Gündem, Kadın - LGBTİQ+, Umut Yazıları

Cahil kendi aklar, kamil özünü yoklar – Zarife Mina

İlk olarak ünlü edebiyatçıların tacizlerinin ifşasıyla başlayan ve ardından kendince küçük dünyalarında küçük birer iktidar alanı oluşturmuş bir kısım erkeğin tacizlerinin ifşasıyla süren yüzleşme ve tartışmalar devam ediyor. Kadınlar ‘Uykuların kaçsın, ben ne zaman ifşa edileceğim diye’rekten isyanın fitilini bu kez sosyal medya üzerinden yaktılar. Nihayet yerinde duramayıp kendini (çok matah bir şey yapıyormuş gibi) erkek dayanışmasıyla ortaya atan ‘devrimci’’ erkekler de oldu. Çığ gibi büyüyen “Uykuların Kaçsın” hareketi biz kadınları umutlandırırken, buna karşı her kesimden erkeğin birbirleriyle dayanışması farklı soruları ve sorunları da tekrar gündeme taşıdı.  Çünkü aslında şu an halihazırda tartışılan ‘kadının beyanı esastır’ ilkesinin bir kesim için sorun olması da homososyal bir birliktelik olarak erkek dayanışması da hiç tanımadığımız uzak olduğumuz, bizi şaşırtan şeyler değil.

Erkek egemen sistem bizim hafızamızı, tarihimizi silme konusunda çok uzun süredir çalışıyor. Verdiğimiz mücadelenin de ödediğimiz bedellerin de üstünü örterek aktarımın, kadınların güçlenmesinin, ilerlemesinin önüne geçmek patriyarkanın kadınlara en büyük saldırısıdır. Tarihini yok et ki, bir geleceği olmasın. Tarihini yok et ki, bir sonraki adımını nereye atacağını bilemesin. Yaşanan tüm erkeklik durumlarında da bunun izlerini görmek mümkün. Örneğin bir erkek hayatını tek bir cümleyle ‘bir daha yapmayacağım, söz’ cümlesiyle idame ettirebiliyor. Fail erkek elbette ne yaptığı şeyle ne de sonrasında gelen taahhüt ile biricik olmuyor. Suç işleyen kimse bir şeyi yeniden keşfetmiyor. Bunu yapan ya da sonrasındaki refleksleri gösterenler de birer mucit değiller. Ancak taktik hep aynı geliyor karşımıza. Hafızasızlaştırmak.

Devrimci örgütlerde insanları bir araya getiren bazı şeyler vardır. Ortak hedef, program, tüzük gibi. Bunlar bizim yaşamımızı, ilişkilerimizi, yaklaşımımızı belirleyen şeylerdir. Örgüt aynı programa, aynı tüzük maddelerine inanan ve ona göre hareket eden kadrolar topluluğudur ve bu maddeler hiç de birbirinden ayrılabilir maddeler değildir. İşte ben esasen buraya dair bir şeyler söylemek istiyorum. Yani şu mücadelenin bölünmesi meselesiyle ilgileniyorum.

Devrimci örgütlerin tüzük ve programlarında uzun süredir kadın sorunuyla ilgili maddeler yer alıyor. Buna ilişkin mücadele alanları hem içte hem de dışta yaratılalı çok oluyor. Ancak devrimci örgütlerin bu noktaya gelişi öyle kolay olmadı. Hiçbir erkek iktidar koltuğundan kolay kolay vazgeçmez.

Bu çoğunlukla mücadele ile toplumsal bir baskı ile gerçekleşir. Demem o ki o programlara, tüzüklere bu maddeler konana kadar, özerk örgütlenmeler kurulana kadar verdiğimiz mücadeleyi ve ne koşullarda bu mücadeleye tutunduğumuzu unutmadık. Hafızalarımız bu konuda çok taze. Sizin tüm arka bahçelerinizi de gördük. Bugün kadın dayanışmamızı bu denli güçlü kılan da tarihin bize öğrettikleri, bizim bunlardan çıkardığımız derslerdir.

