Ali Efe, Gündem, Umut Yazıları, YAZARLAR

İktidarın Kürt ömrü – Ali Efe

Geçtiğimiz günlerde MB başkanının ve ekonomiden sorumlu damat bakanın görevden alınmaları ülke hayatında siyasal bir dalgalanma yarattı. Ardından RTE’nin ekonomi ve adalet reformlarıyla Avrupa’ya dönük mesajlar iletmesi, politik bir dekor olmanın ötesine geçemeyen liberal muhalefette ve düzen solunda içinde beklenti taşkınlığı barındıran ve acizliğini taşıran değerlendirmelerle tartışıldı. Boşuna değildi; bugüne kadar politik iradesinin düşüklüğüyle bilinen Avrupa ve özellikle AKP iktidarını bugüne kadar zorlamamayı bu siyasal etkisizlik görüntüsüne yedirmiş Almanya, Türk iktidarına askeri operasyon bile çekmeye başlamıştı.


Bütün bunların böyle birbiri peşi sıra gelmesi elbette tesadüf değildi; emperyalist dünya konjonktürünün yeni akış ritmi hafiften hissedilmeye başlamıştı. Konunun kendi gereken yoğunluğunu dağıtmamak için çok derinleştirmeden, ama belirleyici kurgularını işaretleyebilmek için kısaca şunlar söylenmelidir: Emperyalist kapitalizmin yeniden yapılandırılmasının pratik kavşaklarından en önemlisi Amerikan seçimleriyle aşıldı. Biden iktidarıyla TransAtlantik ittifakın yeniden ama bu kez Avrupa eksenli olarak yapılandırılma süreci açıldı. Navalny hadisesiyle Almanya Ostpolitik’ini soğuk savaş sistemine yerleştirmeyi kabul ettiğini deklare etti. Bundan böyle Doğu pazarlarının uluslararası emperyalizme eklemlenmesinde Alman emperyalizminin tarz ve kurmaylığının ağırlığı görülecektir. Rusya bu gelişmeyi Batı’yı sahtekarlıkla suçlayarak değerlendirmiş, kendi Avrasya politiğini Asya eksenli işlemeye yönelmiştir. Klasik soğuk savaşın Ukrayna-Basra ekseninin Alman “soft power”ı ile aşılma ve Rusya’nın detantla buna yol verme ihtimali artık geri düşmüş durumdadır. Dünya artık ikiye yırtılmış, hegemonya savaşı yeni bir evreye girmiştir.


Türkiye bu eksenin tam orta yerindedir. Jeopolitik ve jeostratejik değeri yeniden yükselmiştir. Putin, RTE ile anlaşmanın daha kolay olduğunu; Nato, RTE’nin Putin’in kontrolünden çıkarılması gerektiğini yeniden deklare etmiştir. AKP-RTE’nin MB başkanını ve damadı düşürmesi, Avrupa’ya bağlılık serenadı ve TC ve Nato sınırlarını çakıştıran söylemi konjonktürün tam da bu eşiğinde gündeme gelmiştir.


Ekonomiyi kendisine bağlayan bir mandal olması ötesinde Damat’ın tasfiyesi önemli değildir. İnstagram bildirimi ve resmiyet arasında geçen zaman yönetim hukukunun toparlanmasından ziyade Saray’ın stratejik kadrolaşma eksiğini göstermesi açısından değerlendirilebilir ya da neyse… Ancak MB başkanı değişimi ve ardından açıklanan para politikaları bugüne kadar küresel piyasalarla yani uluslararası finans kapitalizm ile sürdürülen ilişkide bir değişiklik ifadesidir. AKP-RTE iktidarının esas olarak müteahhit ve tüccarlardan oluşan bir rant ve dolaşım sermayesini temsil ettiğini biliyoruz. Bu sermaye kesiminin reel üretimle dolaylı ilişkisi, RTE’nin, enflasyonun faizden kaynaklandığı şeklinde formüle ettiği bir para politikasına elveriyordu. Dünya ticaretinin eşdeğer dengelerine bakılmadan kasaba sermayesinin ayakta tutulabilmesi için faizler düşük tutulmalıydı. Görevden alınan MB başkanı Murat Uysal tam da bu politikanın memuru oldu. Faizleri %24’ten %8.75 e çekti. Döviz fiyatlarını aşağı çekebilmek için 120 milyar dolar kullandı, MB’yı 30 milyar dolar borca soktu, vb. Sonuç: Ekonomi iflas etti. Devletin ilaç alacak dövizi bile kalmamıştı.


