Tüm göstergelerindeki ibre dibe vurmuş olan faşist iktidar, elindeki son yakıtla yeni roller kapma peşinde koşuyor. Son durak Afganistan’dı. Ancak oradaki gelişmelerin hızı ve niteliği bu durakta bazı değişiklikleri şart koşuyor. Erdoğan iktidarı ise bu şartlara oldukça yakın bir profile sahip.
Faşist Erdoğan için çalmaya başlayan çanlar, hem ülke içi siyasi krizin derinleşmesi hem de dış politikadaki iddialardan vazgeçişler ve başarısızlıklar üzerine ciddi şekilde duyulur hale geldi. Tıkanan Erdoğan siyaseti Biden’la ilk görüşmesinde bu tıkanıklığın sonucu olarak; siyasi, askeri, ekonomik sorunların çözümü için masaya ne konursa onu kabul etmek zorunda kaldı. Hatırlanacak olursa elde dosyalarla kırmızı çizgilerini (Ermeni soykırımının ABD tarafından tanınması, YPG-YPJ’ye sunulan koalisyon desteği) konuşmaya giden Erdoğan, kırmızı kalemle üstü çizilen bir figür oldu; ABD’nin içinde bulunduğumuz günlerde yaşadığı başarısızlığına ortak edilerek, Biden tarafından Taliban krizinin tam ortasına oturtulma görevi verildi. Bu görevinin çerçevesi görünürde Kabil Havaalanı’nın korunması iken, Taliban’ın hızlı gelişen saldırıları ile düşen Afgan yönetiminin ardından Taliban’ı tanıma, tanıtma, meşru, anlaşılabilir bir yapılanma olarak gösterme görevine dönüştü. Erdoğan’ın Taliban hızına eş değer hızda yaptığı açıklamalarda düşünce farklılıkları olmadığını ifade ederek şu cümleleri kullandı:
“Yönetimde kim olursa olsun Afganistan’ın yanında yer almak hem ahde vefanın hem de kardeşliğimizin gereğidir.”
“Taliban yöneticilerinin yaptığı itidalli ve ılımlı açıklamaları memnuniyetle karşılıyoruz.”
“Türkiye’nin Afganistan’daki askeri varlığı yeni yönetimin de uluslararası alanda elini güçlendirecek ve işini de kolaylaştıracaktır.”
Afgan dostluğundan Taliban dostluğuna evrilen bu dönüşüm Erdoğan iktidarının ABD için net mesajı oldu, “her türlü varız, sen ne dersen o” sözünün pratik tezahürü oldu.
Şimdi tüm dünyanın korku ve üzüntü dolu gözlerle izlediği Afganistan’ın durumunu meşrulaştırma, kurulan İslam hükümetini tanıma misyonu Erdoğan’da. Peki Taliban’ın bu denli meşrulaştırma çabası neyi ifade ediyor, Taliban Ortadoğu’da neye tekabül ediyor?
Rojava Devrim’inin karşısında, Taliban iktidarı ve İslam’ın yeniden yükseltme girişimi
IŞİD’in emperyalizm tarafından fonlandığı, yönlendirildiği, kurulduğu ve dizayn edildiği artık su götürmez bir gerçek olarak Ortadoğu siyaseti açısından bilinirlik taşıyor. Her taşın altından çıkan cihadizm ABD’yi işaret ediyor. IŞİD, Taliban’ın Afganistan ordusu karşısında kazandığı galibiyete benzer bir şekilde ABD’nin eğitip-donattığı Irak ordusunu günler içinde yenmiş ve tüm dünyaya adını yaptığı kanlı eylemler ve şeriat kanunlarıyla duyurmuştu. Akabinde ABD’nin İran’ı çevreleme politikası doğrultusunda Suriye’ye yönelik saldırı ile sürdüren IŞİD, Kürt ve Türkiyeli enternasyonalist güçlerin direnişi karşısında bozguna uğramış ve onlar karşısında tarihi bir yenilgi almıştı.
ABD, Kürt güçleri karşısında yenilen IŞİD karşısında yeniden bir konumlanma faaliyeti üreterek koalisyon olarak Suriye’de kalma varlığına devam etti. ABD’nin Ortadoğu politikası açısından beklenmedik bir faktör olan Kürt Özgürlük Hareketi’nin başarısı sadece Kuzey-Doğu Suriye’de bir devrim yaratmakla kalmamış aynı zamanda tüm dünya nezdinde siyasal-selefi-cihadist İslam’ı da aforoz etmişti. Ilımlı İslam projesi ile iktidara gelen AKP’nin de aldığı güçlü darbelerden biri desteklediği ortağı IŞİD’in yenilmesi, İslam projesinin Ortadoğu için artık çökmüş olmasıydı.
Rojava devrimi taşıdığı demokratik yönetim özelliği itibariyle de Ortadoğu’da farklı yönetim şekillerinin oluşabileceğine, bu sistemlerin kadın özgürlüğü ve demokrasi şeklinde gelişebileceğini de gösterdi. Bu durumun birçok açıdan ABD’nin işine gelmeyen bir pozisyon açığa çıkarttığı kesin.
