İsmail Güldere, Umut Yazıları

Patates Cumhuriyeti – İsmail Güldere

Muz Cumhuriyeti söylemi herkes tarafından bilinir. Honduras’a yönelik Amerikalı kapitalistlerin müdahalesi sonucu beliren yönetime oradaki temel geçim kaynağı olan muz üzerinden geliştirilen sömürü sonucunda verilen bir sıfat olmuştur. Siyasi istikrarsızlığın, ekonomik krizin, yolsuzluk ve yoksulluğun derinleştiği, kendi kararlarını almakta zorlanan ve sürekli yönetimi el değiştirilen Honduras’a benzeyen ülkeler genellikle bu tabirle anılıyor. Kimi zaman Türkiye’de de bu tabir sıkça kullanılmış ve yönetimler muz cumhuriyeti olarak tarif edilmiştir. Özellikle 24 Ocak 1980 kararlarından sonra neoliberal ekonomik programlar doğrultusunda ülkenin toplumsal gelişimine, siyasi yönetimine yön vermeye çalışan Amerikan emperyalizminin kuşatması doğrultusunda şekillenen süreç bir ekonomik kalkınma süreci öngörürken bu tam tersine bir toplumsal yıkıma dönüşmüştür. Enflasyon, zamlar, gelir eşitsizliği, ekonomik kriz ve siyasi istikrarsızlığı süreğen hale getirmiştir.

41 yıl öncesine dayanan bu ekonomik tablo halkın cebinde metelik olarak sayılırken 41 yıl sonraki ekonomik tabloda meteliğin aşındırdığı delikten cepte beş kuruş dahi kalmadığı görülüyor. 80’li yılların ekonomik gidişatını en iyi anlatan filmlerden biri olan “Ortadirek Şaban” durumu şok edici bir gerçeklikle, biraz da kara komediyle ekonomik sistemin durumunu somut gerçekleri göstererek anlatmaya başlıyor. Film sınıfsal farklılığın simgesi haline gelen gecekondu ve apartman görüntüleri ile başlıyor. Şaban, tel dolaptan küçük bir parça peynir ve kavanoz içinde tek bir zeytin çıkarıyor. Yaşanan geçim sıkıntısı Şaban’ın tek bir zeytine ekmek banması ve onu koklamasıyla gösteriliyor. Şaban’ın kendiyle olan diyaloğu yoksul halkın yaşadığı zorlukların kara komedi anlatımı oluyor. “Krallar gibisin oğlum Şaban. Bu devirde kim bulmuş beyaz peyniri. Zeytin, zeytin, haniymiş zeytin. Ulan kim derdi ki, bir gün seni kavanoz müzesine koyup uzaktan seyredeceğiz”. Şaban sonra gazeteyi okur, peynire de zam geldiğini öğrenir. Peyniri de kavanoza koyar ve “Kusura bakma arkadaş seni de müzeye kaldırıyoruz. Kuru ekmeğe talim.”der.

Film başlar başlamaz izleyici bir kahkaha tufanına sonrada derin bir sessizlikle kendi ekonomik gerçekliğine bırakır, yoksul sofralarını simgeleyen zeytin ve peynir de neredeyse ulaşılamayacak yiyecekler olarak bu sahnedeki yerini alır. Bunun nedeni istikrar, ekonomik kalkınma paketleri nedeniyle ardı ardına gelen zamlardır. Bu zamlar film boyunca döneme dair temel eleştiri unsuru olarak kullanılıyor. Ardından gelen sahne de bu gerçekliği, güçlü ve etkili bir şekilde anlatıyor. Şaban bakkala gider; 214 gram pirinç, 118 gram kuru fasulye, 73 buçuk gram yağ, 1 buçuk domates ister. Bunun üzerine bakkalla tartışır. Bakkal, “Yarım domates olur mu canım.” Şaban, “Bütün domates olurda yarım domates olmaz mı canım” der ve bakkal, “Sen kimsin ya?” diye sorar. Yanıtı; “Orta Direk Şaban”dır. Enflasyon karşısında halkın alım gücü azalmaktadır. Ve “ortadirek” dönemin iktidarı tarafından halkın bu durumuna dikkat çeken genel bir söylem olarak geliştirilmiştir.

Film, burjuvazi ile halkın çatışmasını da bir dizi spor müsabakası üzerinden burjuvaziyi temsil eden Erkan adlı kişi ve Şaban arasındaki mücadeleden yola çıkarak anlatmaya çalışır. Burada tekil bir mücadeleye ve yaşanan ekonomik krizlere, zamlara, enflasyona rağmen ayakta kalan halkın daha fazlası karşısında da ayakta kalabileceği, mücadele edebileceği gösterilir. Emek ve sermaye çatışmasının yoğun olarak işlendiği filmde örgütlü mücadeleye çok yer verilmezken dürüst, adalet duygusu olan insanların başarı kazanacağı noktasında bir mutlu sona kapı açılır. Ancak ne yazık ki gerçek hayat böyle değildir.