2013’ten bu yana cari açık ve nakıs noksan kalemindeki büyümelerle kendini gösteren mali çöküntüye karşın TC’yi ayakta tutan, uluslararası emperyalizmin dış finansman girdisiydi. Ne yüksek faizli swap arayışları ne bütün bölgeye yayılan savaş zorlamaları bir çözüm getirdi. Türkiye finans kapitali+tefeci bezirgan melez kapitalizminin kadim kanadının yol açtığı karakteristik dış finansman krizi, şimdi bizzat bu kesimin elinde doğrudan onu tehdit ediyordu. Döviz girmiyor, kaçıyordu. Gidilecek yol kalmamıştı. AKP-RTE iktidarı MB başkanı değişimiyle uluslararası finans kapitale beyaz bayrak salladı. Faiz yükseltildi. Kredilenme ve kredilendirme reel standartlara çekilmeye başlandı. Ülkeye dolar girdi. Borsa canlandı. TÜSİAD memnun oldu.


Bildik bezirgan kurnazlığın yeni bir atraksiyonu olabilir miydi? Sorun değildi; uluslararası emperyalizmin artık oyun oynayacak hali yoktu, gemi basıldı. Geminin boş olması, tıpkı Mavi Marmara baskını gibi “usta işi bir acemilik” tercihidir. Esas olan, önlem değil yönlendirmeydi.


Alman burjuvazisinin bu hamlesi, Akdeniz-Libya gibi doğrudan kendi egemenlik alanlarının paylaşımında TC emperyalizmini püskürtmek şeklinde değerlendirilebilir. Ancak bu konu ve bu tarz Libya’da zaten oturmuş bir ateşkes ve dengelerin varlığında TC’nin sahadaki etkisinin giderek sıfırlandığı, bağlantılarının doğrudan Avrupa’yla ilişkilendiği bir anda hiç de “askeri” bir format içermeyebilirdi. İçerdi. Bunu hızla içine girilen yeni emperyal süreç itibariyle Batı ve Türkiye ilişkilerinin yeniden formatlanması olarak okumak doğru olandır.


Emperyalist hegemonyanın 45’lerden beri gelen haliyle sürdürülmesinin koşulunun kalmadığı, İran’ın Süleymani cinayetine doğrudan Amerikan üslerini vurarak cevap vermesiyle belirlendi. Mart krizi, salgın, Büyük Sıfırlama, derken yeni TransAtlantik denge, emperyalist batının bölgeyle ilişkilenmesinde yeni bir evreyi başlatıyor. Soğuk savaşın bu yeni evresinde jeopolitik özgünlüklere verilen primler yürüyüşün hiyerarşik rotasına aykırılıklar taşımayacaktır. Kopartmadan ama zorlayarak… Artık eskiye ait esneklikler kaldırılıyor, yeniye ait esnekliklere ölçü Almanya tarafından getiriliyor. Bir taraftan Macron’un önüne geçiliyor, öbür taraftan gemiye çıkılıyor. Alman burjuvazisinin tarzının yavaş ama mutlaka kalıcı adımlarla ilerlemek olduğu tarihen bilinen bir durumdur. Bir başka bilinen gerçek, Alman burjuvazisinin Ostpolitik aparatı, birinci savaşta yanına katarak, ikinci savaşta uzak tutarak hep Türkiye olmuştur ve RTE’nin artık oradan oraya oynamasının önü kesinlikle kapatılacaktır. MB başkanı değişimiyle artık AKP-RTE iktidarında dikişlerin atmakta olduğu görüldü ve AB yaptırımları ve zorlamalarıyla ya hizaya girme ya da alaşağı edilme seçeneği RTE’ye her gün hatırlatılır oldu. AKP-RTE cephesinde korkunun büyük ve ciddi olduğu, RTE’nin yardımcısı Kalın’ın hızlı Brüksel ziyaretiyle ölçülebilir duruma girdi.


