“cehalet ayrıcalıklı sınıfın elinde ustaca kullandığı bir silahtır” Karl Marks
Son birkaç yıldır işçi direnişleri, eylemleri toplumda daha çok yankı bulur oldu. 3. Havalimanı işçilerinin eylemlerinin nedeni olan taleplere baktığımızda ve karşılaştıkları devlet tutumunu gördüğümüzde bunun nedenini anlamakta zorlanmıyoruz tabii ki. Zaten normalde patronlar tarafından karşılanıyor olması gerekirken, yenebilecek yemek, koğuşların ilaçlanması, servislerin çoğaltılması, ücretlerin zamanında ödenmesi gibi talepler için işçilerin suçlu muamelesi görmeleri ve tutuklanmaları da ülke gündemine oturdu. Hükümet, patronlar, yandaş medya hep bir ağızdan işçilerin ‘kandırıldıklarını’ ve ‘kötü emellere’ alet edildiklerini tekrarlayıp duruyorlar. Hükümetin ve yandaş kalemşörlerin ise işçilere ‘cahillik yapmayın kanmayın bunlara’ çağrıları hiç eksik olmuyor.
Bu çağrıları yapanlar, kalitesiz yemeklere, kirli koğuşlara, yetersiz servis araçlarına, ücretlerin zamanında ödenmemesine, işçi cinayetlerine itiraz edenleri cahaletle suçluyor. Nedense bizi yönetenler her zaman her şeyin en iyisini biliyor, işçiler ise hep cahil, hele hele böyle insani taleplerde bulunursa, birde üstüne ısrar ederse kara cahil.
Biliyoruz ki ‘cehalet’ hiçbir şey bilmemek, devletin okullarında okumamak değildir. Son yıllarda daha sık görüyoruz, ne sözüm onlara, bilim insanları, akademisyenler, üniversite mezunları, öğrencileri var ayrıcalıklı sınıfın kanatları ve hegemonyası altında gericilikle malüller. Yani cehaletin okul okumuş-okumamış olmakla doğrudan ilişkisi yok. Ama işçilere cahil diyenler genelde buradan yola çıkarak bu suçlamayı yaparlar.
İşçiler ise gündelik yaşam ve çalışma koşulları içerisinde, bu koşulları iyileştirme ihtiyacı duyup bu yönde çabalara girmeye başlarken mevcut durumlarına ilişkin ilk bilgileri edinmeye, bunların bilincine varmaya da başlar. Gündelik mücadele daha çok ekonomik nitelikte olup, bunun geliştirdiği bilinç de daha çok ekonomik bilinç düzeyinde kalır.
İşyerinden yerel ya da bölgesel ölçeğe kadar tekil mücadeleler içerisinde, işçi sınıfının katmanları, içinde bulundukları koşullarının, çıkarlarının benzerliğini gördükçe, toplumsal ölçekteki bir sınıfın parçaları olduklarını anlamaya başlarlar ve anladıkları ölçüde sınıf bilinci gelişmeye başlar, geliştikçe de gericilik anlamında cehalet azalır.
İşçi sınıfının ekonomik mücadelesi içerisinde devletle karşı karşıya gelmesi, ekonomik olarak patronlar sınıfının devleti de elinde tuttuğunu, politik olarak da egemen olduğunu görmeye başlaması, politik bilinci uyandırır, uyandıkça da sınıfsal cehalet azalır.
Ama yine de bu düzeydeki politik bilinç, henüz var olan toplumsal düzen içerisinde, çalışma koşulları içerisinde kendi konumunu iyileştirme, bu yönüyle düzene muhalefet etme ile sınırlıdır. Buna karşılık, işçi sınıfının kapitalizmi, sınıfları ortadan kaldırmak, kendisiyle birlikte insanlığın kurtuluşunu sağlamak için ihtiyaç duyduğu politik bilinç, sınıf mücadelesini genel ve nihai hedeflerine bağlayan sosyalist bilinçtir ki gerçek anlamda cehaletin bittiği noktadır ve egemenlerin, patronların korkulu rüyası, heyulası da budur.
İşçi sınıfı, sosyalist bilinci ise, ancak bütün sınıfların ve devletin birbirleriyle ve kendisiyle ilişkilerinin sosyalizm açısından, işçi sınıfının partisi tarafından onlara açıklanmasıyla, aktarılması ile kazanabilir. Ekonomik bilincin dışından parti tarafından verilen bu bilinç ile işçi sınıfı kendi iktidarına giden yolda karşıt sınıfıyla, burjuvazi ile partisinin öncülüğünde mücadeleye tutuşur.
İşte egemenlerin yüzyılların verdiği tecrübe ile ustaca kullandıkları ‘cehalet’ sınıf bilinci kazanmamış işçilerin, demokrasi bilinci kazanmamış işçi sınıfı ve toplumun cehaletidir. Bu cehaletin ortadan kalkması ve egemenlerin bu cehaleti artık kendi çıkarlarına ve işçi sınıfına karşı kullanamamasının tek yolu sınıf içinde örgütlenmek sınıf bilincini işçi sınıfına taşımak, sınıf mücadelesini yükseltmekten geçmektedir.

