15 Mart tarihli bir Erdoğan makalesi Bloomberg sitesinde paylaşıldı. Bu makale Suriye’de ayaklanmaların 10. yıl dönümüne dair ve aynı zamanda mevcut Türkiye-Amerikan ilişkilerinin Joe Biden ile başlayan ‘sorunlu’ ilişkilerine dair de bir ‘yakarış’ içermektedir.
AKP-MHP faşizminin lideri Erdoğan, üç seçenekli bir öneri sunuyor. Öncelikle de cümlelerine İdlib bölgesine geçen yıl özelinde yaptığı saldırıdan başlayarak Batı ülkelerine üç başlıklı güncel öneriler sunmaya çalışması faşist rejimin politik ve ekonomik sıkışmışlığına imdat çığlığı anlamını taşımaktadır. Bu üç önerinin ilki Batı’nın göçmen politikalarının Avrupa’nın siyasi istikrarını zayıflatacağı ve bu sebeple Suriye’de istikrarın sağlanması için Türkiye’ye destek verilmesi gerektiğini aktarmaktadır. Bu önermenin anlamı görünürde elbette ki vicdani bir duyguya sesleniyor anlamı taşısa da esasta Avrupa ile olan ilişkilerinde Suriye’den başlayıp Avrupa’ya göç eden insanların yol güzergahının Türkiye üzerinden geçtiğini hatırlatması anlamını taşımaktadır. Avrupa’nın sömürdüğü ülkelerden böyle bir göç hareketinin son sınır noktasının Türkiye olması durumunu ustalıkla koz olarak kullanamaya çalışan AKP-MHP faşist ittifakının böylesi yöntemleri Batı tarafından çok zamandır teşhir olmuştur. Hatta Erdoğan’ın Batı’ya ikinci önermesinde ki askeri, ekonomik ve diplomatik gelişmeleri Suriye’de istikrara kavuşmasının gerekliliğini göstermesi de yazdığı üçüncü- esas- önermesine temel sağlamaktadır.
Bu iki önerme Batı’ya bir serzeniş niteliğini taşımakla birlikte içerisinde taşıdığı bazı anlamları itibariyle sömürge faaliyetlerini meşrulaştırma temeli taşımaktadır. Kendi çetelerinin işgal ettiği alanlarda açtığı faşist örgütlenme ve devlet kurumlarının varlığının istikrar ve insan haklarının savunucusu olduğunu lanse etmesinin yanına Batı’nın bu bölgelerde (ismini güvenli bölgeler olarak söylediği) yatırım yapmasını tartışmasız savunduklarını açıklıyor. Bu söylemlerin tamamı sömürge faaliyetlerin daha korunaklı bir limana sürüklenmesini planlamaktadır. Çünkü kısa bir örnek vermek gerekirse İdlib’te (iddiaya göre Rusya, geçtiğimiz günlerde Akdeniz açıklarından balistik füze ile İdlib’e bir saldırı gerçeklemiştirdi) bir noktanın vurulması Türkiye’nin kontrolünde olan bölgelerde öncelikle temel yaşam ihtiyacı ürünlerinin fiyatının artmasına sebep olmuştur. Bu saldırıyla, orada yaşayan halkın göç ettirilmesi dahil birçok fikir ortaya atılmıştır. Bu iddia bile AKP-MHP faşist iktidar sömürgeciliğinin bölgede yaşadığı sorunları göstermektedir. Bu nedenle faşizmin dış politikası, yapmaya çalıştığı ikili çıkar siyaseti sebebiyle sürekli dibe batmaktan kendisini alıkoyamamaktadır. Avrupa’ya böyle bir çağrı yaparak işgal ettiği alanlarda ekonomik yatırımların geliştirilip kendisine tek başınayken izin verilmeyen sömürgecilik faaliyeti boyutunun bu sebeple daha güvenli bir limanda ilerlemesini istemektedir.
