Erol Katırcıoğlu, 12 Eylül 2021 tarihli “Solun bölünmüşlüğü ve HDP” yazısında[1] temel olarak Türkiye’de kendini “sol” olarak tanımlayan hareketlerin HDP’nin yanında durmaktan imtina etmelerini hak ettiğinden çok daha kısa bir yazıyla ele alıyor. Yazısının giriş kısmında da solun bir değişim geçirmesi, atılım yaratabilmesi, siyasal süreçlerde aktif rol alabilmesi için inisiyatif alması gerektiğinden bahsederken bu inisiyatif alma sürecini ve iradeyi en az dışsal faktörler kadar belirleyici olarak tanımlıyor. E. Ahmet Tonak ise 13 Eylül 2021 tarihli “‘Solun bölünmüşlüğü ve HDP’ üzerine” başlıklı yazısında[2] Katırcıoğlu’nu eleştirerek iradi kararlara en az dış faktörler kadar önem atfetmenin “idealist yaklaşımın ve voluntarizmin ifadesi” olduğunu söylüyor.
Katırcıoğlu politik olarak doğru bir soru sorarken (ve yazısının bel kemiğini bu soru oluştururken) giriş kısmında ortaya koyduğu teorik tariflerde yanılıyor. Tonak ise teorik olarak hatayı doğru görüyor ama düzeltme girişimi sırasında idealizm ile voluntarizmi[3] aynı bağlamda ve çok yakın (hatta neredeyse aynı) anlamlarda kullanırken teorik bir hata yapıyor. Katırcıoğlu’nun yazısının bel kemiğini oluşturduğunu söylediğim soruyu, Katırcıoğlu’nun yazısının iki paragraflık girizgâhında yer alan fikirleri “iradecilik” tartışmasına, belki de farkında olmadan, feda ederken ise politik bir hata yapıyor ve esas “sorun”un teorik bir tartışmanın kıyısında kalmasına yol açıyor.
Her iki yazarın da voluntarizm üzerine söylediklerini ve hatta çağrıştırdıklarını kafamızdan silip şu voluntarizm meselesini çok kısa netleştirmenin, tartışmanın mücadelenin selameti için gerekli olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar bu mesele yüz seneyi aşkın bir zaman önce hem teorik hem de pratik olarak kendini ortaya koymuşsa da geriye dönüp bir tekrar etmek içlerimizi ferahlatacağı gibi zihnimizi de berraklaştıracaktır: Repetita iuvant.
Ne voluntarizmden korkmak ayıp ne de düşünmek voluntarizmi
Bir konuyla ilgili açıklamaları eğer benim yapabileceğimden çok çok daha iyi yaptığını düşündüğüm birileri varsa hem zayıf üslubumla manayı zaafa uğratmamak hem de fikrin sahibine hakkını vermek için doğrudan uzunca alıntılamayı tercih ediyorum. Bu nedenle bu kısımda D.P. Costello’nun 1961 tarihli “Voluntarism and Determinism in Bolshevist Doctrine” (Bolşevist Doktrinde Voluntarizm ve Determinizm) başlıklı makalesinden[4] geniş alıntılar yapacağım. Solcular, sosyalistler, komünistler, Marksistler olarak voluntarizmi anlamamız için bakmamız gereken belki de en önemli kaynak, kendisi de bir voluntarist olan Lenin’dir. Bu nedenle de Costello’nun Marksizm ve Lenin bağlamında yürüttüğü voluntarizm tartışması voluntarizmi anlamak için oldukça faydalı olacaktır.
Bilindiği gibi Marksizmin bazı yorumları, tarihin üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki çelişki üzerinden ilerleyerek ilkel komünal toplumdan köleci topluma, köleci toplumdan sırasıyla feodalizm, kapitalizm aşamalarından geçerek kapitalizmin aşılmasıyla sosyalizm ve ardından komünizmin geldiği lineer bir tarihsel ilerleme anlayışı ortaya koyar. Bu görüşlere göre kapitalizmin ortadan kalkacağı süreç, Marx ve Engels’in “kaçınılmaz olduğuna inandıkları sosyalist devrim, kapitalizmin mümkün en yüksek mertebesine değin gelişmesi yoluyla meydana gelecektir: Kapitalizm istikrarlı bir şekilde orta sınıfı ortadan kaldıracak, özellikle köylülük, sürekli genişleyen ve giderek daha da kötüleşen maddi koşullarda yaşayan bir proletarya kitlesi yaratacaktı; proletarya önünde sonunda onu mirasından mahrum eden toplumsal düzeni reddedecekti. Sonuçta da devrim olacaktı.”
