-Bu yaşadığımız hayatın nasıl bir etkisi oluyor sende?
-Ulaşmak zorunda olduğumuz bir sahilin gözümüzün önünde belirmesi gibi bir etkisi var.
Yukarıdaki bu kısacık diyalog ‘71 Nisanında, eski papalık zuhafı ve Louise Michel arasında, istasyon önündeki bir hendek nöbetinde geçiyor. İşte Paris Komünü; böylesi devrimci bunalım çağlarında, korku içinde geçmişin ruhlarını yardıma çağırdığımız, eski oldukları için saygı duyulan giysilerle ve devralınan dille andığımız(1) bir devrim değil tam da Louise Michel’in o gün verdiği cevaptaki bu zorunluluğu ve şu ana dair mümkünlüğünü gördüğümüz ezilenlerin en güzel devrimi. Yöneticilerinin değil isimsiz savunucularının kurduğu tarihteki ilk işçi sınıfı iktidarı deneyimimiz.
Komüne giden yol
Avrupa’nın birçok kentinde baş gösteren ayaklanmalar Fransa’da, 1848’de (Şubat Devrimi), mali aristokrasinin çıkarlarını temsil eden Orleans hanedanlığını ve Louis-Philippe krallığını devirirken ikinci cumhuriyet dönemini başlattı. Ömrü kısa süren bu cumhuriyet kanlı Haziran günlerinde General Cavanignac kuvvetlerinin direnişi ezmesiyle, 2 Aralık 1851’de de Louis Bonaparte darbesiyle sona erdi. Ertesi yıl imparatorluğunu ilan eden Bonaparte, III. Napolyon unvanını alacaktı. Küçük Napolyon, bir yandan Fransa’nın en kalabalık sınıfı köylülere topraklarını rahatsız edilmeden kullanmalarını vadederek en büyük desteğini alıyor diğer yandan hayır derneği adı altında kurduğu 10 Aralık Derneği’yle—her birimi Bonapartist bir general tarafından yönetilen—lümpen proletaryayı örgütleyerek devrimci proletaryayı saf dışı bırakıyordu. Aynı zamanda monarşistleri, muhafazakârları, ruhban kesimi, liberalleri ve cumhuriyetçileri, tüm bu hizipleşmeleri kontrol altında tutarak Marx’ın ifadesiyle ‘’sınıf mücadelesinde ateşkesi zorlayarak’’ ve bunun sonucunda müthiş zenginleşerek iktidarını devam ettirmekteydi. Ta ki 2 Eylül 1870 Sedan yenilgisine kadar.
Egemen sınıfın toprak sahipleri olduğu Prusya ise onlarca bağımsız devlete bölünmüş Almanya’nın hâkim devletiydi. 1862’de başbakan olarak görevlendirilen Otto von Bismarck’ın da amacı yeni gelişen Alman kapitalizminin ayaklarını Prusya monarşisinin hakimiyeti altına almaktı. Nihayetinde zorunlu askerlik ve kraliyet ordusu topuyla, Fransa ile yapılan 1870-71 Savaşı Prusya kralına Almanya İmparatorluğu’nu getirecekti.
1860’lı yıllara gelindiğinde, artık Bonaparte’ın köylülere vadettiklerinin boşa çıktığı, yolsuzlukları, imparatorluğa yakın girişimcilerin devlet ihalelerini alırken diğer kapitalistlerin bu devasa pastadan pay almak istedikleri gözle görülür bir hal almıştı. Ekonominin büyüdüğü, sanayi üretiminin iki katına çıktığı siyasi ve mali maceracılar çetesi tarafından sömürülen(2) Paris’te ve Fransa’nın diğer büyük şehirlerinde yoksulluk kol geziyordu. İşçi sınıfının, sosyalistlerin, anarşistlerin, orta sınıf reformcuların muhalefetiyle geçen bu sürede Bismarck’ın Napolyon’u savaşa sürüklemesi de kolay oldu. Ve böylece iktidarını ve itibarını geri kazanmak isteyen maceracı Louis Bonaparte 2 Temmuz 1870’te Prusya’ya savaş açtı ve 2 Eylül’de MacMahon komutasındaki ordusuyla Sedan’da teslim oldu.