Bu noktada IŞİD ile üstü çizilen İslam projesi, Taliban ile onarılmaya çalışılıyor. Taliban İslam emirliğini ilan eder etmez yaptığı açıklamalar ile İslam kuralları çerçevesinde hayatın normal akışı içinde olacağını, buna itiraz gelişmediği sürece de sorun yaşanmayacağını ifade etti. Güçlü bir İslam devleti olacağının görüntüsünü tüm fikirlerini İslam’a dayandırarak tek bir demokratik özelliği bulunmayan bu yönetim, Rojava devriminin yarattığı değerlerin tam karşısında bir sistem olarak gelişeceğini açıklıyor ve gösteriyor.
Aynı Irak ordusunun IŞİD karşısında aldığı mağlubiyet gibi, Taliban askerlerinin Afgan ordusuyla neredeyse hiç çatışmadan kazandığı başarının arka planındaki anlaşma masasının ucu ABD’yi işaret ediyor. Bir danışıklı dövüş gibi gözükse de ABD’nin kaçış görüntüsü bu senaryo da rollerine uymayan oyuncuların varlığına işaret ediyor. Ancak plana sadakat devam ediyor. Taliban’a ne ABD ne de başka bir devlet tarafından bir müdahale ya da kınama şu ana kadar olmadı. Taliban’ın varlığı İslam’ın ve çete yapılanmalarının arka bahçesi olarak Ortadoğu’da yeniden yükseltilmesi için önemseniyor.
Bu anlamıyla Rojava devrimi, tüm demokratik-çoğulcu ilişkilerin merkezi olurken, Taliban tekçi-anti demokratik uygulamaların merkezi oldu. Ortadoğu’da artık iki kamp olduğunu görmek gerekiyor. Ve cihadist- İslamcı terör kampının şuandaki en büyük destekçisi faşist Erdoğan iktidarı oluyor. Rojava devriminin kuşatması derinleşiyor, Taliban ortaklığı Erdoğan’a yeni bir rol veriyor.
ABD açısından çıkarlarının nasıl değişkenlik ve esneklik gösterdiğinin en somut örneği Afganistan’da yaşanıyor. ABD ile yol yürümenin sonuçları oldukça ağır sonuçlar doğuruyor. Özellikle halklar bu sonuçların bedelini canlarıyla en acı şekilde ödüyor.
Bu sonuçlar daha büyük sorunların başlangıcı olarak bugün ABD-Türkiye-Taliban ilişkilerinin planları doğrultusunda hazırlanıyor. ABD’nin ikili-üçlü müttefik ilişkileri sonucu çıkarları, anlaşmaları hangi yönde ağır basarsa ona göre tavır alıyor. Rojava’da bulunan Serekaniye ve Tel-Abyad işgalleri ABD’nin yine bir çekilme kararı sonucu yaşanmış saldırılardı. Türkiye-ABD ilişkileri ABD-YPG ilişkilerine göre ağır basmıştı. Bugün de yeni anlaşmalarla işgalin derinleştirilmesi için pazarlıklar yapılıyor. Bu pazarlığın temelini Rojava devriminin kuşatmasının derinleştirilmesi ve Taliban’a meşruluk kazandıracak bir siyasal faaliyetin örgütlenmesi oluşturuyor.
Faşist Erdoğan’ın aldığı bu rolde çok zorlanmayacağı, faşist iktidarın Türk-İslamcı politikaları neticesinde belli oluyor. Faşizme yeni bir rol veren ABD, desteklediği İslam projesinin yeniden güçlenmesini, devrim iktidarı Rojava’nın ise zayıflamasını amaçlıyor. Türkiye ise işgal siyaseti ile Ortadoğu’daki nüfuzunu arttırmayı, dış siyaset de aldığı rolle ülke içi yaşanan krizi bir süre daha idare edebilmeyi hedefliyor. Faşist ortak Bahçeli’nin Afganistan’da bulunan askerlerin geri gelmesi ile ilgili verdiği keskin demeçte ifade ettiği, “gelmeleri söz konusu bile olamaz” söylemi bu role ne kadar ihtiyaçlarının olduğunu gösteriyor.
AKP-MHP faşizmi açısından ABD ile en azından bir anlaşmada yan yana durmanın gerekliliği kavranmış gözüküyor. Son olarak gelişen Şengal ve Til Temir saldırılarını ABD ile varılan bu anlaşmalardan bağımsız görmemek gerekir. Bu derinlikte yapılan askeri operasyonların izni ABD’nin elinde. Faşist Erdoğan iktidarı kendine biçilen rolden, savaş iktidarını devam ettirmekten memnun gözüküyor.
Düzenli işgalci saldırılarla Rojava devriminin kurumsallaşması engellenirken, Taliban iktidarını tanıma faaliyeti ile İslam’a yeni kapı açan faşist AKP ve emperyalist ABD’ye karşı tek yol işçi sınıfı ve ezilen halkların iktidarını kurma görevini pratiğe geçirmek oluyor.
Bugün tüm bu yaşananların tek gizleyemediği şey Türkiye açısından çöken AKP-MHP iktidarı ise dünya açısından çöken Amerikan emperyalizmidir. “Devrim”ci fırsatı tüm dünyada açığa çıkartan krizlerin emperyalist-kapitalist ülkelerin aleyhine, işçi sınıfı ve ezilen halkların lehine yaşandığı günler gelişiyor.
Halklar bu kan emici, sömürgeci iktidarlar karşısında gücünü enternasyonalizm bayrağının altında birleştirmeli ve Afgan kadınlardan cesaret alarak kendi iktidarlarını kazanmaya yürümelidir.