton taze peynir, 500 ton eritme peynir, 500 ton diğer peynir, bin ton pirinç, 2 bin ton yulaf, 400 ton yerfıstığı, bin ton rep veya kolza tohumları, 5 bin ton ayçiçeği tohumu, 2 bin ton hint yağı tohumu, 2 bin ton susam tohumu, 2 bin ton aspir, 200 ton yağlı tohum, 1500 ton çikolata ve kakao içeren diğer gıda müstahzarları” ithal edilebilecek. (4)

Basit olarak bakıldığında ne var ki bunda, alınan ürün zaten çok değil diyebilmek mümkün. Ama bu az miktarda yapılan ithalatın bile bize anlattığı şey çok büyük ve anlamlı. Neoliberal politikaların bir sonucu olarak Türkiye’nin diğer ülkelerle imzaladığı uluslararası serbest ticaret anlaşmalarında ilk olarak gözden çıkarılan tarım ve küçük üretici. Anlaşıldığı üzere tarımsal üretim ve üretici, AKP iktidarı için önemsiz ve hemen gözden çıkarılabilecek ufak bir detay olarak değerlendiriliyor. Konu ile alakalı olarak Ali Ekber Yıldırım’ın yazısı okunabilir. (5)

Tarımsal üretimde planlamanın ne olması, nasıl hayata geçirilmesi gerektiği üzerine sayfalarca yazı yazılabilir. Sadece yukarıda bahsedilen iki ürün çeşidinde bile plansız yaklaşımlar ve tarımsal planlamanın bakanlık denetiminde olmamasının sonuçlarını görebilmek mümkün. Bu olumsuz yaklaşımın yani tarımsal üretimde uzun vadeli planlamaların bakanlık ve üretici örgütleri ile birlikte yapılmamasının öncelikli sorunu ürün fiyatındaki dalgalanmalar olarak ortaya çıkıyor. Bakanlığın ithalata izin verdiği her yıl üretici maliyetini bile karşılayamıyor.

Tarım bakanlığının bu plansızlığının başka bir sonucu da çiftçinin para etmeyen ürünü tarlasına ekmekten vaz geçmesi. Böyle durumlarda da piyasaya arzın düşük olması sebebi ile ürün fiyatı artıyor. İnsanlar pazarda aynı ürünü daha yüksek fiyata almak durumunda kalıyorlar. Ancak her iki durumun da kaybetmeyeni tekelleşmiş gıda şirketleri ile patronlar oluyor.

Tarımsal üretimin tüketici de dahil olmak üzere her aşamasındaki paydaşların aktif ve belirleyici olarak içerisinde yer aldığı uzun vadeli (5-7 yıllık periyodlarla) planlamaların yapılması en temel öncelik olarak saptanmalıdır. Bu hedef doğrultusunda yürüyebilmek için ise kullanılabilecek en güçlü örgüt üretici kooperatifleri olacaktır. Üretimin planlanması ile öncelikle piyasadaki arz-talep dengesi sağlanarak üretimin sürekliliği garanti altına alınacak, bu sayede de gıda enflasyonunun önüne geçebilmek mümkün olacaktır.

Yıllardan beri dile getirilse de AKP’nin tarımda yarattığı tahribatın boyutları ancak iktidardan indiğinde ortaya çıkabilecek. Ancak bu süreçte yol açtıkları yıkımın önüne geçebilmek ve mücadeleyi şimdiden başlatabilmek sonuçları anlamında oldukça anlamlı ve değerli. Bu yüzden çiftçilerin kooperatifler etrafında örgütlenerek gıda tekelleri ile tarım bakanlığının arasındaki artık organik denilebilecek bağı kırmaları neredeyse hayati öneme sahip. Bunun mümkün kılınamadığı her günün bedelini küçük çiftçiler ve tüketiciler ödemeye devam edecekler. Aslolan örgütlenmeyi tüm bileşenleri ile en güçlü şekilde sağlayıp, AKP iktidarının tarımda yarattığı yıkımın bedelini sorumlusuna ödetmektir.

Paylaşın