Elbette Marx’ın Batı Avrupa dinamikleri altında bu satırları yazdığı sıralarda ve 19. yüzyılın sonunda Rusya’da durum oldukça farklıydı. Almanya, İngiltere, Fransa ve Birleşik Devletler ileri bir endüstriyel gelişme aşamasındayken Rusya’da henüz “kapitalizm” denilebilecek koşullar oluşmamıştı. Batı Avrupa’da komünist partiler işçi sınıfı üyelerinden oluşurken Rusya’da işçi sınıfı neredeyse yoktu ve sosyalistler de işçi sınıfının üyeleri değil, orta ve üst sınıf üyesi entelektüellerdi. İşçi sınıfının örgütlenip kendi gücüyle yıkabileceği bir kapitalizmin henüz oluşmadığı Rusya’da “bu entelektüeller, Marksist sosyalistler olarak kendi eylemlerini nasıl gerekçelendireceklerdi?” İktisadi dinamikler, Marx ve Engels’in ortaya koyduğu senaryonun gerçekleşmesini sağlayamıyor gibi görünüyordu. Batı Avrupa’nın gündeminde sosyalist devrim varken Rusya’da sosyalist bir devrimin “nesnel koşulları” henüz yoktu. Dolayısıyla “Rusya proletaryası az ya da çok uzak bir gelecekte […] yükselecek ve kapitalist sistemi alaşağı edecekti.” Bu nedenle Rus Marksistlerinin önündeki görev öncelikle 1789 Fransız İhtilali’ne benzer bir biçimde bir burjuva devriminin gerçekleşmesiydi. Sosyalizme varmak için zorunlu olarak aşılması gereken bir aşama olan kapitalizmin yokluğunda kapitalizmi kurma görevi bir burjuva devrimine veriliyordu. Böylece Rusya, çarlığın feodal zincirlerinden kurtulacak ve kapitalizm serpilecekti. “Bu, Menşeviklerin çizgisiydi.” Menşeviklerin görüşüne göre “Marx, Batı Avrupa’nın tarihsel ilerlemesini takip ederken aynı zamanda Rusya da dâhil olmak üzere diğer ülkelerin de izlemeye yazgılı olduğu rotayı ortaya koyuyordu.”
Ancak “Marx’ın kendi iddialarının daha ılımlı olduğu gözlenebilir. Otechestvenniye Zapiski editörlerine yazdığı bir mektupta (Kasım 1877) Kapital’de vardığı sonuçların istisnasız tüm ülkelere uygulanması eğilimine, kendisinin tüm yaptığının Batı Avrupa kapitalizmini analiz etmek olduğunu söyleyerek karşı çıkıyordu:
‘Çarpıcı bir biçimde benzer olan ancak farklı tarihsel bağlamlarda gerçekleşmiş olaylar tamamen farklı sonuçlara yol açabilir. Bu evrimlerin her birini ayrı ayrı çalışıp onları karşılaştırarak bu olguyu anlamanın anahtarı kolayca bulunabilir; ancak biri bu anlayışı, fazileti tarihsellik-üstü olmasında yatan bir tarihsel-felsefi teorinin maymuncuğunu kullanarak asla elde edemez.’
Menşevikler –Lenin hariç tüm büyük Rus sosyal demokratlarını bünyesinde barındıran grup- Marx’ın bu konuya ilişkin söylemiş olabileceği her şeyi […] Marx’ın doktrinleri haline getirdiler. Otokrasinin düşüşünden sonraki aşama demokratik cumhuriyet olacaktı çünkü Marx öyle olacağını söylemişti –ya da böyle söylemek istediği kolaylıkla varsayılabilir. [… ancak] Marksizmin, bu doktrini benimseyen Rus devrimcilerinin çoğunluğu üzerinde, paradoksal bir biçimde, onları zararsız, silahsızlandırılmış hale getiren bir etki yarattığı söylenebilir. [Onlara göre] Marksizm pratikte kaçınılmaz bir biçimde otokrasinin çöküşünü takiben görece uzun bir ‘burjuva’ demokrasisi dönemini ileri süren –doğal olarak devrime karşıt olan- bir evrim doktrinidir.”