AKP ya uluslararası finans kapitalizmin ona gösterdiği hizaya girip dış finansman sorununu çözerek deveyi gütmeye devam edebilecek ya da ona iktidar yolunu açan esnaf ayaklanmalarının kendine yönelik bir tehdit olarak gündeme geldiği verili koşullarda parti içi çalkantılar, erken seçim zorlamaları vb.. bu diyardan gidecektir.


Direnç göstermesi kaçınılmaz mıdır?

AKP’nin siyasal kimliğinin kadim kökleri ve bu kökleri sulayan bezirgan birikim tarzları, Türkiye’yi uluslararası finans kapitalizmin bir entegrasyon zemini olmaktan iktisaden düşürür ama 12 Eyül’den bu yana görüldüğü gibi siyaseten kalıcı bir sıçrama noktası haline getirmesine engel değildir. Bu nedenle AKP-RTE modelinin hızla bir ANAP modeline dönüşmesi, özellikle içinde bulunulan kriz momentumu için gereklidir. AKP bu dönüşümü gerçekleştirebilir mi? Çok zorlanır ama imkansız değildir. MB başkan ve politika değişimi bunun mümkün olduğunu gösteriyor. Ve özellikle uluslararası sermaye açısından AKP-RTE’nin iktisadi ikamesi olarak hazırlanan Babacan’ın MB ve sonrası uygulamalar için “bizden kopya çektiler”, Avrupa dahili söylemler için “hop, bu ne hız!” diye gösterdiği tepkiler zaten ekonomide öngörülen alternatif yönelimlerin, derinliği bir yana esas itibariyle bundan çok da öte olmayacağını bize anlatıyor. Burada, uluslararası emperyalizmin önüne koyduğu “büyük sıfırlama” altüstlüğü itibariyle stratejik yapısal değişikliğin önce AB-ABD gibi ileri emperyalist metropollerde şekillenmesini ve bağlantılı düzeyler üzerinden çevreye yayılmasını gerektireceği için çevre ülkelerin bir zaman esnekliğine sahip olacağı ön varsayılabilir. Bu, uluslararası emperyalizmin AKP-RTE’ye göstereceği iktisadi tolerans hacmine işaret eder.


Ve bu arada söz konusu çevre ülkelerin burjuva iktidarlarından beklenilenin, birinci olarak, IMF-Dünya Bankası üzerinden moratoryumlara kadar varan sermaye ve borç yapılandırılmasına ve yönetilmesine uyum göstermeleri; ikinci olarak, bu yeniden yapılandırma süreçlerinin bir cehenneme çevireceği zaten kolayca görülen işçi ve emekçi dünyasının ayaklanmalarını engelleyici zor kullanımı ve rıza üretimini sağlamaları; ve üçüncü olarak, dünya pazarının coğrafi doğu ya da küresel güney dirençlerine karşı tutum almaları olacağı açıktır. Bu genelliklerin Türkiye projeksiyonunun bize gösterebileceği gibi hem anılan zaman esnekliği hem beklenilen görevler itibariyle AKP-RTE iktidarının altından kalkamayacağı bir durum söz konusu değildir.


Bir diğer taraftan, bütün ülkeler itibariyle Türkiye’ye de dayatılacak olan yeni sermaye yapılanması ve birikim modeli tarzı sadece kadim sermaye kökenli yeni yetme islamcı Türk burjuvazisi açısından değil, aynı zamanda ülkenin geleneksel finans kapitali açısından da altüstlüklere neden olacaktır. 12 Eylül’ün ve küresel neo liberal saldırıların gösterdiği gibi emperyalist burjuvazinin ülkelerin geri sermaye kesimleriyle ittifakı verili yeniden birikim modellerini değiştirmek için zorlayıcı bir basınç oluşturabilmektedir. AKP-RTE iktidarının siyasal ve sosyal kimliği ANAP ve BOP süreçleriyle kanıtlandığı gibi buna uygundur. O halde, ülkedeki siyasal dalgalanmanın seyrini küresel konjonktürün bölgesel yansımaları üzerinden izleme gereği öne çıkmaktadır.


