6 Kasım 2020 günü evine yapılan operasyonla gözaltına alınarak tutuklanan Devrimci Parti’li Av. Sinan Varlık’ın ilk duruşması 1 Nisan 2021 (yarın) 11:45’de İstanbul 32.Ağır Ceza Mahkemesinde gerçekleşecek.
Devrimci Parti mahkeme öncesi yayınladığı çağrı ile demokrasi güçlerini duruşmaya davet etti. “Komplolarınız sosyalistleri engelleyemez. Sinan Varlık’a özgürlük. Sosyalizm mücadelesini büyüteceğiz” ifadeleri ile davaya katılım çağrısı yaptı.
Sinan Varlık’ a yönelik düzenlenen iddianamenin tüm dayanak noktası Tuna Yenigün ve Şafak Gül isimli iki itirafçıdan polis tarafından alınan beyanlara dayandırılıyor. AKP iktidarı tarafından muhaliflere, devrimcilere ve sosyalistlere yönelik yürütülen siyasi tasfiye operasyonlarının tamamı neredeyse bu yöntemle gerçekleştiriliyor. Birçok siyasi dava dosyasında yer verilen “gizli tanıklara” ya ulaşılamıyor, ya da bir süre sonra siyasi polisin masabaşında kurguladığı ve hayali bir isime dayandırdığı ortaya çıkıyor. İtirafçılık yönteminde ise siyasi polis, siyaseten tasfiye etmek istediği kişiye yönelik “maddi tek bir delil” olmamasına rağmen, “düşürülmüş” kişileri şantaj, tehdit ya da vaatlerle hedef alınan şahsa yönelik hazırladığı “beyanlara” imza attırarak operasyonlara ve tutuklamalara gerekçe oluşturuyor.
Sinan Varlık’ ın kendisini tutuklayan nöbetçi mahkemede de ifade ettiği üzere sosyalist – devrimci bir kimliğe sahip olması ve aktif devrimci siyasette yer alması siyasi polis tarafından hedef alınması için yeterli oluyor. Aynı zamanda 15 yıldır sürdürdüğü avukatlık mesleğini politik davalar üzerine icra ediyor. Bu sayısız defa siyasi şubede müvekkilerine uygulanan işkence, kötü muameleye karşı da kavgayı gerekli kıldığı için siyasi polis tarafından hedef alınan bir kişi haline geliyor.
Duruşma öncesi Sinan Varlık’ ın savunmasını üstlenen Av. Umut Acar ile müvekkilinin durumunu ve bu tür davalardan hukuki bir sonuç beklemenin gerçekciliği üzerine konuştuk.
Av. Umut Acar; “Dosya polisin ihtiyaç duyduğu anlatımlara göre hazırlanmıştır.“
“Öncelikli olarak belirtmek gerekir ki meslektaşımız Sinan Varlık’ın tutuklanmasına ve yargılanmasına neden olan asılsız itirafçı beyanlarıdır. Bu beyanların gerçeği yansıtmadığının en somut kanıtı da, itirafçı olan kişilerin anlatımlarını destekleyen hiç bir delilin dosya içerisinde mevcut olmamasıdır. Bu durumda dosyayı hukuki olarak değil, siyasi olarak değerlendirmek ve bu anlayış üzerinden bir savuna hattı çizmek gerekmiştir. Zira meslektaşımız Sinan da dosyayı bu şekilde değerlendirmiş; savcılık ve sulh ceza hakimliği sorgusunda kedisine yöneltilen suçlamalara bu bakış açısıyla yanıt vermiştir. Üzerine ifade veren tanıklar kendilerini suçtan kurtarmak için “yüce adalete” sığındıklarını ve bildikleri her şeyi anlatacaklarını ifade etmişler ancak bu dosyada görülüyor ki sadece bildikleri değil; polisin ihtiyaç duyduğu anlatımlarını da kendi ağızlarından yazıya dökmüşlerdir.” dedi.