Tüm bu teorik temellendirmelere dayanarak Rus popülistlerin ve Menşeviklerin 1917 yılındaki görüşlerine göre Bolşeviklerin devrim planları “anti-tarihsel ve objektif olarak başarısızlığa mahkûm”du. Ancak diğer taraftan Menşeviklerin tarih görüşleri, “Isaac Deutscher’in sözleriyle ‘deterministti ve bu yüzden hatalıydı’. Onların Marksizm anlayışıyla Lenin’inki arasındaki esas fark şuydu: Lenin, onlardan farklı olarak feodalizm, kapitalizm, sosyalizm silsilesinin Rusya için geçerli olduğunu kabul etmiyordu. Ya da sözlü olarak kabul etse de bu görüşe Menşevikler ve hatta Marx için ifade ettiği anlamın dışında bir anlam vermenin bir yolunu bulmuştu. […] 1905 itibariyle Bolşeviklerin politik programı olarak ‘işçilerin ve köylülerin demokratik diktatörlüğü’nün kurulması, Lenin’in iktidar yürüyüşünde oldukça açık bir biçimde ifade edilmişti […]. Lenin ‘burada ve şimdi’ olan toplumsal devrim mücadelesini, geri kalan herkesin anladığı biçimiyle Marksizmin asli bir parçasını oluşturan üretim aşamalarının ardıllığı teorisiyle nasıl bağdaştırdı? Basitçe, teorisini ekonomik ve toplumsal gelişim alanından ayırıp devrimci taktik alanına yerleştirerek.” Lenin ve Menşevikler, bir burjuva devriminin sosyalist devrimi öncelemesi konusunda anlaşıyorlardı ancak Menşevikler için bu burjuva devrim süreci kapitalizmin tam gelişimini sağlayacak ve belki de bir yüzyıl sürecek bir demokratik rejimin kurulması anlamını taşıyorken, Lenin için burjuva devrimi, burjuvazinin ne onun öncüsü olduğu ne de ondan herhangi bir biçimde faydalanabildiği, mümkün olan en kısa sürede sosyalist bir devrime götürecek koşulların oluşmasını sağlayacak demokratik bir rejimin tesisinden başka bir şey değildi. “Onun için devrimin –aslında tek bir devrim- ardışık aşamaları yalnızca onun, düşmanlarının hakkından teker teker geldiği stratejik bir araçtı. Doğru, konuya ilişkin Ekim 1917 öncesi yazılarında Lenin ara sıra sosyalist devrimin ekonomik ön koşullarına gönderme yapıyordu ancak genellikle hemen ilgisi bu alandan kayıyor ve meselenin salt politik veçhelerine odaklanıyordu.”
1921’de Bernstein Lenin’i şu şekilde eleştiriyordu:
“[Bolşevikler,] eylemlerinde nesnel toplumsal koşullar faktörünü neredeyse tamamen göz ardı ediyorlar… Tarihte iradenin rolü Bolşeviklerin gözünde neredeyse sınırsız görünüyor. Bolşeviklerin siyasetinin ölümcül zayıflığı, devrimci reformcunun iradesinin önünde kesinlikle hiçbir engel yokmuş gibi davranmalarında yatıyor…”
Ancak Lenin’in (ve Bolşeviklerin) devrimci görevi onu “nesnel gerçekliği umursamamaya sevk etmez. O, kendi iradesinin ve devrimci yoldaşlarının iradelerinin nesnel koşullara üstün gelebileceğini iddia etmez; İddia ettiği şey, nesnel koşulların devrimci iradenin uygulanmasına uygunluğudur. Gerçekleştiği zaman ‘savaşım’, iradenin iradeye karşı savaşımı olacak, iradenin nesnel gerçekliğe karşı savaşımı değil.”
“Özetlersek; […] Bolşevizm, yalnızca 1917’den ya da 1929’dan beri değil ancak ta en başından beri insan iradesinin tarihin Demiurgos’u olduğunun önemine vurgu yaptı. Eğer Lenin eski toplumsal düzeni tamamen yıkıp tepeden tırnağa yeni bir toplum kurmaya çalıştıysa, bu Menşevik eleştiricilerinin iddia ettiği gibi insan iradesini nesnel olgulara üstün saydığı için değil, ama Tkachev ve kendinden önceki diğerleri gibi Rusya’nın durumunda nesnel olguların ona uygun olduğunu hissettiği içindi.”