Uluslararası emperyalizmin AKP-RTE modeline iktisaden gösterebileceği toleransın kullanım payı bölge siyasetinde göreceli özerklik alanını artık ne kadar terkedeceğine, emperyalizmin bölge rotasına ne kadar gireceğine ve RTE’nin dediği gibi TC sınırlarını ne kadar Nato sınırı olarak hizmete sokacağına, emperyalist imparatorluğun sancak beyliğinde ne kadar sadık ve güvenilir olacağına bağlıdır.


TC’nin sancak sınırının doğu tarafı İran’dır. İran, 2003’ten itibaren uygulamaya sokulan BOP saldırganlığının hedef ülkesidir. 2002’de AKP’nin iktidara getirilişi ise, TC’nin geleneksel kemalizmini ılımlı islam ve devletçi Kürtle yeniden yapılandırma projesi gereği oldu. Bu, bir tür Çaldıran diziliminin öngörülmesiydi, Çaldİran diye adlandırmayı seçtik. Ordu ve kemalizmin siyasal ağırlığı liberaller ve liberal solun yardımıyla dağıtılıp AKP’nin önü açıldıysa da emperyalist hesaplar gene de pek tutmadı. Tarihin yapılması onun verileriyle mümkündü. Orta Anadolu merkezli bezirgan kasaba sermayesi önüne açılan yağma imkanlarıyla çılgına dönüp, daha öncesi bir kenara, cumhuriyet kapitalizmi içinde yüzyıldır finans kapitalin kuyruğunda ve devlet sınıflarının baskısı altında kalmışlığın birikmiş ihtirasıyla bütün coğrafyayı talana koyuldu. Ve gördü ki, Kayseri ile Bağdat arasında koca bir Kürdistan yatıyordu. Roboski’yle birlikte TC sömürgeciliği yeni Türk burjuvazisiyle yeniden yapılandırıldı. Çözüm, katliam, masa ve işgalle bugüne gelindi. Türk-Kürt ittifakının kurulamadığı, Kürt devriminin TC siyasal alanı içinde direnci kırılamadığı koşullarda emperyalizm Şii direnişi karşısında zaman ve mevzi kaybetti.


Şimdi yeni aşamada uluslararası emperyalizm yeniden İran kapısının önündedir. Trump’ın siyonizmle ittifakı itibariyle dışına çıktığı nükleer anlaşma belki Biden Amerika’sının yeniden dahil olmasıyla yenilenecektir. Ama bu sürecin, 79’dan beri savaş ve yaptırımlar altında olağandışı hırpalanmış İran halklarına ve İslam devrimine yeniden yaptırımlarla yöneleceği şimdiden görülmektedir. İran, bu kez Alman önderlikli uluslararası emperyalizmin gündeminde ve Alman tarzıyla çözüm masasındadır, yani TC, Zarrab olayında olduğu gibi yeniden İran’ın kaçak hatlarına imkan tanımamalıdır. Daha dünkü düşman Suudilerin dostluğundan anlaşılacağı gibi askeri ilgisi Kürtlerden ziyade Acemlere yönelmelidir. Kürt muhalefeti de bu uygunluk içinde kendi dikkatini Başur’dan Rojhilat’a kaydırabilmelidir, vb… Bugün bölgede ve ülkede Kürt sorunu merkezli bütün gelişmeler bu akışa tâbi gözükmektedir.