Sedan yenilgisi haberinin şehre gelmesiyle Paris’teki işçiler sarayı işgal edip, imparatorluğun yıkıldığını ilan ederek Yasama Meclisi’nin 4 Eylül günü cumhuriyeti yeniden ilan etmesini sağladı. Paris halkı bu olağanüstü koşullar altında yasama organında bulunan Paris temsilcilerinin ‘Ulusal Savunma Hükümeti” adı altında başa geçmelerine izin verdi. Bu hükümetin başına da ‘deneyimli’ muhafazakâr siyasetçi Thiers getirildi. “Kimseye tek bir karış toprağımızı bırakmayacağız” diyen yeni hükümetin Alsace Lorrainne eyaletlerinin istenmesi, ağır savaş tazminatları ve Prusya ordusu tarafından 5 ay boyunca kuşatılan Paris önünde bir ihanet hükümetine dönüşmesi çok zaman almadı. Thiers’in Ulusal Muhafızı silahsızlandırmaya, proletaryanın ellerindeki silahları ve halktan toplanan paralarla yapılmış olan topları geri almaya giriştiği an Paris için artık devrimci savaşın başladığı andı. Burjuvazinin korkusu için “silahlı Paris demek, silahlı devrim demektir” diye yazacaktı daha sonra Marx.
Savunma hükümeti ordusu ve Prusya ordusu karşısına “silahlarınızı halka doğrultmaktan vazgeçin” diyen Parisli kadınlar çıkıyordu ilk olarak. Komün tarihçisi Lissagaray 70-71 yıllarında 114.000 aktif işçinin 62.500’ünü oluşturan Parisli kadınları “Devrim günlerinde olduğu gibi ilk hareket edenler kadınlar oldu. Kuşatmanın esmerleştirdiği kadınlar—onlara sefaletten çifte pay düşüyordu—erkekleri beklemedi. Mitralyözlerin çevresini sardı.” diye anlattı. Ve nihayet, Thiers Hükümeti’nin ordusuyla birlikte Versailles’a kaçarak Prusya ile ateşkes görüşmelerine başlandığı sırada Paris’in emekçileri belediye binasını işgal edip, 18 Mart 1871’de iktidarı eline aldı. Ama bu sefer; seçkinlere değil Paris halkına, emeğin iktisadi kurtuluşu için gerekli olan nihai siyasal biçimi(3) komüne devretmek için.
Onurlu Paris halkı, Komün Merkez Komitesi’nin “başkent proletaryası yönetici sınıfların yetersizlikleri ve ihanetleri karşısında kamu işlerinin yönetimini ele almıştır” ilanını, Hotel de Ville’de dalgalanan kızıl bayrakla ve sokaklarda “Vive la Commune! (Yaşasın Komün)” sesleriyle karşılıyordu.
“Eski dünya, Belediye Sarayı üzerinde dalgalanan ve emek cumhuriyetinin simgesi olan kızıl bayrak karşısında, öfke sarsıntıları içinde iki büklüm oldu.”
Vive la Commune!
O bahar, 72 gün boyunca önderliğini işçilerin, sıradan insanların yaptığı, bir ayaklanmadan ziyade bir siyasetin zuhur edişi, olumlanışı (4) olan komünde neler yaşandığına bakalım. İlk olarak zorunlu askerlik, sürekli ordu ve polis kuvvetlerinin lağvedilmesine karar veren komün, eli silah tutabilecek tüm yurttaşların katıldığı Ulusal Muhafızı tek silahlı güç ilan etti. Uzun vadede planı ise taşralar da dahil tüm komünlerde kısa süreli görev yapacak olan halk milislerini oluşturmaktı. Kuşatma sırasında oluşan tüm ev kiralarını sildi ve rehin alınmış malların satışını durdurdu, yine kuşatma sırasında kar sağlayan sanayicileri bunun dışında tutarak. Komüne seçilen üyelerin maaşının herhangi bir işçinin maaşını geçmemesi üzerine düzenlemeler yapılarak, konseyin bürokratikleşmesi ve kişiler iktidarına dönüşmesine ket vuruldu.
