Serkan Kaya

Serkan Kaya yazdı: Zafere açılan kapı: Yoldaşlık

Sadece insanın insanı sömürmesine değil itirazımız. Aynı zamanda bunun bir sonucu olan insanın insana yabancılaşması ve tekil olarak insanın kendine yabancılaşmasına da savaş açmış bulunuyoruz. İnsanlığı açlığa şükretmeye mecbur bırakan bu sömürü sistemini ve onun araçlarını yok etmeye çalışırken, aynı zamanda onun yüzyıllardır açığa çıkardığı ve yeniden yeniden çürüttüğü insanın insanla ve onun doğayla olan ilişkisini de değiştirmek istiyoruz. Sömürüye dayalı mevcut üretim ilişkilerini yıkmak nasıl güncel bir mesele ise, onun yarattığı insan ilişkilerini de yerle yeksan etmeyi aynı değerde güncel bir mesele olarak kavrıyoruz. Başka bir deyişle nasıl bir dünya, nasıl bir insan sorusuna vereceğimiz yanıtı devrim sonrasına ertelediğimiz bir cevap olarak görmüyor, yıkıcılığı ve kuruculuğu güncel bir mesele olarak ele alıyoruz. Bunun doğal sonucu olarak da yarının insanını bugünden mayalıyor, yarının toplumsal ilişkilerini bugünden inşa ediyoruz. Kuşkusuz üretim ilişkilerinin son tahlilde insanı ve ilişkilerini belirleyen olduğu gerçeğini yok saymıyor, ancak sistemin bize dayattığı gericiliğe de teslim olmuyoruz. Yani düşündüğümüz gibi yaşıyor, yaşadığımız gibi düşünüyoruz. “Konuştuğumuzu yapıyor, yaptığımızı konuşuyoruz.”

En yalın haliyle söyleyecek olursak toplumların sınıflara bölündüğü tarihten bu yana, her sınıfın kendine ait ideolojisi, her ideolojinin kendine ait örgütü, her örgütün kendine ait insan kültürü oluşur. Köle sahiplerinden, toprak ağalarına, krallardan, burjuvaziye kadar tüm ezen sınıfların örgütlerine yani ilkel devletlerden, modern devletlere kadar gelen tarihsel süreçlerin tümünde ideolojisine uygun insan kültürü üremiştir. Örneğin Yönetici sınıflardan olmaları onlar için bir kaderdir. Kendilerinin yönetmek için yaratıldığına inanırlar. Onlar için büyük servet sahipleri olmalarının tek nedeni zeki ve çalışkan olmalarıdır. Yoksuldan çalmamış, onlara ekmek kapısı olmuşlardır. Bütün dünya nimetleri onlar için yaratılmıştır. Buna inanır, çocuklarını buna uygun eğitir, buna uygun yaşarlar. Onlar için yoksulluk, bir sanat galerisinde yüksek fiyatlarla alınıp satılan bir resim tablosudur. Ve onlar için insan olma ölçütü daha fazla servete, daha fazla lükse sahip olmakla ölçülür. Oysa karşıtları olan ezilen sınıfların ve bu sınıfların örgütünde ise durum tam tersidir. Çünkü kurtuluş ideolojileri insanın özgürleşmesini ve tarihsel olarak köklerinde yer alan dayanışmayı esas alır. Bu temel ideolojinin bu gün ki adı olan komünizm kökleri, insanın insan olma macerasında ki komün gücüne dayanır. İhtiyacı kadar birlikte üreten, ihtiyacı kadar birlikte tüketen, tüm mülkiyet ilişkilerini toplumun ortak varlığı kabul eden bu toplum biçimi, aynı zamanda insanı insan yapan temel özelliklerin de sadeleştirildiği toplumsal biçim olarak yer alır. Daha bugünden bu ideolojiyi kendine rehber edinmiş ve böyle bir dünya için yola çıkanların örgütlerinde de insan kültürünün ve ilişki biçimlerinin yeninin nüvelerini bağrında mayalaması yadsınamaz. Komünün dünyasını yaratacakların örgütü, aynı zamanda gelecek dünyanın prototipi olan komüncülerin yetiştiği mektebi-beşeridir. Ve aralarındaki tüm resmi, gayri-resmi ilişkilerin yazılı, yazısız teminatı, maneviyatı, kopmaz bağlarla düğümlenmiş yoldaşlık güvenidir. Nasıl ki komünist dünyanın tek yazılı yasası “herkesin yeteneğine, herkesin ihtiyacına göre sınıfsız sınırsız, sömürüsüz bir dünya ise”, bugünde bunu kuracak örgütlerde yazılı tek yasa programıdır. Onun dışındaki her ilişki sistematiği tecrübelenmiş “özdenetimli” yoldaşlık prizmasından süzülür. Ancak nasıl ki, yağmurlu havada yürüyenlerin ıslanmaması çok özel çaba ve araçlara rağmen imkansız ise, Sömürünün toplumsal ilişkileri düzenlediği sistem içinde yaşayıp da komün kişiliğini korumak da aynı çaba ve araçlara rağmen tek seferde imkansızdır. Bunun içindir ki, Sisteme karşı sürdürülen süreğen uzlaşmaz mücadelenin keskinliği kadar, komün değerlerine ve bizi kuşatmaya çalışan sistemin kültürüne karşı mücadelede aynı süreğen uzlaşmaz keskinlikle olmak zorundadır. Tek tek bireylerin doğaya karşı savaşımı önemlidir, ancak son tahlilde çaresizdir. Aynı biçimde devrimci kişiliklerinde sistemin gerici kuşatmasına karşı tekil mücadelesi önemlidir, ancak yeterli sonuç almakta çaresizdir. Kolektif olana teslim olmak, onun hamuruyla yoğrulmak, onun suyuyla yıkanmak esastır. Çünkü gerici kültür çok açılı kuşatır. Kişinin durduğu yerden hayat çift göz, tek açı ile görünür. Kolektif olan ise binlerce göz, binlerce açıdan görür. Kolektifin gözüne-sözüne rağmen, kendi sözünde ısrar, kendi sözüne hayran olmayı, kendi pozisyonunu kutsamayı getirir. Bu da bir tür gericiliktir. Bunları reddettik. Sistemin dayattığı yönetme çelişkisini kolektifimizde reddettik. Mücadelenin her pozisyonunu önemli görerek, verilen her görevin hepsini büyük görev ciddiyeti ile ele alan neferler olarak kuşandık. İşte kolektifin binlerce gözle baktığı, binlerce açıların, toplamı yoldaşlık bilincidir. Bu iç açıların toplamı mücadele azmidir.