“Bölgede barış ve istikrarın yeniden tesis edilmesinin Türkiye’ye gerçek ve güçlü Batı desteğine bağlı olduğuna inanıyorum.” derken de Batı’nın bu sorunu çözebilecek en büyük güç olduğunu belirtmesi kendi burjuva siyaset arenaları için oldukça normaldir. Ama sadece bu cümleye bakarak yorumlamak hem Rusya-İran faktörünü görmezden gelerek bir yorumlama yapmamıza sebep olabileceği gibi hem de Erdoğan’ın 2019 yılında Ankara’da Astana Platformu toplantısında söylediklerini unutmamızı gerektirmelidir. “…Astana Platformu Suriye’deki yangının söndürülmesi için etkili çözümler üretebilen ve bunların hayata geçirilmesi amacıyla somut adımlar atabilen yegâne girişimdir.” Bu cümlelerde sadece birkaç yıl öncesine ve Erdoğan’a aittir. AKP-MHP faşizminin dış politikada yaşadığı sorunların bir temel kaynağı bu gibi ikili siyaseti sürdürememe anlayışında yatmaktadır. Güncel politikalarda bunu hem bir koz kaynağı olarak hem de genel bir taktik olarak kullanmaya çalışması birbirine karşıt olarak konumlanmış iki ayrı gücün arasında yalpalanmasına sebep olmaktadır. Bu durumların kendisi, AKP-MHP faşizminin hareket kabiliyetini sınırladığı için sürekli gündemleştirilmektedir. Sömürge faaliyetleri, ekonomik sorunlar vs. faşizm lehine çözülemedikçe devlet sürekli olarak iktidarını restore etmeye dönük faaliyetlere girişmekten kendisini alamamaktadır.
Erdoğan’ın makalesinin belki de en önemli çağrısı Joe Biden’lı Amerikan siyasetinedir. Çünkü onlarca devlet başkanına geri dönüş yapan Biden, her platformda kendisi ile iletişim kurmasını isteyen Erdoğan’ın, ABD’ye karşı yaptığı hatalara göz yummayacağını gösteriyor. Yine bu makalede Astana sürecinin tam tersi bir söz söyleyen Erdoğan, doğal olarak ABD’ye de doğrudan göz kırpıyor.
Birincisi; AKP-MHP faşizminin, ABD’ye karşı, Joe Biden’ın gelişine kadar sarf ettiği sözler ve hatta S400 hamlesi yaptığı pratikler bilindik anlamıyla bir emperyalizm tezine işaret etmiyor. Rusya’nın dünya askeri teknolojisinde edindiği güç ile beraber ABD’nin de düşen ivmesini ileriye taşıması arzusu Türkiye’nin bu konuda takındığı tavır ve pratikler, ABD’nin güncel politikalarıyla alakalıdır. Faşizmin, ABD ile her karşı karşıya geldiği anın cevabı bugün Biden’ın Erdoğan’ı aramayarak aslında ilk cezalandırma yöntemini uyguladığıdır. Onu hem askeri hem de politik olarak bir kıskaç içerisine alıyor ve Türkiye’nin gerçekçi bir tavır takınmasını istiyor. Bu sebeple ABD’nin öyle ya da böyle yaptığı birçok hareket AKP-MHP faşizmini zora sokuyor
İkincisi; Rusya, sömürge faaliyetlerini Suriye’de yürüten AKP-MHP faşizminin petrol gelirlerini engelleyerek hem Türkiye’ye hem de dünyaya bir mesaj iletiyor. Özelinde Türkiye’nin almasını istediği mesaj siyasi ve askeri olarak yapacağı her ‘yanlış’ adımda cezalandırılacağını görmesidir.
AKP-MHP faşizmi için içine girdiği ekonomik, politik ve askeri başarısızlıklar dış siyasette herhangi bir dala tutunma isteğidir. Ne eski alışkanlıklarından vazgeçebiliyor ne de kendisini yeniden restore edebiliyor. Ülke içinde devrimci mücadelenin faşizmin kendisine ‘ne yapacağım?’ sorusunu sorduğu şu günlerde devrimci eylem, bilinç ve örgütlenme imkanlarını seferber etmesi gerekmektedir. Birleşik mücadele faşizmin, ABD ve Rusya tarafından içine alındığı kıskaçta sürekli bir yöne çekilmeye çalışıldığı şu günlerde esas darbenin onlardan değil devrimcilerden geleceğini gösterebilmelidir.