Kiliseye yapılan devlet ödemelerinin kaldırılıp kilise mülklerine el konulması kararnamesi çıkaran komün, daha sonra Belediye Sarayı’nda bulunan onur nişanlarını, gümüşleri ve çeşitli dinsel nesneleri paraya çevirdi. Bütün çocuklara zorunlu, laik eğitimin verilmesi, kilisenin okullar üzerindeki baskısının yok edilmesi ve tüm dogmaların okullardan bir an önce uzaklaştırılması üzerine çalıştı. “15 Mayıs’ta iki kadından, Marie Verdure ve Elie Decoudray’den oluşan bir dernek, kreş örgütlenmesine yönelik projesini sundu. Bugün Fransa’da hala yürürlükte olan çocuk bakım kurumunun modeli ve ilham kaynağı bu projedir.”(5)
Komünün evrensel cumhuriyet şiarı tam anlamıyla işçi sınıfı enternasyonalizmine karşılık geliyordu. Dünyanın bütün ezilenlerine bağlılıkla, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu bir grup, Voltaire Meydanı’nda giyotini yaktı. 16 Mayıs’ta ise Napolyon’un 1809 Savaşı sonrasında ele geçirdiği toplarla yaptığı, emperyalist fetihlerini yücelten, şovenizmin simgesi olan Vendome Meydanı Zafer Sütunu yıkıldı. Komüne seçilen yabancıların üyelikleri onaylandı, bir Alman işçi olan Frankel Çalışma Konseyi başına, Polonyalı Dabrowski ve Wroblewski ise Paris savunmasının başına getirildi.
Terk edilmiş atölyeler tazminat ödemesi şartıyla işçi kooperatiflerine teslim edildi, fırıncılar için gece çalışması kaldırıldı.
Komün Konseyi aralıksız çalışırken bir yandan da taşraya çağrılar yapılıyordu. Komünün tek kadın gazetecisi Andre Leo’nun kaleme aldığı etkileyici bildirilerin birinde: “Kardeşim, seni yanıltıyorlar. Bizim çıkarımız ortaktır. Benim istediğim şeyi sen de istiyorsun. Benim talep ettiğim özgürleşme, aynı zamanda senin özgürleşmendir. Paris’in istediği şey, toprağın köylüye, iş araçlarının işçiye ait olmasıdır.” diye yazıyordu. 12 Nisan’daki makalesinde Leo, kadınların yardımını reddeden erkek önderlerle, savaş alanından kadınların uzaklaştırılması gerektiğini söyleyen erkeklerle şu cümlelerle hesaplaşıyordu: “Tüm büyük davaların, her insanın yüreğinde aynı duyguları uyandırdığını ve ot gibi yaşayan basit görüngüler olmadıkları sürece kadınların da böylesi zamanlarda, aynı güçlü tutkuları duyumsadıklarını anlamalıyız. Demokrasi ancak kadınlarla zafere ulaşacaktır.”
“Kadınsız Devrim” başlıklı yazısında da Komün güçlerinin kumandanı Dombrowski’ye dersini vermişti: “General Dombrowski, 18 Mart Devrimi nasıl başladı biliyor musunuz? Nasıl kazanıldı? Kadınlarla! O muhteşem sabah hat birlikleri Montmartre’a gönderilmişti. (…) Öndersiz, emirsiz ulusal muhafızlar, açık bir saldırının önünde duraksamışlardı. Topun tekerlekleri birkaç adım daha ilerleseydi, komün generali hiçbir zaman olamazdınız. Ama kadınlar, kalabalığın içindeki Montmartre’ın kadın yurttaşları atların gemlerini ele geçirdi, askerleri kuşattı…”(6)
Paris’e saldırı
Komün kısa sürede bunları başarırken elinde ne ordusu ne de topları kalan Thiers hükümeti de Prusya ile görüşmelere başlamıştı. Egemenlere korku salan, tüm dünya proletaryasına bu yüklü mirası bırakan komün karşısında burjuvazi, “kazanan ordu ile yenilen ordu proletaryayı birlikte boğazlamak için”(7), ittifak kurmuştu. Jules Favre’nin görüşmeleri sonrası Bismarck yüklü bir tazminat karşılığında esir alınan orduyu Versailles’a teslim etti. Farklı yerlerden toplanmış ancak 40 bin askeri olan Thiers hükümetinin bu görüşme sonrası asker sayısı 130 bine yükselecekti. Thiers, gazetelerde kara propagandayla taşra ile Paris’in ilişkisini keserken, askerlerini Paris’e saldırmak için hazırlıyordu ve Mayıs’ın 21’inde pazar öğleden sonra Versailles askerleri Paris’e girdi.
