Modern kapitalist devletlerde iktidarın yeniden üretimi ve devamı her ne kadar zor aygıtları ile korunsa da, tek başına yeterli değildir. Sömürünün günlük yaşamın doğal bir parçası olduğu yanılsaması yaratılarak kabul görmesi için toplumsal “rıza” da esas alınır. Tipik burjuva devletlerde bu “rıza” nın en temel siyasal figürü seçimler ve parlamentodur. Seçimler, sömürü mekanizmasının süreğen seyri içerisinde, sömürücü sınıfların kendi partileri aracılığı ile düzenin ezilenlere onaylattırılması anlamına gelir. Devrimciler açısından ise seçimlere yaklaşım, Engels’ in ifadesi ile ” genel oy hakkı, (yani seçimler), işçi sınıfının ve ezilenlerin olgunluğunu ölçmeyi sağlayan bir göstergedir. Bu gün ki modern devlet içinde bundan daha fazla hiç bir şey olamaz ve hiç bir zaman da olmayacaktır”tanımında kristalize olur. Kuşkusuz bu tanımda yer alan “olgunluk” deyimi sistem normlarını aşmaya yönelik politik bilinci temsil eder. Başka bir deyişle Devrimciler için seçimler anti-kapitalist /halkçı program ve propagandanın temel olduğu kendi partisine yönelim düzeyini ölçen barometre niteliği taşır. Ve bu muhtevaya sahip partilerin ezilenlerden güçlü destek bularak parlamentolara temsilci göndermesi her daim sistem krizlerine neden olur. Çünkü sömürü rızasının tahkim edildiği parlamento kürsüleri artık bu temsilciler eli ile sistemin vahşi yüzünün teşhir edildiği kürsüler haline dönüşür. Sömürücü sınıflar böylesi durumlarda birkaç yöntem izlerler. İlki kendi yasalarını da hiçe sayarak bu tip partileri parlamento dışına atma girişimleridir, ikincisi ise ona oy verenlere karşı zor aygıtlarını devreye sokarak “ıslah” etme yöntemidir. Üçüncüsü (tarihen örnekleri yaşanmıştır) ideolojik teslim alma yöntemidir. Burada esas mesele, sol-sosyalizan-halkçı bu tip partilerin kitleler nezdinde güçlü destek görmesi, sömürücü sınıfları tedirgin eder, çünkü bu dönüşüm isteği sistem normlarını alt üst etmeye yönelik Devrimci çıkışları da bağrında mayalar güçlendirir. Türkiye siyasal seçimler tarihi buna iki kere tanık olmuştur. 1965 TİP’in (Türkiye İşçi Partisi) 15 milletvekili ile parlamentoya girmesi burjuva parlamentosunun “demokrasi” maskesini düşürmüş,Sömürücü sınıf tarafından derhal gerekli düzenlemeler yapılıp bu tür muhalefetlerin meclisteki varlığı önlenmiş ve sonraları seçim barajları sayesinde mecliste yalnızca yüksek hazine desteklerinden yararlanan düzen partilerin temsil edilmesi garanti altına alınmıştır. Ayrıca varolan milletvekilleri de bastırılmak için çeşitli yöntemler denenmiş, fiziksel saldırıların yanı sıra dokunulmazlığın kaldırılması gibi hukuki saldırılar da yürürlüğe sokulmuştur.Ancak süreç, tüm baskı yöntemlerine rağmen 68 Gençlik Hareketini ve işçi direnişlerini bağrında mayalamış, Türkiye Devrimci hareketine öncüllük eden ihtilalci örgütleri yaratmıştır. İkinci örnek ise 50 yıl sonra HDP’ nin (Halkların Demokratik Partisi) 80 milletvekili ile parlamentoya girmesidir.Sömürücü sınıfların tedirginlikleri ve saldırı biçimleri, her ne kadar ilk örnekle aynı olsa da, sistem krizinin barındırdığı muhteva, devrimci olanaklar açısından düne benzemeyen bir siyasal süreç mayalamıştır.
