Yıllar önce psikologlar bir deney yapmışlar. Oldukça yükseğe zıplamasıyla ünlü bir grup kurbağayı bir kutunun içine doldurmuşlar. Kurbağalar kutunun üstünden atlayıp kaçmışlar. Psikologlar kutunun üstünü hafif bir elektrik verdikleri bir telle kapatmışlar. Kutuyu açmak için zıplayan kurbağalar tele çarpıp elektriğe kapılıp geri düşmüşler. Birkaç gün sonra psikologlar kutunun üstündeki teli kaldırmışlar. Kurbağalar zıplamıyorlarmış.
Siyasi iktidar ve bir cümle patronlar sınıfı bizi yıllardır kurbağa eğitir gibi eğitiyorlar. Sisteme ayak uydurtmak için ağır bedeller ödetiyorlar. Sonuçta bedel ödemekten korkan kendine güvenmeyen ve her çeşit aşağılanmaya, ezilmeye alışmış bir toplum yaratıyorlar. Bunun adına da toplumsal rıza diyorlar.
Her yıl binden fazla işçi iş cinayetlerine kurban gidiyor sesimizi çıkarmıyoruz. Antep’te, Cilvegözü’nde Hatay’da bombalar patlıyor, onlarca masum insan katlediliyor görmezden geliyoruz. Esnek çalışma kurumsallaşıyor, yoksulluk artıyor milyon liralık süper-lüx evler peynir ekmek gibi satılırken biz sefaletten boğuluyoruz, karşı çıkmıyoruz.
Türkiye gündeminde bir grev var. Hava-İş sendikası tarafından havaalanlarında başlatılmış bir grev. Hava-İş’in 16.000 örgütlü üyesi var. Normal bir ülkede uçakların durması, hava trafiğinin kilitlenmesi ve sokaktaki insanın hem grev hem de destek nedeniyle uçak yerine başka ulaşım araçlarını tercih etmesi beklenir. Bizde öyle olmuyor. İnsanlar uçaklara biniyor, uçaklar uçuyor ve işçilerin çok küçük bir azınlığı grevi aktif olarak destekliyor. Diğer sendikalar da susuyor.
Televizyonlara Tek-Gıda-İş üyesi ÇAYKUR işçilerinin Hak-İş’e bağlı Öz-Gıda-İş’e geçtiklerini gösteren bir haber düştü. ÇAYKUR grevi işçiler destek vermediği için yapılamamıştı. Başarısız grevler çağından geçiyoruz. Sendika yöneticileri sokaktaki demokrat unsurlar işçilere kızıyor, işçileri suçluyor
Oysa bu ülke çok uzunca bir süredir direnişle hak alma geleneğini unutmuş durumda. Sendikalar ücret sendikacılığının peşine düşerken her çeşit dayanışma ilişkisinden özenle kaçarken sendika yöneticileri işçiyle bütün bağını yitirip sendika patronu haline gelirken bürokratlaşırken, kendi tabanına yabancılaşırken yüksek ücretle konforlu yaşamlar sürerken yani kendi kökeninden kopup kendisine yabancılaşırken işçiye kızmak fazla değil mi?
Sınıfın kayıtlı kayıtsız 20 milyona yakın bileşeninden sadece 800.000’ini örgütleyip geri kalanına sırtını dönerken işçilerin iş cinayetlerinde öldürülmesini duymazdan gelirken, özelleştirme ve taşeronlaştırmayı seyrederken işçiye kızmak fazla değil mi?
Başarısız grevler can çekişen sendikalar çağından geçiyoruz. Siyasi iktidar var olan sendikaları da bitirip kendi güdümünde sendikalar ortaya çıkarıyor. Bunun için işçi sınıfını yenilgiyle, yalnızlıkla, sefaletle eğitiyor. Muhalif sendikaları bitirmek için oradaki direnişleri ezerken KARDEMİR’de olduğu gibi Hak-İş’e bağlı sendikalarla yüksek zamlı sözleşmeler imzalıyor. Bir yandan sopayı gösteriyor öte yandan para veriyor.
Bir deneyle başladık hikaye ile bitirelim. Yıllar önce Rus Çarı Deli Petro İsveç kralı Demirbaş Şarl’a savaşmaya başlamış. Petro bir değil üç savaşı kaybetmiş. Yeni bir savaşın arifesinde bunun çılgınlık olduğunu söyleyenlere yenile yenile yenmesini de öğreneceğiz demiş. Nitekim öğrenmiş ve yenmiş. Yenik grevlerden dersler çıkarabilirsek yenmesini de öğreneceğimiz mutlaktır. Kabul edilmesi gereken eski yöntemlerin yanına yenilerinin katılması siyasal yapılardan öcü gibi kaçmaktan vazgeçilmesi ve yeniden sınıfın özgüveninin oluşması için çaba sarf edilmesi gerektiğidir.