Patriyarka çok köklüdür ve toplumun biçimlenmesinin en güçlü ayağıdır. Zaman zaman kapitalizmle çelişen yanları olsa da sonunda mutlaka uzlaşılır ve doğrudan sisteme hizmet eder. Tüm ezme-ezilme ilişkilerinin müsebbibidir. Bundan mütevellit biz karşımızdaki sistemi, düşmanı tanımlarken patriyarkal kapitalizm diyoruz. Bu kavramla hala sorunu olan ve Marks’a yönelik cins körü eleştirisini anlamayanlar artık daha yakına, kendilerine bakabilir. Çünkü bunu anlamak için yalnızca makro örnekler değil, mikro düzeyde örnekler dahi yeterlidir. Görmek, anlamak isteyene. Her şeyin başı ve çaresi olan ‘kendini bil’ ya da başka bir ifadeyle ‘ben kimim’ sorusu aslında bu sorunsalın da çözümünü getirir. Erkek egemenlik ile mücadelede bir başlık olan parti içi cinsiyetçilikle mücadele her zaman biz kadınların en çok enerjisini alan olagelmiştir. Tıpkı esas hedefe, burjuvaziye ulaşabilmek için önce ona hizmet eden devletin kolluk güçlerini ve diğer örgütlenmelerini aşman gerektiği gibidir. Bu sistemin esas koruyucusu ve en büyük temsilcisi olan erkek egemen devlete ve kurumlarına karşı mücadele verebilmek için önce parti içi cinsiyetçilikle mücadele etmen gerekir. Buna karşı sürekli daha ayık olman gerekir. Çünkü o senin yol arkadaşın, omuz omuza dövüştüğün yoldaşındır. Ancak sen düşmanı görüp emniyeti açmış elin tetikteyken o sana uydurma, görünürde hiçbir şey yok der. Hatta sana fazla evham yaptığını söyler. Düşmanı görmez. Çünkü onu tanımaz. Bazen de düşmanın argümanlarıyla gelir karşına ki bu durumda zombi filmlerinde bir arkadaşının zombiye dönüşmesi karşısında ona yapabileceği en büyük iyiliği yapan karaktere dönüşürsün. Erkekliği öldürürsün. Tabii tekrar hortlamayacağının hiçbir garantisi yoktur.

Biz kadınlar çok iyi biliriz söylem ile fiil arasındaki o incecik çizgiyi. Mesela bir küfürü sarf eden kişinin bunu yapma, fiiliyata dökme potansiyelinin de olduğunu. Bu öyle kolaydır ki, yalnızca bir adım. Muzaffer Oruçoğlu’nun Hasan Ali Toptaş ile girdiği erkek dayanışmasının hemen ardından durumu tacize evriltmesi aslında buna çok güzel bir örnek oluşturdu. Devrimci örgütlerde programa, ideolojiye, kültüre uymayan davranış, tutum, yaklaşımlar arasında erkeklik hep en anlayışla karşılanan olmuştur. Sözgelimi bir örgüt üyesinin sınıfa olan bakış açısı, tutum veya davranışları nedeniyle ya da şovenizm üzerine kaç kere eleştirilir, kaç kere yaptırıma tabi tutulur? Bu konuda değişmesi için ona ne kadar şans verilir? Kaç kere eğitime alınır? Ne sıklıkla böyle örneklere rastlanır? Halka, sınıfa, mücadeleye ne kadar hakaret etse tahammül sınırlarını zorlar? Bu soruların cevabı elbette gerici yaklaşımın ya da suçun kimden doğru geldiğine göre değişir. 1 senelik üye ile 10 senelik üyenin değerlendirilmesi arasında çok fazla değişken vardır. Ancak erkek egemenlik o kadar kanıksanmış olabiliyor ki devrimci mücadele içerisinde böylesi gerici karakterler 20-30 sene boyunca aynı yaklaşım, aynı kafayla yaşayabiliyor. Hoş görülebiliyorlar. Üstüne birde biz kadınlara nasıl kurtulacağımızı anlatmaya yelteniyorlar.  Erkeklerin cinsiyetçi yaklaşımlarını, erkekliklerini açıklamak için sığındıkları argüman olan değişimin 1 günde olmayacağı, zamana ihtiyaç duyulduğu bahanesi kurtarmıyor artık. Çünkü bu mücadelede az biraz deneyimi olan kadınlar olarak gördük ki bazı erkekler için bu gerekli zaman on yıllar oluyor ve bu süre zarfında mücadeleden öyle ya da böyle bir sürü kadını düşürüyor, ilerlememizin önünde koca bir kaya gibi oturuyorlar. Üstelik koşullar (kadın mücadelesi, feminist mücadelenin olumlu yöndeki baskısı) bazı erkeklerin değişime olan direncini kırdığında da sanki devrimcilik adına yapılması gereken bu değilmiş gibi geçmişin özeleştirisini dahi vermeden alkış bekleyebiliyorlar. Lütfetti yoldaşlar, bir ara hatırlatın da Lenin nişanı takalım.