Bütün sömürüye dayalı sistemler sürekliliğinin bir boyutunu zor araçları ile tesis ederken, diğer boyutunu da toplumsal çürüme ile insani olanı yok etme üzerine kurar. Bu çürütme boyutu sadece toplumsal olanı kuşatmayla yetinmez, ona karşı mücadele eden örgütleri de, onun içinde ki kişilikleri de kuşatarak teslim almaya çalışır. Teslim almanın bir yönü de karşıtlığını kendine benzetmekle mümkündür. Bu öyle bir yanılsamadır ki; ezilenlere en ilerici gibi görünen sandıkla onaylatır gericiliği. Bazen de Kendi popüler terminolojisini devrimci sosa batırarak sızar hayatlarımıza. Onun ortaya attığı hiçbir terim, bizim değildir. “Ben yaptım”, “Ben Başardım” Bizim terimlerimiz değil, sistemin terimleridir. Çünkü sistem o başarıyı hazırlayan koşulları, onun için çalışan adsız onlarca insanı yok sayarak başarıyı bireyselleştirir ve buna bağlı olarak da Rekabetin yolunu açar. Rekabetin olduğu yerde Dayanışma yok olur. Rekabetin olduğu yerde kişi kültleri, yeni aidiyetler, grupçuklar oluşur. Sosyalist hareketin parçalı yapısının bir nedeni de rekabetçiliğin vücutlarda vukuu bulmasıdır. Bizim Tek aidiyetimiz insanlığın kurtuluşu programıdır. Tek başkaldırdığımız, tek “kılıç” çektiğimiz, tek uzlaşmazcılığımız sömürünün çarklarıdır. Nasıl ki Lenin’in bir partisi olmadan,(yaratıcılığını, azmini, önderlik vasfını yok saymadan) bu parti için bedel ödemekten çekinmeyen parti kadroları olmadan, ayrıca devrimi hazırlayan siyasal konjonktör bu süreçle buluşmadan Lenin’in bir başarısı olmayacağından söz edebiliyorsak, bizler içinde başarı Komünün, kolektifin, partinindir. Başarısızlık hali bireye aittir, ancak her başarısızlıkta da kendimizde pay arayacağız. Yine Başarısızlığa sadece dışımızda sahip aramak ya da faili meçhule bırakmakta gericiliktir. Bizimle aynı yolun yolcusu olmuş, kalbini kalbimizin yanına koymuş, aynı riski ve cefayı bölüşmüş hiç kimseyi de sistemin gerici yanlarına teslim etmeyeceğiz. Bir devrimciyi itibarsızlaştırmak, onun eksiklerini, onsuz gündem yapmak kolektifini – kendini de itibarsızlaştırmaktır. Bu yöntemler sistemin dayattığı yöntemlerdir. Bizim tek yöntemimiz var o da kişinin gerici yanlarına karşıda kolektif savaşmaktır. Bu nedenle devrimciler arasında özeleştiri en yalın, en üryan cesaret halidir. Devrimci mücadele cesaret işidir, kendinle yüzleşmek daha büyük cesaret işidir. Bizim cesaretimiz önce kendimizle yüzleşmekten, sonra yoldaşa olan güvenden, zafere olan netliğimizden gelir.

Yoldaşlık ırmağın da bir kere yıkananlar, güvenin – manaya en yakışan halini bilir. “Yüzlerini bile görmediğin insanların mutluluğu” için çıkarsız kavga etmenin yalın sıcaklığını bilir. Başına ne gelirse gelsin, nerede olursa olsun geride kalan tek kişinin yeniden adını anacağını bilir. Buna güvendiği için kollamaz kendini, sözcüklerde başka mana aramaz, yola koyulur sadece. Toprağın altındakiler, toprağın üstündekilere umutlarını emanet etti. Aç çocukların olmadığı bir dünyaya olan umutlarını, Zafere olan umutlarını emanet ettiler. Emanetleri ellerimizde. Zafere Kadar Hep Birlikte…

Paylaşın