Emperyalizmin bölge politikasının gündeminde BOP sürecinde akamete uğradığı haliyle TC’nin devletçi Kürtle de yapılandırılması vardır. İkili bir uygulama gerektirmektedir. Bir tarafta AKP, Kürt meselesini gene sistem içine çekecek bir kabule yaklaştırılmalıdır. Diğer tarafta PKK’nin, zaten verili sistem içi çözüme ikna Kürt liberallerinin düşük siyasal profillerini devrimci tarzda zorlamasının önüne geçilmesi, örneğin çözüm süreci esnekliğine geri döndürülmesi ve Kürt halkının iradesinde temel belirleyen olmaktan çıkarılması sağlanmalıdır.


Birinci kademede olayca Efkan Ala’nın yeniden görevlendirilmesi, RTE’nin Kürt sorunu yoktur demesi, ekonominin yanı sıra adalet reformunu da gündeme getirmesi sıralanabilse de şimdilik bunların spekülatif görünen arka planlarını doldurmayı sahayı içerden gözleyen analizcilere bırakabiliriz. Ancak Ayhan Bilgen’in PKK’ye mesafeyle açtığı yeni siyasal boyut, Baydemir’in AKP’ye geçmişte teklifle yanaşıldığına yönelik aktarımları Kürt sivil siyasetinde AKP-RTE’nin ve hatta CHP’nin kabulüne yatkın yeni bir arayışın işaretleri olduğu açıktır.


İkinci kademede ise doğrudan Kürt devrimi hedef alınmıştır. Bugünlerde MSA’da doğrudan Barzani’nin siyasi sorumluluk alarak yönlendirdiği operasyon sadece TC ile işbirliği üzerinden açıklanamaz. Sürecin bu yılın neredeyse başında, Zine Werte ile başladığını ve bugünlerde Irak devlet güçleriyle Şengal’de derinleştiği göz önüne getirildiğinde kapsamlı bir yönelme olduğu ortaya çıkmaktadır.


Bölgedeki ve ülkedeki siyasal zorlamalar bu çerçevedeyken şimdi beklenen, AKP-RTE’nin Kürt sorununda yeni bir yönelim gösterip göstermeyeceğidir. Ne RTE’nin kendi doktriner kimliği ne de MHP/Ergenekon ittifakı içinde bulunması böyle bir yönelim tazelemeye engeldir. Ticaret sermayesinin alıp satacak bir şeyler bulmak ve pazarını korumaktan başka hiçbir ideolojik, siyasal, ahlaki bağları yoktur. Ve artık pazarını sadece uluslararası emperyalizmin hizmetine yeniden ve koşulsuz koyulmakla bulabileceği bir eşiktedir. Bu nedenle emperyalist burjuvaziye Kürt sorunundaki kilitlenmenin aşılabileceği düzenlemeleri vermek zorundadır. AKP-RTE iktidarının “beka”sı herşeyden çok buna bağlıdır. Bu güvenceyi bulduğu takdirde liberallerin ve liberal solun, mevcut yönetimdeki günahları “tek adam” söylemiyle yükledikleri Bahçeli’den kurtulması çok sorun olmayacaktır. Almanya’nın ülkü ocaklarına yönelik operasyonlarını bu tür bir cesaretlendirme olarak değerlendirmekte pek de sakınca yoktur.
AKP-RTE iktidarı emperyalist yayılmacılığın Ortadoğu’da kurumlaşması ve genişlemesi amacıyla Kürt varlığını entegre etmek için yaratıldı ve şimdi tekrar bu iktidarını koruyabilmek için aynı işleve uygun davranmak zorundadır.

Aksi koşulda yedek proje zaten hazır durumdadır. Saadet Partisi’nden Can Dündar’a, Babacan’dan HDP liberallerine kadar bir yayılımla CHP dolgulu bir mutabakat hükümeti platformu geçen yıl Berlin’de çatılmıştı. Pastası ve tabanı iyice küçülen AKP’yi bir erken seçime mahkum etmek artık hiç de zor değildir. Bugüne kadar bu seçeneğin gündeme gelmemiş olması bir taraftan emperyalist burjuvazinin ilgi yoğunluğunu kuramayacağı ölçüde salgın ve resesyon gibi büyük bir iç krizle uğraşmasıdır. Diğer taraftan ise AKP-RTE iktidarının arkasındaki ve bölgedeki yaygın islami yığılmanın öfkesini çekmekten çok sönmesini sağlamaktır. Emperyalist kapitalizmin doğu seferinde üstüne bir islami şal atması kendilerince uygun görülmektedir.