Av. Acar; “iktidarın en vazgeçilmez nimetleri itirafçı tanıklar ve gizli tanıklardır.”
Bu dosya özelinde itirafçı beyanlarına baktığımızda tanık T.Y. ve Ş.G.’nin anlatımları oldukça yaratıcıdır! Bir tanık kendisine fotoğraf teşhis tutanağında Sinan’ın fotoğrafı gösterilmediği halde; Sinan hakkında “çok çarpıcı” anlatımlarda bulunmuştur. Bir diğer tanık ise bu güne kadar kendisine yöneltilmemiş suçlamalarla ilgili anlatımlar yapmış ve sonrasında da Sinan’ın aleyhine diğer tanıkta olduğu gibi “çok çarpıcı” beyanlarda bulunmuştur. Esasen tanık anlatımlarını bu kadar basit anlatarak geçmemin sebebi verilen beyanların doğruluğu-yanlışlığından ziyade; durumun kendisinin acizliğindendir. Aslında siyasi davalarda tanıklığın önemi de burada başlıyor. Hukuken dayanaktan yoksun ve muhalif kimlikleri, sosyalistleri,devrimcileri, yurtseverleri baskı altına almayı amaçlayan bu dosyaların kendilerince tek geçerli dayanağı ve vazgeçilmezleri tanık ve gizli tanık anlatımları olarak karşımıza çıkıyor. Yargı gücünü ellerinde tutanlar bu gücü kullanarak; hak arama mücadelesinde olanları sindiremediği zaman, onları hapsetmek ve toplumdan uzaklaştırmak soyutlamak ister. Kendi hukuklarının çerçevesinde de en vazgeçilmez nimetleri itirafçı tanıklar ve gizli tanıklardır. İşlerini kolaylaştıran bu nimetten faydalanan yargı sistemi kolaylıkla kendisine tehlike gördüğü kişi, fikir ve ya toplamları kendince yargıladığını düşünmektedir. Bu bağlamda yapılan yargılamalara çok bir anlam yüklememek gerekir. Arih boyunca bu mantıkla kurulan mahkemeler ve bu mahkemelerin verdiği hükümler toplum nezdinde her zaman mahkum olmuştur. Çok uzakta aramamak gerekir; adil yargılanma ve adalet talebiyle başlattığı açlık grevinde bedenini açlığa yatıran arkadaşımız Av.Ebru Timtik’te meczup bir itirafçının beyanlarıyla tutsak edilmiştir. Ve kendi deyimiyle adalete ulaşmak için elinde kalan son silahı olan bedeniyle yol çıkmıştır.
Av. Acar; “Yargının geldiği bu durumda da özellikle siyasi davalarda hukuken olumlu bir sonuç almak imkansıza yakındır.”
Özellikle son dönemde yargının siyasi iktidarın korkusuna hapsolmasından kaynaklı mahkemelerin vermiş oldukları kararlarda hukukun zerresinden bahsetmek mümkün değildir. Son dönem yargı pratiklerine baktığımızda egemen sınıfın kendi oluşturduğu hukuk kurallarına dahi itibar etmediği görülmektedir. Ya da bu kurallar üzerinde kendi çıkarları için istedikleri gibi oynadıklarına şahit oluyoruz. Son günlerde gündem olan “pudra şekeri” savunması yargını üzerindeki etkiyi net bir şekilde göstermektedir. Ya da AHİM kararını tanımadığını iddia eden siyasi iktidar ve ortağı; siyasi rehine olarak yaklaşık 5 yıldır tutsak edilen siyasetçileri kendilerince suçlu ilan edebilmektedir. Gerek yüksek mahkeme kararlarının uygulanmayışı gerekse siyasi iktidarın hukuku boşa çıkarma çabasından etkilenen hakim ve savcılar, siyasi iktidarın bu tehditlerine boyun eğmektedir. Yargının geldiği bu durumda da özellikle siyasi davalarda hukuken olumlu bir sonuç almak imkansıza yakındır.