2015 Türkiye’ si, kendi kuruluş paradigmasının iflas ettiği bir rejim krizi ile yüz yüzedir. Burjuvazinin ve kurucu unsurların üzerinde anlaştığı yönetim şeklini ve onu oluşturan anayasayı askıya alan, fiilen rejimi “Başkanlık sistemi” olarak değiştirdiğini ilan eden ve buna yasal olanak sağlamayacak hiçbir meclis aritmetiğini kabul etmeyen TC Devletinin en büyük temsilcisi olan bir Cumhurbaşkanı bulunmaktadır. Devletin kuruluş paradigmalarından biri olan “Asker Millet ” tezi, 35 yıldır “Bölücülerle Savaş” resmi ideolojisi çatlamaya başlamış kurmay askerler “Başkumandan” a kazan kaldırmıştır. Şovenizmle kışkırtılarak yönetilen kitleler artık bu savaşta “milli” bir duygu olmadığını görmüş, her cenaze iktidarın tabutuna çakılan çivi olmuştur. Sadece ekonomik göstergeler, döviz kurları, cari açık oranları dikkate alındığında dahi yaklaşan fırtınanın sadece yoksulları değil, Burjuvazi ve onun devletini de sarsacağı açık. %70 lere yaklaşan farklı siyasal, toplumsal, ekonomik kesimlerin öfke duyduğu, kitleler nezdinde devletin tüm kurumlarına karşı “Adalet” duygusunun yok olduğu, sömürülen ile sömüren arasındaki çelişkilerin derinleştiği ve netleştiği bir rejim ile baş başayız. İktidar; Yönetememe krizini aşıncaya kadar “zor” aygıtları işlemeye devam edecek. Baskı ve yasaklar ile Özgürlükler arasındaki çelişkiler keskinleşecektir.
TİP deneyiminden bahsederken kendisinin bir devrimci mayalanma olduğunu ifade etmek doğru olur. HDP deneyimine ise kendisinden kısa bir tarihsel kesit önce farklı mekan ve zamanlarda devrimci mayalanmaların biçim değiştirmiş hali demek daha doğru olur. Bir yanda Kürt Özgürlük Hareketinin ulaştığı muazzam toplumsallaşma ve politik düzey, diğer yanda Haziran Halk Ayaklanmasının açığa çıkardığı devrimci enerji, parçalı ancak sayısız işçi direnişleri, Bölgede zafere ulaşan Rojava deneyimi – Kobane Direnişi, seçimlerde 6,5 milyon insanın Yeni Yaşam çağrısına yönelimi, adeta birbirini tetikleyen depremler gibi yeni enerjiler açığa çıkarmakta, Yeni toplumsal depremleri tetiklemektedir.
Yazının başında yer verdiğim, Engels ve Seçimler bahsinden bir ayna yapmış olsak ve Türkiye’ de yaşanan son siyasal gelişmelere paralel olarak seçim sonuçları ile erken seçim kararı arasındakisiyasal durumu bu aynaya yansıtsak sanırım karşımıza Lenin’ in şu sözü çıkacak “Her ne kadar bir düzen çürür ise çürüsün onu devirecek bir devrimci müdahale yok ise kendini yenileyerek varlığını sürdürür. Şimdi Lenin’ in bu sözünden ayna yapsak ve Ülkede ki Devrimci hareketlerin durumunu bu aynaya yansıtsak muhtemeldir ki karşımıza şu paragraf çıkacak;“Devrimci Hareketin en temel sorunu devrimci bir program ve devrimci bir örgüt sorunudur. Düşük düzey, düzen içi solculuğu Devrimci kopuş ile aşarak parçalı grupların tek odakta merkezileştiği Birleşik Devrimci Parti’ nin inşası sorunudur.”