Özetle AKP-RTE iktidarının ömrü emperyalist kapitalizmin yeni doğu seferine uygun pozisyon alıp almayacağına, bu uygunluğun gereği olarak Kürt sorununu sistem içi çözümlere çekip çekemeyeceğine bağlıdır.
Hangi yolu tutturacağı, devrimci örgüt devrim arayışındaysa eğer, taktik ve mücadele çeşitlilikleri itibariyle fazla fark yaratmamaktadır. Devrim nesnelliği RTE ya da RTE sonrası dönem için aynı olgunluğunu koruyacaktır. Devrim öznelliği, güç yığılımı ve ittifak politikaları itibariyle esneklikler gösterebilir.


Hiç değinmediğimiz üzere liberal solu ve düzen solunu bu ana esinti içine dahil etmekte ve siyasal değerini anmamakta hiçbir sakınca yoktur.
Kürt devrimi, Türkiye devrimci solu ve proletarya ise ayrıca konuşulmalıdır. Burada kısaca bağlayacak olursak:
Bugünlerde 43. mücadele yılına giren Kürt devriminin önder kadrolarının bütün bu tehlike ve ihtimallere yönelik belirlemelerinin ve önlemlerinin olduğunu geçmiş ve güncel değerlendirmelerinden biliyoruz. Birleşik devrimi Türkiye metropollerine yıkmayı esas alan bir perspektifle Biden’dan beklentilerin arasındaki mesafenin Kürt özgürlük hareketine Bakur’da, Türkiye’de, Başur’da, Rojava’da ve Avrupa’daki düşmanca yönelimlerin bileşkesinde nasıl doldurulacağını bize zaman gösterecektir.
Türkiye devrimci solunun ve proletaryanın örgüt ve mücadele düzeyindeki derin zaaflar ise ülke siyasasında güncele ait değerlendirmelerin ne yazık ki onları görmeden yapılmasını mümkün kılmaktadır. Bununla birlikte keza güncele yansıdığı haliyle gelişmeler; halk yığınlarının anketlere yansıyacak ölçüde sadece iktidarıyla değil muhalefetiyle de düzen siyasetinden umudu kesmiş olmaları, eskisi gibi yönetilmek istememelerinin en kapsayıcı ifadesi olarak egemenleri korkutuyor. Açlık, yoksulluk, salgın altında ezilen yığınların devrimci öncünün kendini sahici çalışmalarla öne çıkarmasını beklediğini siyasal örgütleri aşkın kendi hareketliliği üzerinden gözleyebiliyoruz.


AKP-RTE’nin ömür uzunluğu kitleyi ayaklanma ve silahlanma propagandasına açık kılacakken, olası iktidar altüstlüğü yığın beklentileri itibariyle ‘70 ve Gezi Haziranlarını birbirine ekleyecek kitle hareketliliği imkanını önümüze getiriyor. Kürt devriminin dördüncü dönem tarzlarında ısrarı ve bu bağlamda birleşik devrimin metropol programlarının yükseltilmesi, doğrudan ve kesinlikle Türkiye devrimci solunun inisiyatif almasıyla mümkün olacaktır.


Sokağa çıkma yasağı, kilitlenme, “yeni normal” kapsamlı rıza politikalarına karşı durarak salgını ülke kapitalizminin perdelenmesine yarar halden çıkartıp proletarya ve tüm çalışanların işgal ve boykotlarla saldırı manivelası haline getirmek ve oportünistlerin, düzen solunun sınıf üzerindeki etkilerini kırmak üzere birleşik devrimi örgütleyip geliştirmek yerine onlara meşruiyet veren model arayışlarından vazgeçmek… Bugün itibariyle bunlar, burjuvazinin çelişki ve çatlaklarında tutulacak doğru patikaların bulunmasında devrimci faaliyete yol gösterici olacaktır.

Paylaşın