Girizgâhın çözümlenmesi
Yukarıda Costello’dan alıntıladığım fikirlerin Marx’a uygunluğunu göstermek için iki alıntı yapacağım. Birincisi “Louis Bonaparte’in On Sekiz Brumaire’i”nden ünlü bir pasaj:
“İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar. Tüm göçüp gitmiş kuşakların oluşturduğu gelenek, yaşayanların beyinlerine bir kâbus gibi çöker.”
Burada Marx, insanın tarihin salt pasif (edilgin) bir nesnesi olmadığını, ancak insanın tarihi yaptığını, ancak bunu idealist bir biçimde, zihinlerine geldiği gibi “ol dedi, oldu” biçiminde değil, verili durumun somutluğunda, geçmişten gelen koşulların tarihselliğinde, bu şartlar altında yaptığını belirtir. Somut koşullar kendilerini bir biçimde dayatır ve insanlar bunlara göre eylerler. Bu, Marx’ın iradeyi çöpe atmadığını, tarihin insanüstü ya da insan-dışı güçlerin oyuncağı olmadığını, ancak insan iradesinin de sürece dâhil olduğunu düşündüğünü gösteriyor. Nitekim zaten Marx da Engels de toplumsal dönüşümün dizginlerini kendilindenciliğin ellerine bırakmış olsalardı hayatları boyunca komünizm için siyasal alanda da mücadele etmiş devrimciler değil, yalnızca kapitalizmin yıkılışını öngörmüş ve yanılmış kâhinler olurlardı.
Diğer alıntı “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı”dan:
“İnsanlık kendi önüne, ancak çözüme bağlayabileceği sorunları koyar; çünkü yakından bakıldığında her zaman görülecektir ki, sorunun kendisi ancak onu çözüme bağlayacak olan maddi koşulların mevcut olduğu ya da oluşmakta olduğu yerde ortaya çıkar.”
Bu da demek oluyor ki eğer ortada bir sorun varsa ve sorun zihinleri meşgul etmeye başlamışsa, onu çözüme bağlayacak nesnel koşullar ya oluşmaktadır ya da oluşmuştur. İşte iradi mücadele bu aşamadan itibaren başlar. Voluntarizm, koşulların ortaya çıkmaya başladığı andan itibaren her gelişmeyi devrimin hanesine yazmak için mücadele eden ve koşullar oluştuğunda da devrimi yapabilecek kadar biriktirmiş olan devrimci pozisyondur. Nesnel koşullar ve irade arasında “hangisi ne kadar etkilidir?”, “nesnel koşullar daha az etkilidir”, “irade daha çok etkilidir” türünden bir ilişki kurmak pek mümkün görünmüyor. Bu iki etken aynı kategoriye dâhil olmadıkları için hangisinin yüzde kaç etkili olacağını belirleyebilecek bir ölçü bulunmuyor. Nesnel koşullarla irade arasındaki ilişki bir üstünlük ya da yüzde olarak ağır basma ilişkisi değildir. Nesnel koşulların oluşmamış olduğu durumda iradecilik hiçbir şeyi değiştiremez. Ancak nesnel koşulların oluşmuş olduğu durumda irade ortaya konulabildiğinde bir dönüşüm gerçekleştirilebilirken irade ortaya konulmadığında toplumsal dönüşüm kuvveden fiile geçemez. Dolayısıyla tek başına nesnel koşulların devrimci bir dönüşümün yeter koşulu olmadığını söyleyebiliriz.
Nesnel koşulların uygun olmadığının düşünüldüğü Rusya’da sosyalist bir devrim gerçekleşti. Bu devrimin gerçekleşmesi, iradenin nesnel koşullardan daha üstün ya da daha etkili olduğunu değil, ancak nesnel koşulların hâlihazırda zaten oluşmuş olduğunun göstergesiydi. Demek ki en teorik dimağlar bile nesnel koşulların oluşup oluşmadığını ve nesnel koşulların oluşmasının bir devrim için yeter sebep olup olmadığını ortaya koyamıyor. Bolşevik devrimi, devrimin nesnel koşullarının hâlihazırda oluşmuş olduğunu gösterdiği gibi (aksi halde devrim gerçekleşemezdi) Bolşeviklerin voluntarizmi, sosyalist devrimin kuvveden fiile geçmesini sağladı. Toplumsal dönüşümün tüm yükünün insanların kendi iradelerini dışsallaştırdıkları bir sürece, nesnel koşulların ve dış etkenlerin insafına bırakıldığı durumda ise toplumsal dönüşümün kaderi, karşıt sınıfların iradelerinin belirlemesine açılmış, devrimcilik pasifizmle ikame edilmiş olur. Somut koşullar sorunun sorulduğu yerde vardır ya da oluşmaktadır. Mesele, devrimci iradenin olup olmadığıdır.