41 yıl sonra benzer ekonomik gündemlerin aynı seyirde gerçekleştiği gerçeğini kısa bir hafıza yoklaması yapması açısından önemli bir yerde duran bu film bugün daha ironik ve acı sonuçlar doğuran bir yerden gerçek olmaya devam ediyor. Şaban’ın filminde mücadele etmeye çalıştığı Erkan tiplemesi bugün yoksul halkın karşısında 41 şirkete yönetim kurulu üyesi olan Türk Hava Yolları (THY) Basın Müşaviri Yahya Üstün ya da Migros şirketler zinciri üzerinden işçilere saldırının adresi olan Tuncay Özilhan olarak çıkıyor.

Bakkalın dahi inanmadığı yarım domates gerçek oluyor, marketlerde domatesler tekli ambalajlarda satılıyor, enflasyon gerçek hesaplamalar ile %20’yi buluyor, işsizlik her istatistiki veride bir öncekinin rekorunu kırıyor.

Ekonomi paketleri ise açıklanan düzeyi ile gerçek arasında oluşan uçurumdan aşağı doğru tepe taklak yuvarlanıyor. Son iki yıl içinde faşist Erdoğan tarafından 2020 Mart ayında açıklanan “Ekonomik İstikrar Kalkanı” ve 2021 Mart ayında açıklanan “Ekonomi Reform Paketi” yuvarlanmanın boyutunu gösteriyor. Yanlış üretim planlaması, yanlış ekonomik kalkınma stratejisi, gelir dağılımındaki eşitsizliğin yarattığı sonuçlar bir bütün olarak çarpık bir ekonomik tabloyu gösteriyor. Kapitalizmin bir bütün olarak çarpık üretim ilişkileri faşizmin olağanüstü sömürü yönetimiyle katmerlenerek toplumda daha fazla köleleşmeyi örgütlüyor.

Emek sömürüsünün yoğunlaşması, artan işsizlik ve ücretsiz izin adı altında artan yeni işsizler ordusu tüm toplumun nüfus ettiği bu yoksulluğu derinleştiriyor. Faşist iktidar tarafından yaşanılan bu yoksulluğa bulunan çözüm, o kadar ekonomi paketinden sonra patates-soğan yardımı oluyor. Ancak yoksulluk, büyüyen kriz patates-soğan ile geçiştirilemeyecek kadar yüksek bir düzeye ulaşmış bulunuyor. Ülkede halklara yaşatılan durum itibari ile kendi özgünlüğünde bir patates cumhuriyeti yönetimi yaşanıyor. Yukarıda bahsi geçen muz cumhuriyeti tanımlamasına patates cumhuriyeti tanımı da kolaylıkla yapılabilecek ekonomik kaosun derinleştiği noktaya geliniyor. Faşist iktidarın istikrar, güven, refah gibi söylemleri dün çuval çuval dağıtılan kömürlerle sağlanmaya çalışılırken bir çeşit sus payı, rıza üretimi, biat sağlanıyordu, ancak bugün tüm ülkeyi patates ve soğana da boğsalar bu söylemlerin içi bomboş kalıyor.

41 yıldır sömürü çarklarını emperyalist-kapitalistlerle birlikte döndüren siyasi iktidarı devralan AKP-MHP faşizmine karşı artık o çarkların kırılma zamanı dünden daha fazla hissedilen dramatik bir boyuta gelmiş bulunuyor. Kara komedi de artık yerini kaybediyor. İktidar tarafından yürütülen her politika toplumsal öfke patlamasının en nesnel koşullarını oluşturuyor. Bu nesnel koşulların her biri öznel iradi bir müdahale sonucu iktidara koşan bir ayaklanmaya dönüşme potansiyelini taşıyor. Patateslerle ayakta tutunmaya çalışan bu faşist iktidarın başına o patates çuvallarını dökmenin zamanı gelmiş bulunuyor. Ülkede refahı, istikrarı, güveni sağlayacak tek şey artık ayaklanan bir işçi sınıfının alacağı iktidar olabilir. Yaklaşan 1 Mayıs işçi sınıfı ve ezilenler açısından bunun sıcaklığını hissetmeli ve örgütlenmesini bu düzlemde gerçekleştirerek faşizmi yıkacak, özgürlüğü kazanacak birleşik mücadelenin düzeyini yükseltebilmelidir.

Paylaşın