Thiers kürsüsünden “Askerlerin Paris’e girmesini komuta eden generaller büyük savaş adamlarıdır… Bedel ödetilecektir. Yasalar adına, yasalar tarafından, yasalarla birlikte ödetilecektir.” diyerek bundan sonra yapacağı katliamların, toplu infazların, toplu mezarlıkların, keyfi olarak seçilen kadınların, çocukların vurulması, hapislerin, kampların ve sürgünlerin nasıl da uygarlık adına, yasalarla yapacağının haberini verdi. O uygarlık ki, komünün ardından sadece Paris’in yakılan yapılarına üzülecekti.
Komünde kadın simgesi
Devrimin başından sonuna kadar her anında bulunan kadınlara; Komün anlatılarında, dergi ve gazetelerde, resimlerde ellerinde tüfekleri bir askeri parçalarken ya da ellerinde gaz yağı Paris’i yakıp yıkıp harabeye çeviren canavarlar olarak rastlıyorduk. Öyle ki komünü olumlu sergileyenler bile kadın komünarları bir muhafızın arkasında, sonradan eklemlenmiş halde resmetmekten hiç çekinmedi.
Komünün en ünlü simgelerinden biri Paris’i yakan petroleuseler idi. Petroleuseler siyasi yönden edilgen, yavrularını koruyan dişi, yas tutan anne, savaşta dul kalmış eş ya da fahişeler olarak tanımlanarak öznellikleri yok sayılıyordu. İkili karşıtlıklar sistemi içinde petroleuseler doğa ile ilişkilendirilmiş ve aldıkları her devrimci karar öfkeli ve vahşi bulunarak erkek dünyasından yani uygar dünyadan ayrılmıştı. Bu simge aslında tüm toplumsal düzeni yerle bir ediyordu. Evdeki erkeğe ve çocuklara bakması gerekirken onları bırakıp kamusal alanda devrimci bir iradeyle bulunan, elinde tüfeği sisteme meydan okumuş ve diğer kadınları cesaretlendirmişti. Bu bağlamda kadın komünarlar aynı zamanda feministleri temsil ediyordu. Kadınlar evi siyasi alan için terk eden, topyekûn ataerkil düzene korku salan devrimci öznelerdi.
Kadın komünarlara savaş açan burjuvazi, onları devrimin bastırılması sırasında acımasızca cezalandıracaktı. Yakalanan kadınlar çırılçıplak soyulup, tecavüze uğruyordu. İdam edilmeden hemen önce kadınların giysilerinin yırtıldığı, memelerinin açıldığı biliniyordu. Tutuklamalar sırasında kadınlar kentte askerler tarafından aşağılanarak peçeleri ve kıyafetleri açılarak küfürler eşliğinde yürütülüyordu. Böylece burjuvazi salt bir devrimi bastırmanın çok ötesinde, düzeni kökünden değiştirmeye yaklaşan kadınlar karşısında, onlara, kadın olmanın her biçimine saldırarak devrim üzerindeki egemenliğini göstermeye girişti.
Barikatlara! Komün ölmedi
Komün ve savaş konseyinin hataları; Belediye Sarayı’nda bulunan devrimlerin incelenmemiş dosyaları, Birinci İmparatorluğun, 1848 Monarşisi’nin, III. Napolyon’un tarihinin halkın gözünün önüne serilmemesi, Fransız Bankası’na dokunulmaması vs. hakkında Engels bu sorumluluğu, Fransa’da İç Savaş’a yazdığı önsözde şu sözlerle dile getirmiştir:
“Komün’ün iktisadi kararlarının, bunların övgüye değer olan ve olmayan taraflarının sorumluluğu öncelikli olarak Proudhon’culara, siyasal eylemlerinin ve ihmallerinin sorumluluğu da öncelikli olarak Blankistlere aitti.”
Tüm bunların yanında Paris en son Belleville’de yenik düşene kadar 8 gün boyunca destansı bir direniş sergiledi. Tüm dünyaya: “Bu Parisli proleterler sizler için, yarının zalimleri olacak sizler için savaşıyorlar. Onlar yenilecek olursa, sizler de uzun yıllar cenaze törenleri yapacaksınız.” diye sesleniyordu.
Bundan sonra kaldırım taşları, toprak yığınları, ele geçen eşyalarla kızıl bayrağın dalgalandığı; eline tüfeğini alanın koştuğu barikatlar konuşacaktı. Montmartre’da Dimitrieff ve Louise Michel’in komutasındaki kadınların tutuğu barikatlar, Paris’in en etkin barikatlarıydı. Yine kadınlardan oluşan ambulans birlikleri surlara yerleşiyordu, her biri savunma sırasında düşenin yerini alacaktı.