Çözüm
E. Ahmet Tonak, Erol Katırcıoğlu’nun sorduğu soruya cevap vermiyor. Amacının soruya cevap vermek olmadığını, ilk iki paragrafta dile getirilen iradecilik tartışmasının kendisini daha çok ilgilendirdiğini belirtiyor. Solun bölünmüşlüğü ve HDP ile Türkiye solunun ilişkisi asli ve meşru bir soru olarak ortaya atılmışken Tonak’ın yazının eksenini oluşturmayan bir teorik tartışmaya girmesi ve bunu da çok yüzeysel yapması sorunun öneminin göz ardı edilmesi olarak kendini dışa vuruyor. Tonak’ın tutumu siyasal ya da bireysel bir tercih olabilir ya da amacı teori üzerine bir zihin egzersizi olabilir. Veyahut asıl amaçladığının Türkiye’de solun bölünmesinin ve bir araya gelmemesinin sebeplerinin (sadece) “irade” kaynaklı olmayıp, ancak birçok nesnel koşulun etkisiyle olduğunu ve halen süregelen bölünmenin de bu nesnel koşullar nedeniyle devam ettiğini, salt iradi süreçlerin bu nesnel koşullar üzerinde baskın bir etkisi olamayacağını belirtmek ve bunu da teorik olarak temellendirerek bölünmüşlüğü gerekçelendirmeye çalışmak olduğunu söyleyebiliriz.
Katarcıoğlu’nun “iradi kararlar” ve “dışsal faktörler” üzerine yazdıklarının fazlaca sığ ve teorik olarak yanlış olduğu yukarıda yazdıklarımdan zaten çıkarsanabilir. Tonak’ın haklı olarak eleştirdiği gibi solun bölünmüşlüğünün sebebini darbe eksenindeki konumlanmalar olarak açıklamak da oldukça yetersiz ve özensiz. Ancak sorduğu bir soruyu, hatta yanlış sorduğu bir soruyu düzelterek Türkiye soluna, kendine “sosyalist” diyen örgüt ve bireylere yöneltmenin oldukça hayati olduğunu düşünüyorum. Katarcıoğlu’nun vurgulayarak sorduğu “HDP, ne söylemiyor da siz söylüyorsunuz ya da aynı anlama gelmek üzere siz ne söylüyorsunuz da HDP söylemiyor?” sorusunun doğru hali şu olmalı: “HDP ne söylüyor da siz söyleyemiyorsunuz?”
HDP’ye dâhil olmak ya da seçimlerde desteklemek bir yana, HDP ile herhangi bir biçimde yan yana olmaktan imtina eden solcuların ve sözüm ona sosyalistlerin solda birlik için mücadele etmeleri için daha hangi nesnel koşulların oluşması gerekiyor? Belki de sorun onlardaki bir devrimci irade eksikliği sorunudur. Belki de herkes kendi küçük krallığında mutludur ve düzen partilerini eleştirirken düzen partisi olarak konumlanmış olmaktan gocunmuyorlardır. Belki de şu gerçekle yüzleşmekten kaçınıyorlardır: Solda birlik adım adım gerçekleşecek olsa solun karşılaşacağı nihai sorun, solda birliğin önündeki en büyük engel olarak “Kürt sorunu” ve “Türk şovenizmi”. Ve belki de bunlar hepsi birden bir musibet olarak Türkiye solunun üzerine çökmüştür.
Dipnotlar
[1] Katırcıoğlu, E. (2021, Eylül 12). Solun Bölünmüşlüğü ve HDP. Yeni Yaşam. http://yeniyasamgazetesi2.com/solun-bolunmuslugu-ve-hdp/
[2] Tonak, E. A. (2021, September 13). “Solun bölünmüşlüğü ve HDP”* üzerine…. Sendika.Org. https://sendika.org/2021/09/solun-bolunmuslugu-ve-hdp-uzerine-631073/
[3] “Voluntarizm” kavramı “iradecilik” olarak çevriliyor olsa da aslında “bir şeye gönüllü olma, inisiyatif alma” gibi anlamları da içerdiği için olduğu gibi kullanmayı tercih ediyorum.
[4] Costello, D. P. (1961). Voluntarism and Determinism in Bolshevist Doctrine. Soviet Studies, 12(4), 394–403. https://www.jstor.org/stable/148820