Aslında söz konusu devrimci erkekler bilinçsiz de olsa tarafını devrimciliğe adımını attığından beri belirlemişti. Sisteme ve onu ayakta tutan, insana yakışmayan tüm ezme-ezilme ilişkilerine karşı olduğunu söyleyen, esip gürleyen erkekler konu erkek egemenlik olduğunda neden hayatında olmadığı kadar sakin, ılımlı, anlayışlı ve ‘dayanışmacı? Çok açık ki burada bir çıkar söz konusu. Senelerce kadınlara mücadeleyi, sınıfı bölüyorsunuz diyenlere sesleniyoruz: asıl siz mücadeleyi bölüyorsunuz! Buna izin vermeyeceğiz. 

Devrim yolu engebeli, dolambaçlı, sarp ve bir bütündür. Devrimcilik tutarlılık işidir. Bir ezme-ezilme ilişkisini yok sayarak diğerlerini kucaklayamazsınız. Samimiyeti tartışılır yani o kişinin devrimciliği tartışılır ki bunu yapıyoruz. Mukayese yeteneğinden yoksunluk söz konusu. Zira bir başkasındaki gericiliği görürken kendilerini görmüyorlar. Parça- bütün diyalektiğini kurmada zayıflık var. Zira her cinsiyetçiliğin, her erkek egemen davranışın nasıl da sisteme hizmet ettiğini anlamıyorlar. Düşmanı tanımada, hedef belirlemede eksiklik var. Zira hala kadın mücadelesini, patriyarkaya karşı verilen mücadeleyi erteleyebilen hedefe koymayan yaklaşımlar sergileyebiliyor, onu kapitalizmden daha az tehlikeli bulabiliyorlar. Bugün bunları açıktan ifade etmeleri her ne kadar zorlaştıysa da zaman zaman bu zihniyetin kendini ele vermesiyle biliyoruz ki daha çok yolumuz var. 

Kadın kurtuluş mücadelesi tali değil esastır. Komünist bir dünya tahayyülü olan herkes için, yeni bir insan tipolojisi yaratmak isteyen, bunun mücadelesini veren herkes için esastır, stratejiktir. Bunu anlamadan yapılan, kavramadan girişilen dünyayı yorumlama da toplumu analiz de eksiktir ve sonucu doğru vermez. Farkında olanlar içinse bilmek yapmayı gerektirir diyelim. Bir zincir olan kendinde devrim, örgütte devrim, toplumda devrim unutulmamalıdır.

Değişime direnen, gericiliğiyle mücadelemizin yolunu tıkayan, bizi geri düşüren, ayak bağı olan erkek zihniyet kadınları ve güçlerini sorgulamaktan vazgeçmeli ve dönüp aynaya bakmaktan korkmamalı. Kimse kendinden kaçamaz. Ya değişecek ve patriyarkal kapitalizme karşı mücadelemizde barikatı bizimle birlikte sağlamca tutacaklar ya da hesap verecekler.

Kadınlar olarak hesap sormaya yeni başlamadık elbet, ancak artık mücadelemiz çok emin adımlarla ivme kazanıyor.  Yalnızca devlet olduğunda değil evimizde, sıramızda, yanımızda olduğunda da affedilemeyeceğini öğrendik, her örnekte tekrarlamaya lüzum yoktur. Ertelemek, idare etmek ortak olmaktır. Soruna gerektiği gibi, ciddi yaklaşılmalıdır.

Bugün dayanışmamız dünden daha güçlü ve geliyoruz. Düşmanın bize, kazanımlarımıza saldırıyor olması da gösteriyor ki doğru yoldayız. Erkeklik her nereden gelirse gelsin, hedefimizdir. Yöntemi değişmekle beraber hepsiyle mücadele edecek inanç, karar ve güçte olduğumuzdan şüphe duyulmasın. Erkek şiddetine karşı bugün bir yöntem olarak kullanılan ifşa, Arjantin’de adalet sarayların yakılması, yarın kadınların kendi şiddetini örgütlemesi, örgütlenmesi ve yeni, daha sonuç alıcı adımlara doğru evrilmesiyle kadınların özgürlük gücü haline gelecektir. Savaşımız patriyarkal kapitalizm ve onun tüm temsillerine karşıdır.

Son olarak hedefte hiçbir sapma yoktur. Aksine tam 12’den. İşgal ettikleri yerleri ağrıyacak, daha çok uykuları kaçacak ve bazıları gün gelecek hiç uyanmamak üzere derin bir uykuya dalacak. 

Paylaşın