“Madam Lemel’in kuşatma boyunca insanın açlıktan ölmesini nasıl engellediğini anlamadığım devrimci aşevi, özveri ve anlayışın gerçek bir güç gösterisi oldu. Kadınlar kendi kendilerine bir şeyin mümkün olup olmadığını değil, faydalı olup olmadığını sorarlardı; evetse onu gerçekleştirmeyi başarırlardı.”(8)
O Mayıs Paris’te—gazetelerin, dergilerin Paris’i yakan petroleuseler diye canavarca resmettiği—on milyondan fazla kadın özgürlük için savaştı.
Farklı etnik kökenlerden, çoğu yetim olan 15-16 yaşındaki çocuklardan oluşan Kelebekler, barikatlara tırmanıp, göremedikleri düşmana meydan okuyordu. Temple varoşunun barikatı alındığında, tüm savunucuları duvara dizilip tek tek kuşuna dizilerek öldürüldü. İçlerinden nişancı bir çocuğun geri dönmeyeceğini düşünerek gitmesine izin veren subay üç dakika sonra “geri geldim” sesiyle irkildi. Ve kaldırımdan atlayıp kurşuna dizilmiş arkadaşlarının cesetlerinin altındaki duvara dayandı.(9)
Duvar diplerinde diz çökmeye zorlanarak kurşuna dizilen komünarlardan “yaşasın komün!” cevabını alıyordu sadece Versailles ordusu. Montmartre’da diz çökmeyi reddeden bir kadın, çocuğu kucağında, öldürülmeden hemen önce etrafına şöyle bağırıyordu: “Siz bu sefillere ayakta ölebileceğinizi gösterin.”
İşte Komün, yarattığı siyasi muhayyilenin yanında, dünyanın tüm ezilenlerine onurlu bir direniş geleneğini de miras bıraktı. Komünün başlattığı işi herkesin gözü önünde Sovyetler’in sürdürdüğünü söyleyen Lenin, Komün Dersleri’nde “Paris toplarının gürlemesi, proletaryanın en geri katmanlarını uykularından uyandırdı ve sosyalist devrimci propagandaya her yerde yeni bir atılım verdi” diyecekti değerlendirmesinde. Onun için komün ‘eski tarih’ değil ölümsüz bir davanın yaşayan deneyimiydi. Kendisinden sonraki devrimlerde olduğu gibi, bugünkü tüm ayaklanmalarda, sokaklarda kurulan tüm barikatlarda 1871 Komününün heyulası, Pottier’nin Enternasyonal’i dolaşıyor.
Yazıya komünün en asi kadınlarından biri Louise Michel’in cümleleriyle başladık onun yargılamalar sırasında Askeri Mahkeme karşısındaki haykırışıyla bitirelim:
“Kendimi savunacak değilim. Kimsenin beni savunmasını da istemiyorum. Tüm devrime katıldım ve bütün yaptıklarımın sorumluluğunu kabul ediyorum. Beni generallerin infazına katılmakla mı suçluyorsunuz? Buna ‘evet’ diyeceğim, onlar halkın üstüne ateş ettirmek istedikleri zaman, ben de böyle bir emir verenler üzerine ateş emri vermekte tereddüt etmezdim. Paris yangınına gelince, evet, ona da katıldım. Versailles istilacılarına karşı alevden bir duvar örmek istiyorum. Yaşamama izin verirseniz intikam haykırışlarım asla dinmeyecek.”
*Başlık Lissagararay’ın kitabındaki bir bölümden alınmıştır.
1.Karl Marx, Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire’i, Yordam Yayınları.
2.Karl Marx, Fransa’da İç Savaş, Yordam Yayınları.
3.Marx, Fransa’da İç Savaş.
4.Komünar Arthur Arnould.
5.Kristin Ross, Ortak Lüks, Metis Yayınları.
6.Gay l. Gullickson, Komün’ün Asi Kadınları, Yordam Yayınları.
7.Karl Marx8.Louise Michel, Komün, Ayrıntı Yayınları.9.Prosper-Olivier Lissagaray, 1871 Paris Komünü Tarihi, Nota Bene Yayınları.
